TAKVA REHBERLERİ / Kâfirlere Karşı Çetin, Kendi Aralarında Merhametli
TAKVA REHBERLERİ
Kâfirlere Karşı Çetin, Kendi Aralarında Merhametli
Seyda Muhammed Konyevî -KS-
İslam dininin yayılmasına, din ilimlerini öğrenilip hayata tatbik edilerek bugün bizlere kadar ulaşmasına emeği geçen ashabın bu dindeki yeri çok üstündür. Allah-u Zülcelâl bilhassa İslam’ın ilk zamanlarında Müslüman olan ashab-ı kiram hakkında, başka hiçbir kuluna söylemediği şu meth-u senada bulunmuştur:
“Muhacirlerden ve Ensar’dan o ilkler, o önde gidenler ve bir de ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdırlar. Allah onlara, altlarından ırmakların çağladığı, içinde ebedî kalacakları cennetleri hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 100)
Allah’ın razı olduğu bir kul olmak dünyada ve ahirette en büyük saadettir. Allah-u Zülcelâl ashabın imanını, teslimiyetini ve ihlasını her zaman methetmiştir. Onlar Allah’a ve Resulüne aleyhisselatu vesselam itaat edince yardımını ve ihsanlarını nasip etmiştir. Bir ayette onlara olan nusret ve nimetini şöyle ifade etmiştir:
“Gerçekten Allah, Hudeybiye’de, o ağacın altında sana beyat ettikleri zaman, müminlerden râzı oldu. Onların kalplerindeki ihlâsı bildiği için üzerlerine sekine, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükâfatlandırdı. Allah mutlak gâliptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Feth; 18)
Gerçekten de Ashab-ı kiramın hallerinde bizim için çok yüksek bir örnek vardır. Allah-u Zülcelâl onların bazı hallerini şöyle methediyor:
“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, çiftçilerin hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan iman edip sâlih ameller işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vaadetmiştir.” (Feth, 29)
Ashab-ı kiram, gecelerini kıyamda, gündüzlerini İslam hizmetinde yorularak geçirdiler. Onlardan bir kısmı dinleri uğruna hicret edip, ailelerini, memleketlerini bıraktı. Bir kısmı da hicret eden din kardeşlerine evlerini, yurtlarını açıp mallarından infak etti. Allah-u Zülcelâl onları şöyle müjdeledi:
“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler ve (bu Muhâcirleri) barındırıp onlara yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (elEnfâl, 74)
Allah-u Zülcelâl Medineli Ensarın üstün ahlaklarını şöyle methetmiştir:
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Bunların ardından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 9-10)
Kardeşini Hor Görmek Günahtır
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın naklettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Birbirinize hased etmeyin. Birbirinizin alışverişinde fiyat kızıştırmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize sırt çevirip ilgiyi kesmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış verişi üzerine alış verişe girişmesin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslüman’a zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takva buradadır.”
Resulullah aleyhisselatu vesselam “takva buradadır.” sözünü üç defâ tekrarlamış ve her seferinde de eli ile göğsüne işaret etmiştir (Müslim, Birr, 32; Tirmiz, Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 325).
Bu hadis-i şerif bize takvanın beşeri muamelelerde kötülükten sakınma ve iyilik yapma vechesini ortaya koyuyor. Asıl takvanın bu hususlarda gözetilmesi gerektiğini bildiriyor.
Takva Adalettir
Dinimiz öfke ve husumet duygularıyla haksızlık yapmayı yasaklar. Adaleti ve adaletle şahitlik yapmayı takvanın gereği sayar. İslam’a giren kişiler ve kabileler arasında bazen eskiden kalma kin ve düşmanlıkların tesiriyle bazı geçimsizlikler yaşanabiliyordu. Bu hususta inen ayet-i kerimede Rabbimiz:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 8) buyuruyor.
Adalet, güzel ahlakın mühim bir unsurudur. Adalet, herkese hakkına uygun olduğu şekilde müsavî davranmak, mevkî farklılıklarından dolayı insanlara hakkından başka türlü davranmamak demektir. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın hayatına baktığımız zaman onun her hususta adalete riayet ettiğini görüyoruz.
Peygamber Efendimiz Veda hutbesinde insanların Allah katında ve hukuk önündeki eşitliği hususunda şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki sizin Rabbiniz birdir, babanız birdir. Dikkat edin hiçbir Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 411)
Allah-u Zülcelâl insanlara namaz kılmayı emrettiği gibi, oruç tutmayı emrettiği gibi adaletli olmayı da emretmiştir:
“Allah size adaleti ve ihsanı emreder.” (Nahl, 90)
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kadılık makamına getirdiği kişilere adaletten ayrılmamalarını emrederdi. Bir hadis-i şerifinde adaletle hükmedenleri şöyle müjdelemiştir:
“Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” (Müslim, İmâre, 18)
Takva Ahde Vefadır
Kur’an-ı Kerîm’de takva sahipleri hakkında:
“Hayır, öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve takvalı olursa, bilsin ki Allah o takva sahiplerini sever.” ( Âl-i İmrân, 76.) buyurulur.
Ahde vefa takvanın bütün yönlerini içine alır. Takva hem Allah’a verdiği kulluk sözüne sadık olmayı, hem de kullara bir söz verdiği zaman sözünde durmayı gerektirir.
Vefakârlık İslam ahlakının temel ilkelerindendir. Mümin, her şeyden önce Rabbine karşı vefalı olmalı, hidayet nimetine nankörlük etmemeli, sadakatten ayrılmamalıdır.
İnsan bu dünyaya gelmeden önce elest bezminde Rabbine bir söz vermiştir. Allah-u Zülcelâl Adem aleyhisselamın sırtından zürriyetini alıp; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitab etmiştir. Ruhlar aleminde hepimiz buna: “Evet (buna) şahidiz.” (A’raf, 172) diye cevap vererek Allah’ın kulluğunu yerine getirme hususunda büyük bir emanet ve ağır bir sorumluluk üstlenmişiz.
İnsanoğlunun Rabbine verdiği bu ahit hayatımızın en büyük imtihanıdır. Kulluğumuz, verdiğimiz bu ahde sadakatimize bağlıdır. Bu söze sadık kalan kişi, hiçbir zaman ahde vefasızlık etmez.
Geçici dünya menfaati için Allah’a verdiği söze sadık kalmayanlara büyük bir tehdit vardır:
“Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” (Al-i İmran, 7)
Rabbine karşı vefakâr olan, emri gereğince anne babasına, ailesine, mümin kardeşlerine karşı da vefasızlık etmekten sakınır. Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem verilen her sözü borç ve emanet olarak telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Emanete riayet etmeyenin (gerçek manada) imanı yoktur. Ahde vefa göstermeyenin (hakiki manada) dini yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 134)