Yaseminler Ülkesinde Dul ve Yetim Olmak…

  • 05 Temmuz 2015
  • 803 kez görüntülendi.
Yaseminler Ülkesinde Dul ve Yetim Olmak…
REKLAM ALANI

Geçtiğimiz aylarda bir yardım faaliyeti kapsamında Tunus’a ziyaret gerçekleştirdik. Arap baharının doğduğu topraklarda Müslüman kardeşlerimize bir ümit aşısı olmak niyetindeyiz.

Tunus havaalanına inince, baskıcı rejimin tesirini hemen hissediyoruz. Bizi gözaltına alırcasına bir tutumla sorgulayıp, “Tunus’a ne için gelip gittiğimizi” sorarak adeta gözdağı veriyorlar. Doğrusu ülkelerine misafirlere, hem de kendi dindaşlarına böyle muamele etmeleri bizleri çok üzdü.

Başkent Tunus’ta Akdeniz iklimi olması sebebiyle ılık ama şiddetli rüzgâr karşılıyor bizi. Büyük oteller, bazı bakanlıkların bulunduğu Habib Burgiba Caddesi ilk durağımız. Bu caddeyi protestoların olduğu günlerden de hatırlıyoruz.

REKLAM ALANI

Ülkede güya demokrasi var ama hükümetin halka ne kadar güvendiği, kamu binalarının etrafının tel örgülerle çevrili olmasından ve önlerinde askeri araçların beklemesinden belli. Yol üzerinde kamu binaları, siyasi partiler, bankalar gibi kurumların önünde eli tetikte askerlerin beklemesi dikkatimizi çekiyor.

Tunus’ta, halkın % 95’i Müslüman ve ana dilleri Arapça, ama şehirde Fransızca yaygın bir şekilde konuşuluyor. 1700’lü yıllara kadar Osmanlı’nın bir parçası olan Tunus Beylerbeyliği, Akdeniz’deki ticaret için önemli bir noktaydı. Osmanlı’nın gücünü yitirmesinden sonra Tunus’u 1881’de Fransızlar işgal etti.  Tunus halkı her ne kadar kurtuluş mücadelesi verip bağımsızlığını kazandıysa da Fransa Tunus’tan hiçbir zaman elini çekmedi.

Habib Burgiba ve bir aldatış hikâyesi

Başkentin merkezine, Habib Burgiba caddesine gidiyoruz. Caddeye ismini veren Habib Burgiba, Tunus’un özgürlük mücadelesinde başrolde görünen ilginç bir sima… Çocukken tahsiline Tunus’ta sağlam bir dinî eğitim görerek başlayan Burgiba, ardından Fransa’nın Sorbonne şehrine hukuk ve siyaset okumaya gider. Ülkesine döndükten sonra 1934’te genç arkadaşlarıyla Yeni Düstur Partisi’ni kurarak bağımsızlık mücadelesine önderlik eder. Siyasi faaliyetleri Fransız sömürge yönetiminin dikkatini çekince, tutuklanır ve 11 yılını hapiste geçirdikten sonra kaçar.

8 Eylül 1949 tarihinde ülkesine döndüğünde Fransız yönetimi, baskıyla engelleyemediği özgürlük hareketiyle uzlaşma yoluna gider ve Burgiba ile görüşmelere başlar. 1956’da Fransa başbakanı Guy Mollet Tunus’a bağımsızlık verilmesini öngören bir antlaşma imzalar. Ancak ülkenin cumhurbaşkanlığına getirilen Burgiba, Fransızların bile yapmadığı dini baskılar yaparak ülkede dini hayatın kökünü kurutmaya girişir. Halbuki Burgiba mücadelesinin başında camilerde namaz kıldırıp hutbeler veriyor, konuşmalarında İslami kavramlar ve özellikle cihad konusu üzerinde ağırlıklı bir şekilde duruyordu.

Burgiba, Düstur Partisiyle birlikte laikliğin en katı halini Tunus halkına dayatıyor. Yüksek dereceli bir mason olduğu bilinen Burgiba; camileri belli vakitler dışında kapatması, dinlerini yaşamak isteyenleri rejim muhalifliği suçuyla hapsetmesi, Ramazan ayında çalışanlara oruç tutmayı yasaklatması sebebiyle dindar halkın nefretini kazanıyor.

Burgiba yönetimi bazı konularda Fransa’nın çıkarlarına dokununca, Müslümanları ezmekte ondan daha baskın olan içişleri bakanı Zeynel abidin Bin Ali’nin polis darbesiyle devrildi. Bin Ali, daha liberal politikalar uygulayarak, ülkenin demokratikleşmesi yönünde çalışacağına halkı inandırmaya çalıştı. Bu sebeple düzenlenen ilk seçimlere İslami görüşlere sahip Nahda partisinin girmesine imkân tanındı.

Ancak başkanlığını Raşit el Gannuşî’nin yaptığı, Nahda partisinin büyük bir oy potansiyelini sahip olduğunu görülünce ülke tekrar Burgiba dönemine geri döndü. Nahda’nın mensupları özelinde tüm Tunus halkı Bin Ali’nin zulmüne maruz kalmaya başladı.

Öyle ki sokakta konuşmanın mümkün olmadığı, hicap denilen tesettür elbisesinin, okulda değil sokakta bile giyilmesi, hatta evde giyilmek üzere satışı dahi yasaklandı. Kur’an kursları, medreseler (Ukbe bin Rabia camisinin medresesi halan kapalı) kapatıldı. İlk ve orta öğretimde din eğitimi neredeyse imkânsız hale getirildi. Üniversitelerin ilahiyat bölümlerine seküler, batı yanlısı öğretim görevlileri yerleştirilerek din adamlarının topluma önder olması engellendi. Bunun yanında fakirlik, yolsuzluk 30 yıl boyunca dayanılmaz boyutlara geldi ve önüne geçilemez bir devrime sebep oldu.

Arap baharının fitili ateşleniyor

Arap baharı hareketinin başladığı Yasemin devrimi, 2010’da, tezgâhı elinden alınan Muhammed Bouzazi’nin kendini yakmasıyla başlamıştı. Başkent Tunus ve civar illerde başlayan bu isyan tamamıyla insanî taleplerin dışa vurumuydu.

Refah içinde yaşayan bir avuç burjuvazi dışında gösterilere genç- yaşlı neredeyse her cenahtan kimseler katıldı. İstedikleri adalet, hürriyet ve huzurdu sadece. Ordunun bu haklı isyanın yanında olmasıyla keskin nişancılar tarafından öldürülenler dışında fazla bir kayıp vermeden, Bin Ali ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Devrim sonrası, aylarca siyasi bir otorite olmamasına rağmen ülke herhangi bir kaosa sürüklenmeden bu günlere sağ salim gelebildi.

2011’de seçimlerden en-Nahda partisi mutlak bir zaferle çıktı. Gannuşi, tek başına hükümeti kurabileceği halde koalisyon hükümeti kurarak demokrasinin kalıcı olması için fedakârlık yaptı. Fakat ülkede kaos çıkarmak isteyenler 2013’de muhalif bir partinin liderine esrarengiz bir suikast tertiplediler. Başbakan istifa etti. Ekim ayındaki seçimde, Nahda karşıtlığını tek bir çatı altında toplamaya çalışan Nida Tunus partisi birinci parti olarak çıktı.

Bin Ali döneminde Tunus hükümeti, ülkenin turizm alanında gelişmesi için altyapıya önem vermiş. Ortadoğu coğrafyasına göre hem yolları, hem trafiği, hem de park vb alanları oldukça düzenli.

Otelimize vardığımızda ilk dikkatimizi çeken olağanüstü sessizlik. Arabaların korna sesi neredeyse hiç yok ve Habib Burgiba caddesindeki ağaçlardaki kuş sesleri dışında pek ses duyamıyorsunuz. Otele yerleştikten sonra hem yemek yemek, hem de 4 günlük programımızı konuşmak için bir araya geliyoruz.

Dul ve yetimlere yardım ulaştırmak için

Tunus’a geliş sebebimiz, yetim ailelerine maddi ve manevi destek vermek, onlara Türkiye’deki hayırseverlerin selamını ulaştırmak. Bu maksatla köylerdeki yoksul ailelere, sütünden faydalanmaları için küçükbaş hayvan dağıtımı yapacağız. Dikiş dikerek aile bütçesine katkıda bulunması için dul hanımlara dikiş makineleri vereceğiz. Maksadımız onları kendi ayakları üzerinde durabilir hale getirmek.

Bu yardımları dağıtmak için dört gün boyunca 1500 km yol yaptık. Gittiğimiz her yerde büyük bir sevgiyle karşılandık. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince misafirperverlik iki kat artıyor tabi.  Kimileri Kurtlar Vadisi’ni soruyor, kimileri Erbakan’ı, kimileri Erdoğan’ı soruyor bize.  Nereden geldiğimizi öğrendiği vakit hemen yanındaki sandalyelere davet ediyor. Sohbet edip Türkiye’ye selamını aldıktan sonra ayrılıyoruz.

Köylerde, kenar mahallelerde evlere gidiyoruz. Gittiğimiz yerlerde tek odada 6-7 kişinin yaşadığı hayretle görüyoruz. Aileler kalabalık, evleri tek oda ve bu sebeple mahremiyet olgusu yok. Bu yüzden gençler zihinsel olarak sağlıklı olamıyor. Paraları olmadığı için eğitim, eğitimleri olmadığı için de iş sahibi olamıyorlar. Bu sebeple bölgenin psikolojik altyapısı sağlıklı değil. Kadınların çoğu dul ve çocuklarıyla beraber yaşıyor. Halk ezilmiş, sindirilmiş ve korkutulmuş. Ama her şey rağmen hayat devam ediyor.

Turistik bölgelerle yerli halkın yaşadığı köy ve mahalleler arasında çok büyük gelişmişlik farkı var. Mesela sahil kentlerinde Avrupaî bir görüntü varken iç kesimlerde çoğu sokaklarda elektrik yok.

Tunus’un trafik düzeninde geçiş üstünlüğü, kavşağa hızlı girip dönende. Yani trafik lambası var ama çoğu yerde çalışmıyor. Akşamları kahveler tıklım tıklım. Burada 4 kişiden 1’i işsiz. Asgari ücret 150 dolar civarında. Benzinin litresi bir dolardan az.

Yardım dağıtımını tamamlayınca başkente dönüş vaktimiz geliyor. Yolda aracımızı kullanan şoför geçmişi anlatıyor. Elektrik-elektronik mühendisliği okumuş, işsiz.

Pastour bölgesinden geçerken Tunus devlet televizyonunu görüyoruz, aynı şekilde önünde askeri araç bekliyor. Pastour bölgesi zenginlerin, şirket, bakanlık ve konsoloslukların yoğun olduğu bir yer. Binalar büyük, tarihi ve çok güzel. Ancak devletin soğuk yüzünün görüldüğü bir yer.

Otele yaklaşırken bir bina var ki “Dikkat edin buna,” diyor, “Bu bina Bin Ali’nin eski partisinin yeridir.” 20 katlı bina, şu anda boşaltılmış ve girişe kapatılmış halde.

Seyahatimiz sırasında Tunus’un meşhur yerlerini de geziyor, bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Zeytuni Camii ve Medresesi

Tunus’da inşa edilen en eski cami olan Zeytuni cami, 9 giriş kapısından girilebilen, 5000 metrekarelik alanı kaplayan büyük bir bina. Camiyi 8. Asırda ilk inşa eden kişi, bölgeyi fetheden Hasan ibn Numan, burada bir zeytin ağacı altında ders almış. İlk yapılan camiden sonra 9. yüzyılda tekrar yapılmış.

Camilerde namaz kılarken iki husus dikkatimizi çekiyor, birincisi, Cuma namazı dışında vakit namazlarda imam mihraba durmuyor biraz ötede namaza duruyor. Bu mağrip ülkelerinde yaygın bir gelenekmiş. Diğer husus da, caminin içindeki sütunların olduğu saflarda hiç kimse durmuyor. Sütunların olduğu saflar boş kaldığı için saflar arasında çok geniş aralıklar oluyor.

Tunus’ta, birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi, Malikî mezhebi yaygın… Bu sebeple namazda ellerini bağlamıyorlar. Ancak secdeleri çok güzel, uzun… Yirmi beş kere tesbihat okuyabilirsiniz.

Zeytuni Camiinin yanındaki medrese, yüzyıllar boyu âlimler yetiştirmiş. Diktatör Habib Burgiba’nın dinde reform yaklaşımını eleştirdiği için onun tarafından kapatılmış. Devrimden sonra, 2012 Nisan’ında kapısındaki kilit kırılarak öğrencileriyle yeniden buluşmak üzere açılan medresede çok sayıda genç eğitim almak için başvuruda bulunmuş.

Zeytuni bölgesi, âlimlerin yetiştiği bir bölgeymiş. Burgiba’nın evinin karşısı. Evinin camı, Zeytuni üniversitesinin bahçesindeki camiyi görüyor. Geniş bir alanmış, evine kadar olan kısmını daralttırıyor.

Zeytuni üniversitesini kazanamayanların okuduğu bir ilahiyat fakültesi daha var; burada mini etekli tesettürsüz kızlar okuyor, mezun olunca din hocası olabiliyormuş. Bunlardan hayır olur mu, gerisini siz düşünün. Üniversitenin etrafında terk edilmiş eski üniversite binaları var. Oralara halk yerleşmiş. On altı aile bir devlet binasında kalıyor.

Zeytuni Cami Burgiba’nın dini baskılarına başkaldırının adresi olmuş, polis olayları güçlükle bastırmış. Burgiba ve Bin Ali dönemlerinde baskı altında tutulan âlimler ve İslamcı düşünürler, din eğitimi için diğer İslam ülkelerine gitmişler. En-Nahda’nın kurucusu Raşid el Gannuşî de Suriye’de geçirdiği yıllar süresinde İhvan-ı Müslimîn hareketinden ilham almış.

Tunus Diriliş Harekâtı; En-Nahda

En Nahda  (Diriliş) kısaca Tunus’taki Müslümanca (daha önemlisi adil bir şekilde) yaşamak isteyenlerin oluşturduğu, desteklediği hareketin adı. 1960’lı yıllarda başlayan bu hareket batı yanlısı politikalar izleyen her Müslüman ülkede olduğu gibi rejime muhalif oldu. Bu sebeple yıllarca kendisine sempati duyanlar da dâhil tüm mensupları türlü işkencelere maruz kaldı. Sürgüne gönderilenler, hapsedilenler, işsiz bırakılanlar…

Ülkede batılılaşma yanlıları halkı en-Nahda aleyhine korku salarak kışkırtıyor. Fransız gazeteci gelmiş en-Nahda’ya demiş ki, “Siz içkiyi yasaklayıp başörtüyü vs zorlayacakmışsınız.” Yetkililer de demiş ki, “Ben İslamcı’yım bana sorma, git içki içene sor.” Gidip sormuş, “Oyunuzu kime verdiniz.” Demiş ki “Nahda’ya.” “Ama” demiş “Siz içki içiyorsunuz, niye Nahda’ya verdiniz?” Demiş ki; “Ama biz Aryanadakiler gibi içmiyoruz. Onlar keyf için içiyor, biz dertlerimizi unutmak için içiyoruz.”

Bu devrim ve en-Nahda, daha doğrusu Tunus halkı nihai olarak huzur ve adalet içinde bir yaşam istiyor; bu amaçlarına ulaşmak için zamana ve tecrübeye ihtiyaçları var.

Mavi- Beyaz’dan Sarıya

Tunus’a gitmişken biraz da gezdik. İlk durağımız, “Sidi bu said” adındaki şirin bir sahil kasabasının evleri beyaz, kapı ve pencereleri mavi renkte. Evler hep tarihi. Buraları özellikle korunmuş. Turistler en çok buraya geliyorlar. Denize bakan kır kahvesinde oturup Tunus’un meşhur nane çayından içmek mümkün. Burada Bin Ali’nin sarayını görüyoruz. Devasa bir bina… Şu anda boşmuş.

İç kesimlere gittikçe İslami mimarinin en güzel eserlerini görmek mümkün. Afrika’nın ilk İslam şehri Kayrevan, Afrika fatihi Ukbe bin Nafi’nin ordugah olarak kurduğu ve İslam medeniyetini Endülüs’e ulaştıran şehir. Camilerin hemen hepsi büyük ve geniş avlulara sahip, minareler ise Afrika’ya has biçimde köşeli yapılmış.

Kafsa, Gaber, Kayveran şehirleri birbirine yakın bölgeler olması hasebiyle hepsine uğradık. Tunus’un gerçek yüzü yani ihmal edilmişlik, fakirlik ve yalnızlık burada yüzünü daha da gösteriyor. Halk tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Tek göz evde 2 kuşak aile oturuyor. İnsan bunları görünce haline defalarca şükrediyor.

Babsadun eski bir kapı, zengin muhitten fakire doğru giderken ortada duruyor. Burada yollar geniş denilebilir. Caddelerde, yol ortalarında hurma ağaçları var.

Son gün ise başkent Tunus’ta gıda paketi dağıtımı yaptık. Dağıtım için tarihi bir ev seçilmiş. Orada 100’e yakın yetimle ve anneleriyle buluştuk. Arap müziğinin güzel nağmeleriyle çocuklarla eğlendik. Hüzünlü yüzleri az da olsa birazcık güldü. Program sonunda gıda paketleri ihtiyaç sahibi ailelere dağıtıldı.

Annelerin yüzleri görülmeye değer. Mahcubiyet, sevinç ve hüzün karışmış adeta. Devrimden öncesinde yasak olan tesettüre şehirde pek değil ama köylerde daha fazla rastlayabiliyorsunuz.

Uzakta, Afrika’da bir ülke Tunus, ama birçok yönden bize çok benziyor. Buraya geldiğiniz zaman bunu daha iyi görüyorsunuz.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ