HİKMET PINARI / Hizmetin Temeli Güzel Ahlaktır

HİKMET PINARI
Hizmetin Temeli Güzel Ahlaktır
Hayrünnisa Hanım
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
أَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp da ondan bir türlü çıkamayan kimse gibi olur mu?” (En‘âm, 122)
Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerîmede iman nuruna dikkat çekmiştir. Allah’ın nurundan nasiplenen bir kimse, bu nur ile insanlar arasında yürür. Zulmette olan ise, gözleri kör olmuş bir kimseye benzer. Nasıl ki görmeyen bir yarasa yönünü bulamaz, sağa sola çarparsa; iman nurundan mahrum kalan kimse de karanlıklar içinde yolunu şaşırır. Bu hâl, insanı günahlara ve dalalete sürükler. Sonunda ise bataklıkta kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Bu ayet-i kerîme, Hz. Ömer radıyallah-u anh ve Ebû Cehil hakkında örnek olarak inmiştir. Hz. Ömer radıyallah-u anh, Allah-u Zülcelâl’in hidayetiyle küfür ve nifak karanlığından çıkarılmış ve hidayet nuru ile nurlandırılmıştır. Bugün dahi onun hayatından ümmet istifade etmektedir. Allah’ın lütfettiği bu nur, çağları aşarak Müslümanlara ulaşmıştır.
Ebû Cehil ise ayetin ikinci kısmında zikredilen kimseye örnek gösterilmiştir. Kendi dalaleti içinde kalmış, küfrü ve nifakıyla karanlıklarda boğulmuştur. Bu hâl, karanlıklardan çıkamayan kimselerin nasıl bir azap içinde olduğunu ifade eder.
Bu sebeple, Allah-u Zülcelâl’in bizleri hidayet nuruyla nurlandırması, en büyük nimetlerden biridir. İman nurunun ardından gelen en büyük nimet ise tevbedir. Çünkü insan, tabiatı itibarıyla hata yapmaya meyillidir. Eğer tevbe kapısı açık olmasaydı, bu hatalar kişiyi helake sürüklerdi. Ancak tevbe, imanla birlikte kurtuluşa vesile olur.
Allah-u Zülcelâl’in bahsettiği bu iman nuruna erişen kimse, üzerine sâlih amelleri, güzel ahlâkı ve ihlaslı tevbesini eklediğinde, inşâallah bu nur ile hakiki hidayete erer. Rabbimizin bize ihsan ettiği en önemli nimetlerden biri olan iman, sadece bir kabulleniş değil; bir hayat ölçüsüdür.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah imanı yarattığında, iman: ‘Ya Rabbi, beni kuvvetlendir.’ dedi. Allah-u Zülcelâl de onu güzel ahlâk ve cömertlikle kuvvetlendirdi.” (İmam Mâlik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 8)
Bu hadisten anlaşıldığı üzere, iman güzel ahlâkla ve cömertlikle desteklenmiştir. Bu sebeple, farz olan amelleri yerine getirdikten sonra, Resûlullah aleyhisselatu vesselamın örnekliğinde, Ashâb-ı kirâmın yaşantısında görüldüğü gibi, güzel ahlâkla ahlâklanmak gereklidir. Birbirine hilm ile muamele etmek, hüsnüzan ile yaklaşmak ve birlik içinde hareket etmek müminin şiarıdır.
Yine Resûlullah aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur:
“Şeytan, Arap Yarımadası’nda artık kendisine ibadet edileceğinden ümidi kesmiştir. Ancak insanlar arasında düşmanlık çıkarmakta etkilidir.” (Müslim, İmân, 67; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 2)
Bu hadis-i şerif, şeytanın artık açık ibadetten ümidi kestiğini; fakat müminler arasında tartışma, küskünlük ve mücadele çıkarmaya yöneldiğini haber verir. İnsanlar birbirinin hatasına odaklandığında, asıl sorumluluklarını unuturlar. Farz ve nafile ibadetler zayıflar, kişinin kulluk şuuru arka planda kalır. Bu hâl, kişinin asıl maksadından uzaklaşmasına sebep olur.
İnsan bazen birçok sâlih amel işlemiş olur; fakat bir kalp kırıklığı, bir gönül incinmesi, bir müminle olan mücadele sebebiyle bu amellerin sevabını yitirir. Şeytan, bu tür vesveselerle amelini zayi ettirir. Bu sebeple, Allah-u Zülcelâl’in imanı güzel ahlâkla güçlendirdiğini bizlere Resûlullah aleyhisselatu vesselam haber vermiştir. Bu da imanla birlikte ahlâkın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar.
Hz. Îsâ aleyhisselâm bir gün havârîleriyle birlikte Yahûdîlerin arasından geçti. Yahûdîler, kendisine kötü sözler söylediler. Hz. Îsâ aleyhisselam ise onlara tebessümle ve güzel sözlerle karşılık verdi. Havârîler, bu durumu hayretle izledi ve sordular:
— “Ey Allah’ın Peygamberi! Onlar sana kötü sözler söyledikleri hâlde, sen neden onlara hep güzel sözlerle karşılık verdin?”
Hz. Îsâ aleyhisselam şöyle cevap verdi:
“Herkes, yanında olanı infak eder. Onlardaki kötülüktü; onu infak ettiler. Benim yanımda ise iyilik vardır; ben de onu infak ettim.”
Bu ifadeler, imanın bir tohum; ahlâkın ise bu tohumdan çıkan güzel meyveler olduğunu ortaya koyar. Güzel söz, güzel bakış açısı ve güzel ahlâk, imanın en açık tezâhürleridir. Bu sebeple, Müslümanlar arasındaki geçim ne kadar sağlam olursa, hizmet de o kadar sağlam temellere oturur.
Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntıların, çoğunlukla kendi aralarındaki fikir ayrılıkları ve ayrılıklardan kaynaklandığı görülmektedir. İslâm ülkeleri, birlik ve beraberlikten uzak bir manzara çizerken; aynı cemaat içinde, hatta aynı hizmette bulunan kimseler arasında dahi ayrılıklar yaşanabilmektedir. Oysa İslâm bir bütündür ve bu bütünlük içerisinde yürütülen hizmetten verim alınabilir.
Hilm ile davranmak, müminin taşıması gereken birinci özelliktir. İkinci olarak ise istişâredir. Müslüman, diğer müminleri küçük görmemeli; fikirlerini küçümsememelidir. “Ben söylesem ne olacak” anlayışı, İslâm kardeşliğine zarar verir. Mümin, kendi fikrine saplanıp kalmamalı; istişâreye açık olmalıdır. Çünkü rahmet, istişârede gizlidir:
“(Ey Peygamber!) İş hakkında onlarla istişâre et.” (Âl-i İmrân, 159)
İslâm kardeşliği, güzel ahlâkla ve hilm ile inşa edilir; istişâre ile kuvvet bulur. Rabbimiz, bu ahlâkı taşıyan müminleri rahmetiyle yüceltir ve eksikliklerini lütfuyla tamamlar.
İstişâre ve Hilm: Birlikte Yürüyebilmenin Sırrı
Allah-u Zülcelâl, Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme hitaben şöyle buyurur:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللَّـهِ لِنتَ لَهُمْ ۖ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ ۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ
“(Ey Muhammed!) Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet kaba, katı yürekli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. O hâlde onları affet, onlar için Allah’tan bağışlanma dile ve onlarla iş konusunda istişârede bulun.” (Âl-i İmrân, 3/159)
“Ayet-i kerimede Resûlullah Efendimiz’in aleyhisselatu vesselam ümmete karşı yumuşak huylu, affedici ve istişâreye açık oluşu vurgulanır. Ayette, önce affetmek, sonra bağışlanma dilemek ve ardından istişâre emredilmiştir. Bu tertip, İslam toplumunun sağlıklı şekilde işlemesinde bu üç unsurun önemine dikkat çeker. Bu ayetin öncesinde Rabbimiz buyuruyor ki: ‘Onları affet, onlara yumuşak davran, bağışlanma dile.’ Sonrasında da ‘onlarla istişarede bulun’ buyuruyor. Eğer Allah-u Zülcelâl dilemeseydi, zaten vahiy ve ilham yoluyla Resulullah Efendimiz aleyhisselatu vesselamı yönlendirilirdi; istişareye ihtiyaç kalmazdı. Zira O aleyhisselatu vesselam, hata yapmazdı. Ancak Resûlullah Efendimiz ve sahabe efendilerimiz ümmete örnek olduklarından dolayı, onların her davranışı bizim için bir ölçüdür.”
Seyda Feyzullah Hazretleri kuddise sırruh bir sohbetinde şöyle buyurdu:
“Uhud Savaşı’nda sahabelerin o hataya düşmeleri Müslümanlara bir örnektir.”
Çünkü onlar her yönüyle bizlere örnektir. Resûlullah Efendimiz aleyhisselatu vesselam’ın sözlerine hadis diyoruz. Ancak hadis ilmine göre Resûlullah Efendimiz aleyhisselatu vesselam’ın sadece sözleri değil, davranışları da hadistir. Hatta bir olaya müdahale etmeyip sessiz kalması, yani onu onaylaması da hadis olarak kabul edilir. Bu sebeple hadisler; sözlü (kavlî), fiilî ve takrîrî (onaylayıcı) olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Resûlullah aleyhisselatu vesselam, hata yapmayan bir peygamberdi. Allah-u Zülcelâl, ona doğrudan vahiy yoluyla emrederdi. Ancak buna rağmen istişâre emredilmiştir. Çünkü onun her hali ümmete örnektir. Nitekim bir sahabe meclisinde söylenen şu söz dikkat çekicidir:
“Resûlullah’ın sözleri kadar, fiilleri de, hatta bir şeye sessiz kalışı da sünnettir.” (Tirmizî, İlim, 10)
Resûlullah’ın aleyhisselatu vesselam sadece söyledikleri değil; yaptığı ve sessiz kaldığı her davranışı da mü’minler için örnektir. Bu sebeple Seyda Hazretleri kuddise sırruh buyurdu ki:
“Uhud Savaşı’ndaki sahabe hataları, ümmete örneklik teşkil etmesi açısından büyük bir nimettir.”
Müslümanların birbirleriyle istişâre içinde olmaları da bu örnekliğin bir parçasıdır. Bir karar alındığında, kişi kendi fikrini beğense de beğenmese de hizmetin hayrına olanı gözetip çoğunluğun kararına uymalıdır. Bu yaklaşım, müminin diğer mümine değer vermesini, onu ciddiye almasını ve bu saygıdan doğan istişârenin bereketini gösterir. Çünkü her şey niyete bağlıdır. Bir mümin, istişâreyi Allah rızası için yaparsa, Allah-u Zülcelâl de ona niyetine göre netice lütfeder.
Allah-u Teâlâ, kulunun kalbindeki ihlâsa, sadâkate ve samimiyete göre muamele eder. Bir müminin bir başka mümine bakışı, Rabbimizin o kişinin kalbine koyduğu ihlâs mertebesiyle orantılıdır. Bu nedenle niyet temizliği ve samimiyet, istişârenin de hizmetin de bereketini getirir.
Bizlerin de birbirimizle istişare içerisinde olmamız ve bu istişarenin neticesinde ister hoşumuza gitsin ister gitmesin, Allah-u Zülcelâl nasıl razı olacaksa, hizmet adına nasıl faydalı olacaksa, çoğunluk nasıl bir karar aldıysa ona uymak ve ona tâbi olmaya çalışmak gerekir.
Seyda Hazretleri kuddise sırruh buyuruyordu ki:
“Ben bazen Rabbimizin bu emrini yerine getirmek için yanımda bulunan bir kişi dahi olsa, yapmak istediğim bir mesele hakkında, o kişinin bu konuyla alakalı bilgisinin olmadığını bildiğim hâlde, sadece Allah-u Teâlâ’nın bu âyet-i kerimesini yerine getirmek için onunla istişare ediyorum.”
Bu sebeple, burada müminin mümine değer vermesi, birbirine sevgiyle, muhabbetle bakması ve bu değerin neticesinde insanların birbirleriyle istişare edip, bu istişarenin sonucunda Allah’ın izniyle menfaatin hâsıl olması mümkündür. Çünkü her şey niyete bağlıdır.
Seyda Hazretleri’nin niyeti Allah’ın emrini yerine getirmek ve sadakattir; yani Allah’a karşı bir sadakattir. Allah-u Zülcelâl de o niyete göre ona nasip eder, herkese nasip eder. Zira insan niyetini nasıl alırsa, Allah’a karşı sadakati ne ölçüde olursa, yani ihlâsı ve dürüstlüğü ne kadar olursa, Allah-u Zülcelâl de ona o samimiyete göre verir. Bizlerin birbirimize karşı olan davranışlarımız da her zaman Allah-u Zülcelâl’in bize bakarak kalbimize koyduğu ihlâs mertebesi nispetindedir.
Tebessüm Sadakadır
Fudayl bin İyaz rahmetullahi aleyh buyurmuştur ki: “Bir kişinin, mümin kardeşinin yüzüne sevgiyle, merhamet duygularıyla bakması, kendisi için bir ibadettir.” Bu sebeple denilmiştir ki, Resûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimizin yüzünden tebessüm hiçbir zaman eksik olmamıştır. Çünkü bu, ibadet mesabesindedir.
Şöyle düşünelim: Bir kimsenin başka bir kimseyle arasında bir kırgınlık, bir tatsızlık vardır; konuşmak istemiyordur, gitmek istemiyordur. Eğer bu durumu düzeltmek istiyorsa, önce Allah’ın selâmını verecek, güler yüz gösterecektir. Çünkü Allah’ın selâmı başlı başına bir duadır. Güler yüz ise sadakadır. Bu ikisi birleştiğinde, Allah’ın izniyle o sıkıntının çözülmesine ilk adım atılmış olur.
Sonrasında ise hâlini hatırını sormak, hastalandığında ziyaretine gitmek gerekir. Zira bunlar, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındandır. İyi günde de kötü günde de insanlar birbirinin hâlini hatırını sorduğu zaman, Allah’ın izniyle o kırgınlıklar, tatsızlıklar ve şeytanın araya koymak istediği nifaklar gider.
Bir insan, yaradılış itibarıyla kendi kendine güzel ahlak sahibi değildir. Yoğrula yoğrula güzel ahlak sahibi olur. Nasıl ki bir elbiseye yama yapıldığı zaman, o yamanın görüntüsü ne kadar belli oluyorsa, elbisedeki yırtığı kapatır ama yamalı olduğu da fark edilir… Aynı şekilde, bir insanın da güzel bir ahlakı kendine kazandırmak istemesi durumunda, bu kolayca oluşmaz. O ahlakı huy hâline getirmek istiyorsa, ona çaba sarf etmesi gerekir. Kendini onunla yoğurması gerekir ki, o güzel ahlak onda meleke haline gelsin, tabiatına dönüşsün.
Yani insan, yaradılış itibarıyla cömert olarak yaratılmamıştır. Cimri olarak yaratılmıştır. “Benim malım ne olacak?” kaygısıyla, fakirlik korkusuyla yaratılmıştır. Bu yüzden her şeye “benim, benim” gözüyle bakar. Ama insan, vere vere, infak ede ede, kendini zorlaya zorlaya, infakın mükâfatını öğrendikten sonra cömertlik sıfatını kazanır. Güzel ahlak da böyledir. Bütün güzel vasıflar böyledir.
İnsanda ayrıca kibir vardır. Tevazu sahibi olabilmek için, az önce söylediğimiz gibi, selam vermek gerekir. Allah’ın selamını vermek, güler yüz göstermek, gitmek, varsa bir hatasını affetmek, o selam vermese bile senin ona selam vermen… Bütün bunlar insanı kibirden uzaklaştırır, tevazuya yaklaştırır. Allah’ın izniyle, başta yama gibi duran o davranışlar zamanla elbisenin kendi rengine bürünür. Yama gibi görülmez artık.
Bu sebeple güzel ahlak sahibi olmak, bu dünyada da insanlar nezdinde çok kıymetlidir. Her insanın kimliği nasıl farklı farklı yaratıldıysa, fıtrat bakımından da herkes farklı yaratılmıştır. Ama bir insanda fiziksel güzellik olmasa dahi, güzel ahlak varsa; onunla oturup kalkmak, ömür sürmek insana huzur verir, tat verir.
Kıyamet gününde, kabir ehlinin içerisindeki ruhlar arasında Allah katında en mukaddes olanlar, güzel ahlaklı olan ruhlar olacaktır. O yüzden de Allah-u Zülcelal imanı nasıl güzel ahlakla güçlendirmişse, hizmetimiz de güzel ahlakla işlenecektir inşâAllah.
Birbirimize değer vermek, sevgiyle, şefkatle, merhametle bakmak ve birbirimizi kucaklamak… Allah’ın izniyle bu güzellikler bize bereket olur. Bir insan, bir insanda bir hata gördüğü zaman… Âlimlerden bir tanesi çok güzel bir söz söylemiş: “Bir taraf ne kadar hatalıysa, kusurluysa; karşı tarafı da o kadar kusurlu görür.” Bu söz beni hep düşündürmüştür gerçekten. Yani insan kendi içiyle meşgul olsa, kendi kusurlarını görse, karşı tarafı bu kadar kusurlu göremez.
Bu yüzden Allah-u Zülcelal bizlere, kendi hatalarımızla meşgul olmayı nasip etsin.
Ve Fudayl bin İyaz rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: “Mümin kimseleri ancak mümin olanlar sever.”
Şayet niyetimiz Allah rızasını kazanmak olursa, mümin kardeşimizde mutlaka sevecek bir haslet buluruz. Ve en önemlisi de, sen onda hiçbir güzel haslet bulamasan bile, onun Allah’a iman edişi, onu sevmen için yeterlidir; yeter de artar bile, Allah’ın izniyle.
Birbirimize hüsnüzanla, şefkatle, merhametle yaklaştığımızda tüm ümmete karşı bir acıma duygusu gelişir. Kimin nerede sıkıntısı varsa, ona el atmak isteriz. Maddî ve manevî olarak yardımcı olmak isteriz. Eğer gücümüz yetmiyorsa, onları dualarımızda bulundururuz; bu şefkat ve merhamet sebebiyle…
Bizler de birbirimize karşı güzel ahlâkla, anlayışla, şefkatle ve merhametle yaklaşır, birbirimizi kucaklarsak Allah’ın izniyle hizmette çok mesafe alırız. Çünkü hizmetimizin temeli güzel ahlâktır.
Allah-u Zülcelal bizlere de o bakış açısını nasip etsin. Amin.