Kurban ve Fedakarlık
Rabbimiz Müslümanlara senede iki bayram vermiş; birincisi geçtiğimiz aylarda idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı diğeri de önümüzdeki günlerde kavuşacağımız Kurban Bayramı…
Ramazan Bayramı ile mübarek Ramazân-ı şerîfi oruçla, teravihle, sadaka-ı fıtırla, mukabele ile, Kadir Gecesi’ni aramak ve itikaf ile güzelce değerlendiren müminlere, ahirette asıl bayramdan evvel bir sevinç ve ferahlanma ikram edilir. Hep birlikte nefse karşı sabır mücadelesi veren müminler, bayramda da zaferlerini hep birlikte yiyip içip, şükrederek kutlarlar.
Kurban bayramında da yine hep birlikte mallardan fedakarlık yapılır; kurbanlıklar kesilir, ailecek yenilir içilir; mahrumlara ikram edilir. Bu bayramda da zaten eninde sonunda ayrılacağımız, ya kaybedeceğimiz veya ölürken geride bırakıp gideceğimiz mallarımızdan bir parçayı, Allah’ın emri ile feda edip, ahiretteki asıl yurdumuza göndermiş oluyoruz. Hem keremi bol olan Rabbimiz o kurbanın etini de yine bize ikram ediyor; ailemizle yiyip içip neşeleniyoruz.
Kurban kesmek, Hz. Adem aleyhisselam’dan bu yana bütün ümmetlere emredilmiş bir amel-i salihtir. Bilhassa Hz. İbrahim aleyhisselamın oğlunu kurban etmek gibi zor bir imtihandan geçmesini bize hatırlatır. Peygamber efendimizin ve birçok Peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim, canını, malını evladını Allah’ın emrine feda etmesiyle bilinir. O bu fedakarlıkları sayesinde, Allah’ın Halili ünvanına hak kazanmıştır.
Belki akla gelebilir; Allah-u Zülcelâl neden bizden fedakarlıklar istiyor? Zamanımız her türlü fitne fesadın internet sitelerinde dolaşığı, gençlerimize bir tık uzaklıkta olduğu ahir zaman…
Her ne kadar müminler, Allah’ın emirlerine itaat etmek için hikmetlerini bilmeye ihtiyaç duymasalar, bu hususta hiçbir şüphe taşımasalar da biz şevkimizin tazelenmesine vesilesi olması için Allah’ın emirlerinin hikmet yönlerini de tefekkür edelim.
Fedakarlık Mânevî Dirilişe Vesiledir
Allah-u Zülcelâl hemen hemen her ibadet ve salih amelde nefsanî arzulardan fedakârlık etmemizi istiyor.
Rabbimiz bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça birre, iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”(Al-i İmran, 92)
Kurban ibadeti de hem maldan, hem de biraz zahmet çekmek suretiyle rahatımızdan fedakârlık gerektiriyor. Ama bizim bu fedakârlıklara ihtiyacımız var, çünkü insanın mânevî yönden dirilişi için, nefsanî açıdan fedakârlık yapması gerekiyor.
İnsan, imanının gereği olarak düzenli bir şekilde ibadet yapsa bile zamanla bu alışkanlık haline gelebiliyor. Nefis bir kısım amellere alışınca onu huşû hissetmeden, şekil olarak tekrarlama eğilimine girebiliyor. Bu bizim kendi yaratılışımızla ilgili bir hâl.
Bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz, bu sebeple, bize, her yıl; üç aylar, Ramazan, Kurban Bayramı gibi hayatın rutinini bozup fazladan fedakarlıklar ve duygulandırıcı, ihya edici tecrübeler yaşatan mâneviyat mevsimleri gönderiyor. O mevsimler sayesinde, rutini değiştirip duygularımızı uyaran ve mâneviyatımızı canlandıracak salih ameller nasip ediyor.
Rabbimiz’in emrettiği her salih ameli yaparken iman mücerred bir kabulden öteye geçip; yaşanan, hissedilen, tadılan ve hâtırada izi olan bir müşahhas gerçekliğe dönüşüyor. Ömürde hiç değilse bir kere hacca gitmek, umrelere gitmek, dînî sohbet ve irşad faaliyetlerine katılmak, âcizleri, mazlumları, yetimleri ziyaret etmek, yardımlaşma faaliyetlerine katılmak, cenazeleri teşyî etmek vs… insanın mânevî hislerini canlandırıyor, imanı tazeliyor.
Aynı şekilde Rabbimiz bize Kurban bayramında da ufak bir fedakarlıkla o tazelenmeyi yaşama fırsatı sunuyor.
Kurban Hacılara İştiraktır
Nasıl ki hacca, umreye gitmek için para sarfediyoruz, yolculuk zahmetini göze alıyoruz, orada amelleri yapmak için dikkatimizi topluyoruz, hacca gitmeyen müslümanlar da kurban ibadetiyle bir nevi hacıların ruhaniyetine iştirak etme fırsatı bulmuş oluyorlar.
Hacca gidenler orada hedy kurbanı keserken, mukim olan müslümanlar da udhiye kurbanı ile onların ruhaniyetine iştirak ediyor. Hacca gidenler Arafat’ta vakfeye durup, mahşerin misali olan o insan seli içinde Allah’a niyaz ederken, diğer yerlerdeki müslümanlar da arefe günü oruç tutmakla, vakfe saatinde dua etmekle onların mânevî kazançlarından hisse almaya çalışıyorlar.
Bir inanç uğruna fedakarlık yapmak, insanın bağlı olduğu şiarlarla olan irtibatını kuvvetlendiriyor. Bizim bağlı olduğumuz en temel şiarımız ise Allah’a teslim olmaktır. Allah’a teslim olma sembolü olan her amel, bizde gerektiğinde her konuda Allah’ın emir ve hükümlerine teslim olma şuurumuzu kuvvetlendirmeli…
Elbette teslimiyetin gönlümüzde yerleşmesi için bizde bir ahlak ve tabiat hâline getirecek kadar teslimiyet alıştırmaları yapmamız gerekiyor. Çünkü nefsimize zor gelen bir hâli kazanmak ancak bir zaman nefisle mücadele ederek güzel ameller yapmakla mümkün oluyor.
Salih ameller; ancak devamlılıkla yerleşir, ahlâkı güzelleştirir, şahsiyeti olgunlaştırır ve insandaki iyi tarafı kemâle erdirir. Eğer alıştığımız amelleri yapmakta zorlanmıyor ama bizden biraz daha fazlası veya pek alışmadığımız bir fedâkârlık istendiğinde sıkıntı hissediyorsak, kendimizi bir hesaba çekmeliyiz.
İmâm-ı Gazâlî güzel ahlâkı tarif ederken; “kişinin o iyiliği yaparken sıkıntı duymaması,” diyor. Meselâ cömertlik bir kişide ahlâk hâline gelmişse, artık kendisinden bir ikram veya iyilik istenmesi zoruna gitmez.
Bunun gibi insanın îmânı; artık iyice iç âlemine yerleşmiş, bütün kararlarına, duygularına, tavır ve davranışlarına yön verecek kadar onun şahsiyetinin bir parçası olmuşsa; o kişiye îmânı için hiçbir fedâkârlık zor gelmez. Eğer geliyorsa; demek ki îmânımızda bir kabuk bağlama, bir küllenme problemi olsa gerektir. Demek ki îmânımızı tazeleyecek amellere ihtiyaç var. Bir de amelleri kuru şekil ve alışkanlık hâlinde değil; güçlü duygularla, canlı bir şuurla yapmaya…
Kurban ibadeti, bir yönüyle fıkıh kuralları ile belirlenmiş, şekli bir ibadettir. Hangi hayvanlardan kurban olur, büyük baş hayvanlara kaç kişi ortak olabilir, hepsi belirlenmiştir. Ama bu kurallar bile insanı bir yönden de işin mânevî yönünü düşünmeye mecbur eder. Mesela bir bedene, yani büyük baş kurbanlığa ortak olan kişilerden sadece birinin niyeti Allah için kurban kesmek değil de et yemek ise, diğerlerinin de kurban ibadeti yerine gelmiş olmaz. Bu gerçek bize, amelimizde samimi ve ihlaslı olmamız ve kimlerle ortak olduğumuza dikkat etmemiz gerektiğini düşündürmeli…
Nitekim Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.”(Hacc, 37)
Demek ki, kurban kesmek bir suretten ibaret değil, kurban asıl kalpteki ihlaslı niyet sayesinde kurbiyet vesilesi olabilir.
Kurbiyet, yakınlaşma demektir. Allah’a yaklaşmak yani Allah’ın rızasını kazanıp, katında derecelere nail olmak için yapılan bir ameldir, kurban.
Allah-u Zülcelâl’e yaklaşmanın yolunda bize rehberlik eden en güzel örnek olan, Peygamber aleyhisselatu vesselamın sünnetidir. İşte bu sebeple kurban ibadeti esnasında daima bu şuur içinde olmalıyız. Bu ameli yaparken Peygamber efendimize mütabaat ettiğimizi tefekkür etmeliyiz. Gaflet ile, aceleci, öfkeli hareketlerle bu ibadetin maneviyatını heba etmemeliyiz.
Allah’ın rızasını kazanmak için sabrımız, fedakarlığımız ne kadar, bundan imtihan ediliyoruz. Bu imtihan esnasında sergilediğimiz hâl, bizim kulluk ve muhabbet iddiamızdaki samimiyetimizin ispatıdır.
Allah’ın bir emrini yerine getirirken ne kadar huşu ve tazim duyguları içindeyiz? Gücümüz yetiğince en iyisini, en değerlisini seçip kurban edebiliyor muyuz? Muhtaçlarla paylaşıp ikram etme hususunda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi ne kadar örnek alabiliyoruz?
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Koyunun çoğunu ihtiyaç sahiplerine dağıttılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir ara:
“Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Aişe:
“Sadece bir kürek kemiği kaldı,” cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber;
“Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâme 35)
Fedakarlık Peygamber efendimizin sünnetinin ve ahlakının mümtaz vasfıydı. Bizim de ona ne kadar mütabaat ettiğimizin ölçüsü yine ancak fedakarlık olabilir. Bugün malımızdan ne kadar fedakârlık yapabiliyorsak yarın gerektiğinde canımızı da o kadar feda edebiliriz. Zamanımızı, imkânlarımızı Allah yolunda, O’nun dîninin hizmetinde ne kadar feda edebiliyorsak; ancak o kadar kulluk ve muhabbet iddiasında bulunabiliriz.
Kurban kesmenin bir yönü de, insana ölümü tefekkür ettirmesi, hiç kuşkusuz. Bir gün bizim fânî vücudumuz da kara toprağa girecek, tıpkı nefsimizin bir misali olan o kurbanlıkların yanı üstüne düşmesi gibi…
Kurban kesim yerlerine gidip hep kaçındığımız ölüm manzarasıyla yüzleşmek, insanı dalıp gittiği gafletten uyandırmalı. Birkaç dakika sonra kesileceğini bilmediği için boğaz derdinde olan o hayvanlardan bir farkımız olması gerektiğini düşünmeliyiz. Ölüm karşısındaki acizliğimizi hatırlamak, mutlaka başımıza gelecek olan o ana hazırlanmamızı sağlamalı…
Allah-u Zülcelâl kabul edeceği ameller işlemeye muvaffak kılsın, amin.