KAPAK / Takva Sahibi Kulların Sıfatı: Tevbeyi Geciktirmemek

KAPAK
Takva Sahibi Kulların Sıfatı: Tevbeyi Geciktirmemek
Abdullah Sofuoğlu
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Adâlet güzeldir, fakat idârecilerde olursa daha güzeldir.
Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzeldir.
Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir.
Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir.
Tevbe güzeldir, fakat gençlerde olursa daha güzeldir.
Hayâ güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.” (Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs)
Tevbe, kulun işlediği kusur, kabahat ve günahlara pişman olup, onları terk etmesi, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a yönelmesi demektir.
Gençlik çağı, cahillik ve acemilik dönemidir. Hata yapmak bu dönemin özelliğidir. Bu sebeple günah veya hata işlediği zaman ümitsizliğe düşmemeli, tevbeye sarılmalıdır. Bu sebeple tevbenin en güzeli gençlik çağında yapılan tevbedir.
İnsan kaç yaşında olursa olsun hata ve kusurlarına tevbe etmeyi geciktirmemelidir. Çünkü tevbe etmeyi geciktirmek de adeta ikinci bir günah gibidir.
Tevbe etmek farzdır, çünkü Allah-u Zülcelâl birçok ayet-i kerimede kullarına; “Tevbe edin,” diye emretmiştir:
“Ey iman edenler! İçten samimi bir tövbe ile Allah’a tevbe edin…” (Tahrim, 8)
Her insan az veya çok hata sahibidir, amellerinde kusurludur veya gaflet içindedir. Tevbeye ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlısı ise tevbe edenlerdir.” (İbn Mace, Zühd 30) buyurmuştur.
Hata ve kusur işlemiş kişinin üzerine tevbe etmek farz olmuştur. Tevbeyi geciktirmek adeta o kusuru savunmak, hata olduğunu kabul etmemek gibi olur.
Hatalarında Israr Etmezler
Tevbe etmek, takva sahibi kulların sıfatıdır. Allah-u Zülcelâl takva sahibi kulların hatalarında ısrar etmeyen, hemen tevbe eden kullar olduğunu bildirmiştir:
“(O takvâ sahipleri ki…) bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmrân, 135)
Tevbe, Âdem aleyhisselam’ın kulluk sıfatıdır. İblis Allah’ın emrine isyan ettiği zaman hatasında direnirken Âdem babamız hata işlediğinde pişman olup tevbe etmiş ve affa nail olmuştur. Bu sebeple bir hata işleyince vakit geçirmeden tevbe etmelidir.
Bilhassa günah olduğunu veya ne kadar ciddi bir hata olduğunu bilmeden işlenen bir hatadan hemen dönülürse o günah yazılmaz. Bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:
“Allah katında (makbul) tevbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tevbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, ‘İşte ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ, 17-18)
İnsan zayıftır ve çeşitli etkilere maruz kalarak günah, hata veya amellerinde kusur işleyebilir. Hemen pişmanlık duyup tevbe etmek ise o günahın yazılmasına engel olur. Bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme isnad edilen bir rivayete göre şöyle bildirilmiştir:
“(Kişinin amellerini yazan) meleklerden sağda olan solda olanın âmiridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman bu iyilik 10 katıyla yazılır. Kul bir kötülük yaptığı zaman ise soldaki melek bunu yazmak ister. Ancak sağdaki melek O’na: “Yazma,” der. Bu şekilde soldaki melek bunu 6 veya 7 saat boyunca yazmaz. Kişi bundan dolayı Allah’tan bağışlanma dilediği zaman aleyhinde herhangi bir şey yazılmaz. Allah’tan bağışlanma dilemediği zaman ise bir kötülük olarak yazılır.” (Beyhaki, Şuabu’l İman, Bab 47, Hadis no: 6648)
İnsan zayıf bir varlıktır. Her ne kadar kalben kötülüklerden kaçınmayı istese de bir takım duygu ve tesirlere kapılarak yanlış hareketler yapar. En azından yapılan yanlışlara razı olur, gerekli engellemede bulunmaz. Mesela gıybeti dinler, engelleyemez. Bunlar ister istemez kalpte lekelere sebep olur.
Eğer insan bunlar için endişe duyar, hemen Allah’a yönelir, “Ya Rabbi, pişmanım, keşke yapmasaydım,” diyerek affına sığınırsa kabahatleri affedilebilir. Bilhassa Allah’ın rızasını kazandıracak ameller işleyerek kalpten bu günahın karanlığını silmek, yerine salih amelin nurunu doldurmak gerekir.
Esasen bir Müslüman’ın işlediği en ufak bir kabahat için dahi huzursuzluk duyması, sanki hemen ateşe atılacak gibi endişe etmesi gerekir. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Kişi kabahat işlediği zaman, bu ona huzursuzluk verirse işte o kişi mü’mindir.” (Ahmed b. Hanbel, IV, 12) buyurmaktadır.
Müminler işledikleri kabahati küçük görmezler, aksine huzurunda kabahat işledikleri Zât’ın büyüklüğünü düşünüp hayâ ederler. Bu sebeple de en ufak edebsizlikten bile sıkıntı duyar, bunun ebedî felakete yol açmasından endişe ederler.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Mü’min günahlarını, sanki dibinde oturup da üzerine düşeceğini sandığı bir dağ gibi görür. Münafık ise burnunun ucundaki bir sinek gibi görür,” (Buhari, Deavât 4; Tirmizî, Kıyame 49) buyurmuştur.
Tevbe hakkında Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bir müjdesi de şudur:
“Günahlarından samimi olarak tevbe eden kimse hiç günah işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, Zühd, 30; 4250) buyurmuştur. Böyle bir müjde varken tevbeyi ihmal etmenin, geciktirmenin bir mazereti olamaz.
Tevbe Samimi Pişmanlıktır
Tevbe, küçük büyük demeden bütün hatalara ve gafil geçen ömre pişman olmaktır. Pişmanlık ateşiyle yanan gönüllerde, kötü istek ve arzulara karşı hırslar söner yerine güzel amellere karşı rağbet ve gayret gelir. Pişmanlık ve tevbenin meyvesi ise halini ıslah etmek, kalbini güzel niyetlerle, azalarını güzel amellerle bezemektir.
İslâm âlimleri tevbenin geçerli olması için gerekli şartları belirlemişlerdir. Buna göre bir tevbenin makbul olabilmesi için; işlenen günahı terk etmek, günah işlediğine pişman olmak, günahı bir daha işlememeye azmetmektir. Eğer işlenen günah kul haklarıyla ilgili ise bu durumda hem hak sahibi ile helalleşmek hem Allah’tan af dilemek gerekir. Kul hakkından kurtulmak, ihlal edilen hakkı, sahibine veya varislerine iade etmekle ya da affını istemekle olur.
Tevbe, aynı zamanda gafletten sıyrılmak, Allah’a dönmek, Allah’ın razı olacağı amellere ve hayat tarzına yönelmek demektir. Bu sebeple her insan sık sık tevbe etmelidir. Çünkü gafletten sıyrılıp Allah’a kulluk vazifelerini eksiksiz yapmak kolay değildir. Büyük günahlardan sakınan kişiler de amellerdeki kusurlardan ve alışkanlıkla işleniveren hatalardan sakınamamış olabilir.
Hele günümüzde elimizle olmasa bile dilimizle, gözümüzle ve en önemlisi kalbimizle kabahat işlemememiz mümkün değildir. Hâlbuki azaların sultanı kalptir ve Allah-u Zülcelâl kalbe bakmaktadır. Bu sebeple kalbimizdeki günah ve gaflet lekelerini fazla sertleşmeden hemen temizlemek için tevbe etmeye acele etmelidir.
Öyleyse yarın ölecekmişiz gibi düşünerek, ömrümüzün son yirmi dört saatini yaşıyor olsak ne yaparsak onu hemen şimdi yapmaya başlamalıyız.
Terzilikle geçimini sağlayan bir kişi, bir alime ziyarete gitmişti. Ona bir soru sordu:
– Bir insan ömrünün sonuna kadar günah işlese, ölüm döşeğinde tevbe etse kabul olur mu?
O büyük zat dedi ki;
– Evet, can boğaza gelmeden önce tevbe edilebilir. Ama ölüm döşeğine düşmeyi bekleme, çünkü tevbeyi geciktirmek uygun değildir.
– Niçin uygun değildir?
– Senin mesleğin ne?
– Terziyim.
– Terzilikte en kolay iş nedir?
– Kumaşı makasla kesmektir.
– Kaç yıldır terzisin?
– Otuz yıldır.
– Ölüm döşeğine düştüğün zaman kumaş kesebilir misin?
– Can derdine düşen insan nasıl kumaşla uğraşsın? Kesemem elbette.
– Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi nasıl yapabilirsin? Bugün tevbe et ki ömrünün sonunda da sana tevbe etmek nasip olsun.
Terzi bu söze hak verdi, hemen tevbe edip, salih bir insan oldu.
“Yarın Yaparım Diyen Helak Oldu”
Tevbeyi geciktirmenin bir sebebi de tevbeyi bozma korkusudur. Nasıl olsa bozarım, diye endişe ederek tevbeyi ertelemek çok büyük bir hatadır. Çünkü hiçbirimiz ömrümüzün ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Yarına çıkacak mıyız; tevbe etmeye fırsat bulacak mıyız, haberdar değiliz.
Üstelik yarının bugünden farkı da yoktur. Bugün yapamadığımız bir işi yarın yapmamız daha kolay olmayacaktır. Aksine nefsimiz ona uyduğumuz ölçüde azgınlaşıp güçlenecek, ruhumuz ise onu beslemediğimiz için zayıflayacaktır. Tıpkı Mevlana’nın hikâyesindeki ihtiyar adam ve dikenli çalı meselesi gibi.
Mevlâna hazretleri, tevbe etmeyi geciktirmenin kötü neticesini şöyle bir benzetmeyle anlatır:
“Adamın biri yol kenarına diken ekmiş. Önceleri zararsız gibi görünen bu dikenler, zamanla gelip geçenleri rahatsız etmeye başlayınca, şikâyetler çoğalmış. Fakat adam bu şikâyetleri duymazlıktan gelmiş. Derken, Allah-u Teâlâ’nın bir veli kulu gelip adama dikenleri sökmesini söylemiş. Adam da:
“Bir hayli gün var babacığım. Bugün olmazsa yarın; bir gün mutlaka o dikenleri sökeceğim” demiş. Bunun üzerine Allah dostu, adama şöyle demiş: “Hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun. Fakat, bil ki günler geçtikçe o dikenler büyüyüp güçleniyor, sense güç kaybediyorsun. Dikenler gençleşiyor, sense giderek ihtiyarlıyorsun…”
İşte, tevbeyi erteleyenin durumu da bunun gibidir. “Şimdi tevbe etsem de tutamam, yarın yine işlerim. Bu sebeple bekleyeyim de sonra tevbe edeyim,” dediğimiz zaman o günah kök salıp dal budak vererek yeni günahları beraberinde sürüklemektedir. Öyle ki kalbimiz artık günah ve kabahatlerin acısını hissedemeyecek kadar ağır hasta hale gelmektedir. Biz istediğimiz zaman tevbe edebiliriz zannederken tevbe edebilecek gücümüz yavaş yavaş elimizden kayıp gitmektedir.
Zaman bize ne getirir bilemiyoruz. Kalbimiz de kendi elimizde değildir, ona biz hâkim değiliz. Aksine ona tesir eden pek çok etki ile kuşatılmışız.
Belki zamanımızı iyi değerlendirip hemen manevi yönümüzü geliştirmezsek önümüzdeki yıllarda karşımıza çıkacak yeni şartlarda bu imkânı hiç bulamayacağız. Mesela “Önce biraz çalışıp para biriktireyim. Maddî imkânlarımı düzlettikten sonra maneviyatla ilgileneyim,” diye düşünürken, bir bakarız, dünya işlerine dalıp gitmişiz. Dünya nimetleri elimize geçtikçe ahiretin gönlümüzde değeri azalmış, artık maneviyatın eksikliğini hissetmez olmuşuz.
Nitekim Peygamber efendimiz; dünya işlerine dalmaya ve ahireti hep yarına ertelemeye sebep olan aşırı meşgalelere dalmayı tavsiye etmemektedir. Bir hadis-i şerifinde,
“Böbürlenip kibirlenen, fitnecilik yapan kimse olmayın; iyi, güzel şeylerin ticareti dışında ticarete (dalıp giden) kişiler de olmayın. Muhakkak ki, onlar amellerini geriye erteleyen / yarıncı kimselerdir.” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, 1; 129)
İçinde bulunduğumuz hal ne olursa olsun, bizim için tevbe etmeye, hemen salih amellere başlamaya en elverişli haldir. Zamanın bize bundan daha iyisini getireceğini nereden biliyoruz?
Allah hepimize makbul tevbe nasip eylesin. Amin.