ALLAH DOSTLARI / Süfyân-ı Sevrî -KS-

  • 08 Ağustos 2025
  • 139 kez görüntülendi.
ALLAH DOSTLARI / Süfyân-ı Sevrî -KS-
REKLAM ALANI

ALLAH DOSTLARI
Süfyân-ı Sevrî -KS-
Yusuf Şahin

Hicri ikinci asrın önde gelen alimlerinden olan Süfyân-ı Sevrî rahmetullahi aleyh muhaddis, fakih, müfessir kimliğiyle tanınmıştır. Tasavvuf ve sûfî kelimelerinin kullanımının yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde yaşayan Süfyân-ı Sevrî hazretleri hayatının önemli bir kısmını geçirdiği Kûfe’nin zühd halkasının önderlerinden kabul edilmiştir.
Asıl adı Süfyân bin Saîd olan ünlü alim, Emevî halifesi Süleyman bin Abdülmelik devrinde Irak’ta, Kûfe yakınında Esir denilen yerde doğmuştur. Babası Saîd bin Mesruk, Kûfenin meşhur muhaddislerindendir. Dedesi Mesrûk, Cemel Vak‘ası’nda Hz. Ali’nin saflarında savaşmış ve şehid olmuştur. Soyu on altıncı dedesi İlyâs b. Mudar’da Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in soyu ile birleşir. Temîm kabilesinin Sevr koluna mensup olduğu için Sevrî nisbesiyle anıldığı konusunda kaynaklar müttefiktir.
Annesi de tabakat kitaplarında adı geçen, hadis rivayet eden, ilim ve takvâ sahibi bir hanım olup ilim öğrenmeye teşvik için Süfyân’a verdiği öğütle meşhurdur. Amcası Hamza, kardeşleri Ömer ve Mübârek ile yeğenleri Ammâr b. Muhammed ve Seyf b. Muhammed yine Kütüb-i Sitte müellifleri tarafından güvenilir kabul edilen muhaddislerdir.
Süfyân-ı Sevrî rahmetullahi aleyh’in yetiştiği dönemde Kûfe şehri şer’î ilimlerin önemli merkezlerinden biriydi. Babasının ilim ehlinden olması, Süfyân’ın ilim yoluna girmesini kolaylaştırdı. Küçük yaşta hadis öğrenimine başlayan Süfyân-ı Sevri hazretleri güçlü hâfızası sayesinde kısa zamanda pek çok hadis ezberleyip rivayet etmeye başladı ve ilim çevrelerinde meşhur oldu. Hadis ilminde “Emiru’l-müminîn” sıfatına hak kazanacak bir seviyeye ulaştı. Kuvvetli hafızası sayesinde hadisleri yazarak değil, ezberden naklederdi.
Asrındaki müfessirlerin büyüklerindendi. Kur’ân ilimlerine dair geniş bilgi sahibiydi. Günümüze kadar ulaşabilmiş bir tefsiri vardır.
Abdullah b. Mes‘ûd’a ve Hz. Ali’ye dayanan Kûfe ilim geleneğinin temsilcilerinden fıkıh ve hadis, Âsım b. Behdele ve Hamza b. Habîb’den kıraat öğrendi. Fıkıh ilminde de ictihâd ve rey sahibiydi. Hicrî V. Asr’a kadar fıkhî görüşü ve fetvalarıyla amel edilmiş, fıkhına tâbi olanlara Sevrî denilmişti. Nitekim Cüneyd el-Bağdadî, Hamdun el-Kassâr onun fıkhıyla amel eden ünlü sûfîlerdir.
Hayatının büyük bir kısmı memleketi Kûfe’de geçti. Abbasî halifesi Ebû Ca’fer Ebû Hanîfe, Mısar bin Kudam, Şüreyk ve Süfyân-ı Sevrî rahmetullahi aleyhim ecmeiyn kadı tayin etmek istedi. Süfyân-ı Sevrî hazretleri kadılık görevini kabul etmeyip kaçarak bir gemiye sığındı ve önce Medîne’ye sonra Mekke’ye hicret etti.
Mekke, Medine, Basra, Şam, Yemen gibi dönemin belli başlı ilim çevrelerini dolaşarak bu bölgelerin kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh birikimlerinden yararlandı. Bağdat, Vâsıt, Cürcân, Rey, Askalân ve Kudüs’te bulundu.
Horasan bölgesinde Buhara’ya gitti. Merv şehrine de bu yolculuğu sırasında uğradı. Hac ve ilim tahsili sebebiyle pek çok defa Hicaz’a giden Sevrî, Mekke’de ve Medine’de tâbiîn âlimlerinden tefsir, hadis ve fıkıh öğrendi. Ca‘fer-i Sâdık kuddise sırruh’un talebeliğini yaptı. Basra’nın alimlerinden ders okudu, Dımaşk’ta Evzâî’den faydalandı. Bir yandan ilim yolculuklarına devam eden Süfyân-ı Sevri hazretleri babasının vefatı üzerine otuz yaşlarında iken ders okutmaya başladı.
Yaklaşık yirmi yıl boyunca Kûfe’de ve başta Medine ile Mekke olmak üzere dolaştığı bütün yerlerde ders verdi ve hadis rivayet etti. Mâverâünnehir’den Kuzey Afrika’ya ve Endülüs’e kadar İslâm coğrafyasının bütün bölgelerinden gelen çok sayıda öğrenci kendisinden faydalandı. İmam Mâlik, Şûbe, Yahya bin Sa’d el-Kattân, el-Evzâî, Abdullah bin Mübarek ve Süfyân bin Uyeyne onun talebeleri arasındadır. Vefatına yakın Basra’ya göçtü ve orada vefat etti.
Zahid ve Tasavvuf Ehliydi
Süfyân-ı Sevrî hazretleri tasavvufun temel eserlerinde zahidane hayatından çokça bahsedilen bir isimdir. Niyetini düzeltmek, Allah korkusu, zühd ve mümkün olduğunca uzleti tercih etmek onun tasavvufi hayatının temellerini oluşturmuştur.
Menkıbe kitaplarında zamanındaki diğer sûfîlerle münasebetlerinden bahsedilen, tasavvufun muhtelif konularına dair söz ve görüşleri nakledilen şahıslar arasındadır.
Kelâbâzî onun hakkında: “Sahabeden sonra sûfîlerin ilimleri hakkında konuşan, vecd hâllerini dile getiren, makamlarını yayan, sözle ve fiille tasavvufi hâlleri vasfeden şu kimselerdir” diyerek pek çok isim arasında onu da zikreder.
Süfyân-ı Sevrî, idarecilerin teklif ettiği makamları ve yardımları kabul etmeyip maîşet temini için ticaretle de meşgul olmuştur. Fakat zamanının ekserisini ilim neşrine ayırdığı için fakirlik içinde yaşamıştır.
“Sultanların kapısına sığınan âlim vurguncu, zenginlerin kapısında dolaşan ilim ehli, riyakardır.” derdi.
“Sultana karşı emr-i bilmârûf vazifesini ancak sözünü bilen, şefkatle konuşan âlim ve muttaki kimseler yapabilir,” diyerek onlardan da uzak durmuştur. Kendisine verilen hiçbir şeyi almaz, geri çevirir, şöyle derdi:
“Verdikleri şeye karşılık bana üstünlük taslamaya kalkışacaklar. Böyle olmayacağını bilsem alırım.” Kimseden bir şey almaz, borç bile istemezdi. Şöyle derdi:
“İnsanlar istenen borcu gizli tutmazlar. Gece alsan sabahı zor ederler ve hemen: Süfyân geldi, akşam benden borç aldı, diye yaymaya başlarlar. Bu yüzden uyuduğun ve uyandığın zaman ne alacağın ne de vereceğin olsun.”
Dünyevileşmenin ve tefrikaların çoğalması sebebiyle fitnelerden korunmaları için, sevenlerine şöyle nasihat ederdi:
“İnsanların arasına fazla karışmayın, uzleti ihtiyar edin. Eskiden insanların birbirleriyle karşılaşıp görüşmeleri birbirlerine fayda sağlardı. Şimdi ise öyle değil. Bu yüzden ibadetle meşgul olmak üzere yalnızlığı tercih edin.”
Hasan-ı Basrî ve Mâlik bin Dinâr gibi yünden yapılmış elbiseler, basit, ucuz elbiseler giyerdi. Fakat onun zahidlik anlayışı kuru ekmek yemek ve aba giymekten ibaret değildi. Ona göre zühd, dünyaya karşı zâhid olmak, kanaat ve kasr-ı emel sâhibi bulunmaktı.
İlmi Amel İçin Öğrenmeli
İlmi amel etmek için öğrenmek gerektiğini bildirirdi:
“İlim için gerekli şart onu bulma yollarını öğrenmektir. İlmi elde edince amel, sonra sorulana cevap, ihlâs ve sükût. İlim adamları tam ihlâs sâhîbi olsalardı bildikleriyle amel etmekten daha kıymetli bir şeyin bulunmadığını anlarlardı.”
Makam mevki edinmek için ilim öğrenilmesine üzülürdü. Onu bir keresinde mahzun gördüler, sebebini sorulduğunda şunu söyledi:
“Biz insanlara ticaret vâsıtası olduk. Gelir biri bizden okur da gider; kadı, vali veya ünlü birisi olur. İşte üzüldüğüm cihet budur.”
İlim ve hadis tahsilini edeb şartına bağlamış ve şöyle buyurmuştu:
“İlim ve hadis öğrenmek isteyen önce edeb öğrensin. Bu edeple yirmi yıl amel etsin ki, ilim tahsiline lâyık olsun. Alimler bozulunca onları kim düzeltecek? Onların bozulmalarının sebebi de gönüllerinin dünyaya meylidir.”
İlim öğretmenin karşılığında asla ücret veya hediye almazdı. Şakîk-i Belhî, ona bir kat elbise hediye etti, almak istemedi.
“Ben senden bir şey öğrenmedim, benim elbisemi niye almıyorsun?” diye itiraz ettiğinde şöyle mukâbele etti:
“Onu biliyorum, yalnız kardeşin benden öğrenmişti, bu sebeple çekindim.” dedi.
Zengin olmadığı halde çok cömertti. Anlatıldığına göre bir grup arkadaşı O’nu ziyarete geldiler ve evde bulamadılar. Buna rağmen kapıyı açıp içeri girdiler ve sofra kurup yemek yediler. Onların üzerine varınca sevindi ve:
“Bana selefin ahlâkını hatırlattınız, onlar da böyle yaparlardı” dedi.
Süfyân-ı Sevrî ’nin Allah Korkusu
Süfyân-ı Sevrî hazretleri akşam namazında bir cemaate imam oldu. Fâtiha’yı okurken:
“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz” âyetine gelince bayılıp düştü. Kendine geldiğinde ne olduğunu sordular, şöyle cevap verdi:
“‘Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz’ deyince, öyleyse niye doktorların ve sultanların kapısına koşup duruyorsun, denilmesinden korktum.”
Bir akşam doyasıya bir yemek yedi. Bunun üzerine:
“Yemi artan hayvanın işi de arttırılır” dedi ve o geceyi sabaha kadar ibâdetle geçirdi.
Bakışlarıyla bile günaha girmekten sakınırdı. Kûfe sokaklarında bir arkadaşıyla gezerken önlerine çıkan muazzam ve süslü bir konağın kapısına arkadaşının nazar ettiğini görünce onu îkaz etti:
“Böyle yapma! Eğer gelen geçen senin gibi yapmayıp bu binaya bakmasa adamcağız lüzumsuz bu kadar masrafa girmezdi. Böyle hayretle bakmak, israfta bu adama yardımcı olmaktır.”
Gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı. Sebebini sordular: “Üç üstada talebelik yaptım. Hepsi de zamanının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyadan îmansız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi” dedi.
Ölüm döşeğine yattığı vakit hüngür hüngür ağlıyordu. Etrafındakiler:
“Ümidini kesme, Allâh’ın affı senin günahlarından büyüktür. O, günahlarını affeder, ümitli ol.” dediklerinde şöyle mukabelede bulundu:
“Ben günahlarıma mı ağlıyorum? Ben îmânıma ağlıyorum. Îmân ile öleceğimi bilsem, günahlarım dağlar kadar büyük olsa da onlara aldırış etmem.”
HİKMETLİ SÖZLERİ
Süfyân-ı Sevrî hazretleri buyuruyor:
“Ey kardeşim! Her zaman ve her yerde, doğru ol. Yalan, sözünde durmamak, emaneti yerine getirmemek gibi kötü huylardan çok sakın. Yalancı ve sözünde durmayanlarla düşüp kalkma. Çünkü böyleleriyle beraber olmak, günaha sebep olur.”
***
“Dinini, dini üzerine titreyen Sünnet-i Seniyye’ye bağlı, ilmiyle amel eden âlimlerden öğren. Çünkü dininde sağlam olmayan, ilmiyle amel etmeyenlerin hâli, hasta olup, kendisini tedaviden ve kendine bir çâre bulmaktan âciz olan tabibin hâline benzer.”
***
“Kendine merhamet et. Sen kendine acımazsan, başkası hiç acımaz. Senden dünya sevgisini giderip, âhirete hazırlık için teşvik eden kimselerle oturup, kalk. Dünya işine dalıp, âhireti unutanlarla düşüp kalkma. Çünkü onlar senin dinini, itikadını ve kalbini bozarlar.”
***
“Dini hakkında senden bir şey soran her mü’mine, yardımcı ol. Onlara yol göster. Onlara nasihatte bulun. Allâh’ın beğendiği bir işte, sana danışan bir kimseden hiçbir şeyi gizleme. Bir mü’mine hıyanet etmekten çok sakın. Kim bir mü’mine hıyanet ederse, Allah ve Rasûlü’ne hıyanet etmiş olur.”
***
“Sabır, hayra ve iyiliğe, bunlar ise Cennet’e götürür. Hiddet ve gazaptan da kendini muhafaza et. Bunlar, insanı kötülüğe çeker. Kötülükler ise Cehennem’e götürür.”
***
“Âlimlerle münakaşa yapma. Kıymetini düşürürsün. Âlimlerin yanına gidip gelmek rahmettir. Âlimlerle irtibatı kesmekten Allah râzı olmaz.”
***
“Allah’tan gâfil olma. Çünkü Allah senden gâfil değildir. Allâh’ın senin üzerinde hakları vardır. Kıyâmet gününde onlardan hesaba çekileceksin.”
***
“Âhiretle alâkalı bir işe yöneldiğin zaman, senin ile onun arasına şeytan girmeden önce, acele edip onu hemen yap, geciktirme!”
***
“Çok yeme, yerken de sağlık, sıhhat ve âfiyet sâhibi olup, daha iyi ibâdet ve taat yapabilmek niyetiyle ye. Karnını şişirme, Allâh’ı zikredip, anmana mâni olur.”
***
Çarşıda fazla kalma. İhtiyacını gör ve ayrıl.
Oruca devam et. O, kötülük kapısını kapalı tutar. İbadet kapısını açar.
Az konuş, kalbin yumuşak olur, katılaşmaz. Ekseriyetle suskun ol, verâ sâhibi olursun.
Dünya metaının en iyisi elinize geçmeyeni, elinize geçenin en hayırlısı da elinizden çıkardığındır.
***
Mütevâzı, alçak gönüllü ol, sâlih amelleri tamamlamış olursun. Merhamet edersen, her şey de sana merhamet eder.
***
Mezarı düşünüp endişesini gizleyen ve ona göre hazırlanan kimse, orayı cennet bahçelerinden bir bahçe olarak bulur. Mezarı düşünmeyen ve ondan gaflet eden kimse ise orasını bir cehennem çukuru olarak bulur.
***
Âdemoğlunun maneviyatını öldürmek için şeytanın en kuvvetli silâhı yoksulluk korkusudur.
***

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ