Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat

  • 04 Ekim 2018
  • 1.226 kez görüntülendi.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat
REKLAM ALANI

Rasulullah’tan ne öğrenmişlerse
aynıyla öğretegelmişlerdir

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allahu Teala’ya, sâlat ve selam yaratılmışların en şereflisi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, mümtaz Âlinin ve Ashabının üzerine olsun.

 

REKLAM ALANI

İnsanlık tarihinin en muazzam olayı, göklerin emini Cebrail aleyhisselamın yerlerin emini olan Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselama, Allahu Teala’nın vahyini getirmesidir. Böylece tüm insanlık onu tasdik edip müslim olmakla, tabi olup mümin olmakla sorumlu tutulmuştur.

 

Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Allahu Teala’nın kendisine gönderdiği İslam dinini, içinde yaşadığı topluma hem eksiksiz olarak anlatmış hem de bu dinin günlük hayata nasıl tatbik edileceğini yaşayarak göstermiş, böylece tebliğ ve tebyin vazifesini eksiksiz yerine getirmiştir.

 

Sahabe-i Kiram efendilerimiz de Allah Rasulünün ilk muhatapları olarak vahyin inişine şahitlik etmiş, canları pahasına ona teslim olmuş, dünyevi hiç bir karşılık beklemeden ona itaat etmişlerdir. Bu kutlu nesil, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin vefatından sonra da ahidlerine sadık kalarak, aldıkları bu kutsal emaneti bir sonraki Tabiun nesline, Allah Rasulünden öğrendikleri şekilde aktarmıştır.

 

Tabiun nesli de Ashabı Kiram efendilerimize aynı teslimiyetle talebe olup, bu dini en güzel şekilde öğrenmiş, İslam dinini bir sonraki nesillere doğru bir şekilde aktarmak gibi ağır bir sorumluluğun altına girmiş ve Din-i Mübin-i İslam’ı, Ashabı Kiramdan öğrendikleri usulle Tebeü’t-Tabiin nesline aktarmışlardır.

 

Tebeü’t-Tabiin nesli de yeryüzünün ulaşabildikleri her yerinde ders halkaları kurup, hocaları olan Tabiun neslinden öğrendikleri bu dini, aynı usul ve kaideleri gözeterek insanlara öğretmişler ve mezheplerin temelini oluşturacak bu bilgileri, kitaplaştırarak tüm insanlığa din adına yapılmış en büyük hizmetlerden birini gerçekleştirmişlerdir.

 

Onlardan sonra gelen İslam toplumu da bu mirasa sahip çıkmış, istikametini muhafaza etmiş ve bu dosdoğru yol hiç kesintiye uğramadan aynı şekilde günümüze kadar gelmiştir.

 

Bidat fırkalar ve
Ehl-i Sünnet kimlerdir?

Zaman içinde İslam Dininin ana gövdesini oluşturan bu yapıdan; muhtelif siyasi ve itikadi sebepler yüzünden yoldan çıkmalar, sapmalar olmuş ve ehl-i bidat dediğimiz fırkalar meydana gelmiştir.

 

Bedbaht bir grup insan, bu yanlış fikirlerin peşine takılıp gitmiş; hevâ ve heveslerine uyarak ümmetin kahir ekseriyetinin peşinden gittiği hak yoldan ayrılmış, böylece nefislerine yazık ederek azabı hak ettirecek inanç ve amelleri benimsemişlerdir.

 

Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem, nübüvvetinin bir göstergesi olarak;

“… Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka cehenneme gidecektir.”(1) buyurmuşlardır.

Ayrıca bu türden olan hadislerin devamında sahabîlerin, Fırka-ı Naciye’den sormaları üzerine Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, Fırka-ı Naciye’yi: “Benim yürüdüğüm yola ve bu yolda beni takip eden ashabımın yoluna uyanlardır” diye buyurarak, bu durumu ümmetine haber vermiştir.(2)

 

İşte bu savrulmadan kurtulup; ister itikadî, ister fıkhî, ister ahlakî olsun hayatın her alanında Sünneti Seniyye’yi, Sahabeyi Kiramın gittiği yolu ve Selefi Salihinin anlayışını kendilerine rehber edinenlere ‘Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ denmiştir.

 

Neden Ehl-i sünnet,
neden başka isim değil?

Peki, bu dosdoğru yolun müntesiplerine, “Niçin Ehl-i Kuran değil de Ehli Sünnet denmiştir?”

Tarihteki tüm ehli bidat fırkalar, kendi sapkın ve merdud görüşlerine dinin ana kaynağı olması hasebiyle Kurandan deliller bulmaya çalışmışlar, Kur’an-ı refans göstermişler, kendi heva ve heveslerinin sonucu olarak ileri sürdükleri görüşlerini Kurana dayandırmaya çalışmışlar, Allah’ın dini anlamak için bahşettiği aklın nimetini, vahyin ve sünnetin önüne geçirmişlerdir.

 

İşte tam da bu noktada, İslam dinini anlamada yaşamada ve kendimizi batıl inançlardan muhafaza etmek hususunda Sünnet-i Seniyyenin yani Hazreti Rasulullah’a uymanın önemi ortaya çıkıyor. Elbette bu dinin kendisine indirildiği, vahyin ilk mutahabı olan Peygamber Efendimiz, Kuran ayetlerinin ne manaya geldiğini ve ayette kastedilen Allah’ın muradının ne olduğunu, yer yüzünde en iyi bilecek kişidir. Bu sebeple Allah Rasulü aleyhissalatu vesselamın din adına söylediği her şey, Allah’ın rızasına uygun ve muradına mutabıktır.

 

Dolasıyla vahyi anlamada Rasullullah’ın rehberliğini kabul eden insanlara; vahyi anlamada “Aklı sünnetin önüne geçiren ehl-i bidatten ayrılsın” diye, Ehl-i sünnet ismi verilmiştir. Ehli sünnetin en büyük özelliği; Allah Rasulüne, Allah’ın emrettiği gibi teslim olmaları ve onun Sünnet-i Seniyyesini dinin kaynağı kabul etmeleridir.

 

Sünneti şerif olmadan
Kur’an anlaşılır mı?

Allahu Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de, Resulü Ekrem Efendimizi nasıl tanıttığına hep birlikte bakalım!

 

Rabbimiz, Kur’anı Kerim’de Peygamber Efendimizi vasfederken şöyle buyurur; “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve daha bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik.” (Bakara; 2/151)

 

Burada ‘Size kitabı ve hikmeti öğreten’ ifadesini açıklamaya çalışalım. Biliyorsunuz ki; Mekke toplumu, Kuran dili olan Arapçanın en fasihini konuşuyordu. Peki, Hz. Peygamber Arapça konuşan bir topluma, Arapça inen bir kitabın nesini öğretiyordu? Kitaptan sonra öğretilen hikmet neydi?

 

İşte burada kitabı öğretmekten maksat; Allahın ayetlerdeki muradını öğretmek, hikmetini öğretmekten maksat ise Kur’an’ın günlük hayata nasıl tatbik edileceğini öğreten Sünneti Seniyye’nin öğretilmesidir.

 

Yine Allahu Teala, Kur’an’ı Kerim’de kendi zatına yemin ederek, “Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Nisa; 4/65) buyuruyor.

 

Allahu Teala’nın hakem olarak, Kur’an-ı değil de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi tayin etmesi, Kur’an’ı heva ve heveslerine göre yorumlamak isteyenlerin önünde en büyük engeldir.

 

Yine Mevlamız, “… Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”(Nisa; 4/59) ferman buyurmaktadır.

 

Bir işi; Allah’a arz etmek Kur’an’a başvurmak, Peygambere arz etmek ise o hayattayken kendisine, vefatından sonra ise Sünnet-i Seniyyesine başvurmak demektir. Ayrıca bu ayette, şart siğasının “nekira” ile beraber gelmesi umum ifade ettiğinden, din ve dünya ile alakalı her meselenin çözümünde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme başvurmak gerektiği ifade edilmektedir.

 

Hz. Ali kerremallahu vechenin hilafet döneminde yaşanan olay bize sünnetin önemini bir kez daha anlatmaktadır: “Havarici (Harici) fitnesi çıktığında Hz. Ali, Abdullah ibni Abbas’ı onlarla münazaraya göndermiş ve ona şu tavsiyede bulunmuştur. “Ey Abdullah! Onlarla Kur’an ile münazara etme. Çünkü onlarda kendi bozuk fikirlerine Kuran ayetlerini delil gösterebilirler; sen, onlarla Sünneti seniyye ile münazara et.”(3)

 

Görüldüğü gibi Sünneti Seniyyeyi devre dışı bırakmak, dinin yanlış anlaşılmasında da kişinin helâka gitmesinde de en büyük sebeptir!

Kur’an’ı, Peygamber Efendimiz olmadan, onun Sünneti Seniyyesinin rehberliğine başvurmadan anlamaya çalışmak, insanı önce dalalete, sonra da azaba götürür.

 

Müslümanlar, Allah Resulünün sünnetine sımsıkı sarılıp, hayatlarında hakim kıldıkları müddetçe Allah’ın muradını en iyi şekilde anlayıp, onun rızasını kazanmış olurlar.

 

“Ehl-i Sünnetim” demek,
neyi ifade eder?

“Ben, Ehl-i Sünnetim” demek; “Ben, Allah’ın dinini, Allah’ın rızasına uygun olarak ilk üç asırdaki en sahih haliyle  anlıyor, yaşıyor ve bunun yanında kendimi Allah’ın rızasına uygun olmayan her türlü inanış ve amelden koruyorum” demenin kısaltılmış halidir.

 

Aslında meseleye doğru bakıldığında geçmiş ümmetlerden edindiğimiz tecrübede bize aynı şeyi söylüyor. Yahudi ve hristiyanlara baktığımızda anlıyoruz ki; Allah’ın kendilerine gönderdiği kitapları, peygamberlerinin rehberliği olmadan anlamaya ve yaşamaya çalışmaları sebebiyle fırkalara bölünmüşler ve Allah’ın yolundan ayrılmışlardır.

 

Hz. Musa’dan sonra Tevrat’ın, Hz. İsa’dan sonra da İncil’in hem lafzen hem mana olarak tahrif edilmesinin sebebi, yahudi ve hristiyanların peygamberlerinin sünnetlerinden yüz çevirip, kitaplarını kendi hevâ ve heveslerine göre yorumlamalarıdır.

 

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in böyle bir tahriften korunmasının sebebi ümmetin, Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin sünnetine sahip çıkması ve Kur’an’ı, Sünneti Seniyye ekseninde anlama hassasiyetidir. Kur’an-ı Kerim’in metninin bir harfinin bile değişmeden günümüze kadar gelip elimizde bulunması ne kadar önemliyse; Kur’an-ı Kerim’i, Allah’ın rızası ve muradı doğrultusunda açıklayan Hz. peygamber sallallahu aleyhi vesellemin varlığı ve onun rehberliğinde dinin ikame edilmesi de bir o kadar önemlidir.

 

Bu durum, Allah-u Teala’nın Kur’an-ı Kerim’deki şu apaçık ifadesiyle bize bildirilmiştir: “Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik.”(Nahl; 16/44)

 

Yüce Rabbimiz, Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamı, Kur’an’ı tebliğ ile memur kıldığı gibi ayetlerdeki Allah’ın muradının ne olduğunu insanlara öğretmek ile yani tebyin vazifesi ile de memur kılmıştır.

 

Habîb b. Ebî Fadâle el-Mekkî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Bu mescid (yani) Mescidu’l-Câmi’ yapıldığında İmrân b. Husayn oturuyordu. Yanında şefaati zikrettiler. Topluluktan bir kimse dedi ki: “Ey Ebâ Nuceyd! Siz bizlere (bir takım) hadisler naklediyorsunuz. Ama biz Kur’an’da onlara dair bir asıl bulamıyoruz.”

 

İmran b. Husayn kızdı ve adama şöyle dedi: “Sen Kur’an okudun mu?” (Adam): “Evet” dedi. “Onda akşam namazının üç, yatsı namazının dört, sabah namazının iki, öğlenin dört, ikindinin de dört (rekât) olduğunu buldun mu?” dedi. (Adam): “Hayır” dedi. “O halde bu durumu kimden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz de Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden almadık mı? (Zekât olarak) her kırk dirhemde bir dirhem, her şu kadarda bir koyun, her şu kadar devede şu kadar deve (verileceğini) buldunuz mu, Kur’an’da buldunuz mu?” dedi. (Adam): “Hayır” dedi. “O halde bunu kimden aldınız? Biz Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden aldık, siz de bizden aldınız!” dedi. …” (4)

 

Öyleyse, Ehl-i Sünnet olmak, Dini anlama ve yaşama noktasında Allah Rasulünün rehberliğini kayıtsız ve şartsız kabul etmek demektir.

 

Gelelim, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat terkibinde bulunan, cemaat kelimesinin neyi ifade ettiğine…

 

‘ve’l-Cemaat” derken
ne kastediliyor?

“Cemaat” dendiğinde hem Kur’an ayetlerinin nasıl anlaşılması gerektiğini, hem de ister kavli ister fiili olsun Sünnetin nasıl uygulanması gerektiğini beyan edip, bize ulaştıran sahabe nesli ve onları aynı menhec (yol) üzere takip eden Selefi Salihin nesli kast edilir.

 

Sahabe-i Kiram, bu dinin kendisine vahyedildiği Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselamı görmüş, vahyin iniş sürecine şahit olmuş, ayetlerin iniş sebeplerine bizzat tanıklık etmiş ve Hz. Peygamberin dini, güncel hayata nasıl uyguladığını bizzat peygamberin kendisinden öğrenerek, bu ümmetin rehberlerinden olmuştur.

 

Bu itibarla şunu rahatça söyleyebilir ki; “Nasıl ki Allah’ın kitabını, Hz. Peygamberin rehberliğinde anlama mecburiyetindeysek, Sünnet-i Seniyyeyi de Ashab’ı Kiram’ın fehmi (anlayışı) üzere anlayıp, yaşamaya iman selametimiz için mecburuz.”

 

Sahabenin hepsi de
adil ve güvenilirdir
Unutmayalım ki; yoldan çıkmış Ehl-i bidat fırkaların, Sünnet-i Seniyye ve Sahabi Kiram ile sürekli problemleri olmuştur. Dini kendi hevâ ve heveslerine göre yorumlamak için sünnet-i Seniyye’nin hadislerin bertaraf edilmesi gerektiğini düşünmüşler ve bunu başarmak için Sünneti rivayet eden övülmüş nesil olan Sahabe-i Kiramın güvenilirliğini azaltmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

 

Sahabenin güvenilirliğinin ortadan kalkması demek, insanların Sünneti Seniyye ile olan ilişkilerinin kesilmesi ve dinin tahrif edilmesi demektir.

 

Oysa ki düşmanlık ettikleri Sahabe-i Kiram, Kur’an-ı Kerim’in iki kapak arasında toplanmasına vesile olmuş ve Allah-u Teala’nın Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde kendilerini tezkiye ettiği cennetle müjdelenmiş kişilerdir. Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de Sahabe’i Kiram hakkında, “İman edipte Allah yolunda hicret ve cihad edenler (Muhacir) var ya bir de onları barındırıp yardım edenler (Ensar) var ya işte onlar hakiki müminlerdir. Onlar için mağfiret ve bol rızk vardır.” (Enfal; 8/74) buyurmuştur.

 

Şimdi düşünelim Allahu Teala’nın “Hakiki müminlerdir” diyerek iman ve İslamını tasdik ettiği bu insanlar, Allah Rasulüne yalan isnad edip, iftira atarlar mı?

 

Yine Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de onlar için, “Muhâcir’den ve Ensar’dan (İslâm’a girmekte) ilk önce geçenlerle bunlara ihsan ile tâbi olanlar Allah onlardan razı olmuştur, onlarda O’ndan razı olmuşlardır. Onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe; 9/100) buyurmuştur.

 

Ayet-i kerimeden anlaşılacağı üzere Allahu Teala Sahabe topluluğundan ve onlara iyilik üzere tabii olan selefi salihinden razı olduğunu bize haber vermiş. Şimdi bu ayetten sonra ehli insaf bir kişi nasıl olur da onların dini kendi heva ve heveslerine uygun yorumlayıp dini tahrif ettiğini söyleyebilir?

 

Sahabe nesli öyle bir nesildir ki; Allahu Teala, onları sadece Kur’an’da değil, Tevrat ve İncil’de de vasfetmiş ve onlardan övgü ile bahsetmiştir. Kur’an bu gerçeği bize bildirmektedir. Allahu Teala’nın üç kutsal kitapta da övdüğü bu insanların, yeryüzünün peygamberlerden sonra  gelmiş geçmiş en güvenilir insanları olduklarından aklı selim bir insan şüphe duyar mı?

 

Efendimiz bu tehlikeyi nübüvvet ferasetiyle görmüş ve bizlere, “Ashabım hakkında Allah’tan korkunuz. Benden sonra onları hedefe alıp (aleyhlerinde konuşmayınız)” (5) diye emir buyurmuştur.

 

Anlaşıldığı üzere sahabe-i kiram efendilerimiz hem Allahu Teala tarafından hem de peygamber efendimiz tarafından imanları tasdik olunmuş, kendilerine tabii olunmasını hak etmiş fazilet sahibi müminlerdir.

 

Böylelikle anlıyoruz ki, “Cemaat” ifadesi ile Kur’an ve sünneti rıza-i ilahi doğrultusunda anlamış ve hayatına tatbik etmiş sahabe nesli ve onlara tabii olan selefi salihin nesli  kastedilmektedir.

 

 

Son 20 yılda ülkemizde de eski ehl-i bidatın görüşlerinin çığırtkanlığını yapan bir takım insanlar türemiştir. Bu kişilerde yollarını takip ettikleri eskilerinin ifsad görevini üstlenmiş, tıpkı onlar gibi; “Kaderi, Şefaati, Mucizeyi, Kabir azabını, Ruyetullah’ı, Cennet ve Cehennemin ebedi oluşunu” inkar ediyor ve insanları bu merdud görüşlere davet ediyorlar.

 

Günümüzün bidat ehli kimseler, eskilerden çok da şedid ve şerlidirler. Öyle ki, ifsad konusunda takipçisi oldukları kimseleri de geride bırakacak iddialarla ortaya çıkmaktadırlar: “Hz. Adem aleyhisselama baba bulmaya, Hz. Havva’ya çift cinsiyet isnat etmeye haşa Kur’an’ın bazı ayetlerinin günümüze uymadığını söylemeye ve hatta neuzubillah Allah’a cehalet nisbet etmeye kadar işi ileri götürmüşlerdir.

 

Peygambere mutlak itaati emreden ayetleri görmezden gelen, Hz. Peygamberin tefsir yapma yetkisinin bulunmadığını, Kur’an’ın açıklanmaya ihtiyaç olmadığını söyleyen bu insanlar, Hz. Rasulullah’a vermedikleri tefsir yetkisini kendilerinde görüp, Kur’an’ı hevâlarına göre tefsir ediyor, açıklanmaya ihtiyacı yok dedikleri Kur’an, daha iyi anlaşılsın diye ciltlerce kitap yazıyorlar.

 

İlmi namustan ve edepten uzak bu kimseler, Kur’an böyle söylüyor maskesi altında merdud fikirlerini insanlara empoze ediyorlar. Ne yazık ki ağlarına düşürdükleri gençleri Mezheblere, İmam Buhari’ye, İmam Müslim’e bu toprakları mayalayan Evliyaullaha ve bin küsur yıllık İslam müktesebatına düşman ediyorlar.

 

Bırakın bir Arap turiste yol tarif etmeyi, yüzünden bir sayfa hatasız Kur’an bile okuyamayan bu gençlerin ellerine, “Oku, aklını kullan” sloganıyla yazdıkları mealleri tutuşturup, batıl fikirlerini toplum içinde yaymaya çalışıyorlar. Bilerek yada bilmeyerek İslam’ı yıkma projesinin gönüllü birer ferdi olduklarından hiç şüphe etmediğimiz, bin kusur yıldır Ümmetin kahir ekseriyetinin peşinden gittiği bu dosdoğru yola “Uydurulmuş din” diyecek kadar edebten yoksun düşen bu insanların ortak özelliği Allah Rasulünün hadislerini elleriyle itip, “Bize Kur’an yeter” cümlesini dillerine pelesenk etmeleri ve sahabe düşmanlığıdır.

 

Tam bu esnada Allah Rasulünün şu hadisi bizleri uyarmakta ve Ehli Sünnete sahip çıkmanın önemini dile getirmektedir: “Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında (koltuğuna yaslanmış bir hâlde) ‘bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım.” (6)

 

İslam büyüklerinden Ebu Zür’a Er-Razi rahimehullahın, “Sahabeyi Kiramdan biri hakkında kötü konuşan birini görürseniz bilin ki o kişi zındıktır” sözünü de hiç unutmayalım. (7)

 

Bir din düşünün ki hakikati 1400 yıl sonra ortaya çıksın(!) Bir din düşünün, Selefiyle Halefiyle (önceki ve sonraki) tüm uleması, 1400 yıldır aynı hata üzerine ısrar etsin(!) Hangi vicdan sahibi böyle bir zırvayı kabul edebilir. Bizlere düşen ilmiyle amel eden Rabbani alimlerin rehberliğinde Ehli Sünnet akide ve fıkhını öğrenmek, İslam gençliğini manevi terbiyeyle beraber bu dosdoğru yola davet etmek ve onları Sünnet düşmanlığı ve Mealcilik fitnesinden uzak tutmak için canla başla çalışmaktır.

 

Peki günümüzde Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolunu kim temsil ediyor?

 

Öncelikle şunu iyi idrak edelim ki, “Ehli Sünnet ve’l-Cemaat mezhepler arasında bir mezhep değil; bu dinin omurgasıdır ana yoludur. Günümüzde, itikadî alanda Maturidîlik ve Eşarîlik, ameli alanda da Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik dışında Ehl-i Sünnet’i temsil eden hiç bir oluşum yoktur. Kurtuluş, biiznillah onlara tabi olmakta, azab neuzübillah onlardan ayrılmaktadır. Rabbim bu dünyada  yollarından, ahirette şefaatlerinden mahrum etmesin.

 

Notlar: 1) Ahmed bin Hanbel, Müsned 2) Sünen-i Ebû Dâvûd, sünnet; Sünen-i Tirmizî, iman; Sünen-i İbni Mace, fiten; Taberâni, el-camiu’s-sağir 3) Abdurrezzak, Musannef, 4) İmam Şatibi, el-Muvafakat 5) Süneni Tirmizi, Menâkıb 6) Tirmizi 7) İbni Hacer Askalani, el-İsabe fi temyizi’s-Sahabe

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ