HİKMET PINARI / Sihir ve Büyüden Korunmak İçin

HİKMET PINARI
Sihir ve Büyüden Korunmak İçin
Hayrünnisa Hanım
يَا رَبِّ لَكَ الْحَمْدُ كَمَا يَنْبَغِي لِجَلاَلِ وَجْهِكَ وَلِعَظِيمِ سُلْطَانِكَ
“Ey Rabbim! Zât’ının Celal’ine ve Hâkimiyetinin azametine layık şekilde Sana hamd olsun.”
Geçen sayımızda büyü ve sihirden korunmak için Felak ve Nas surelerinin öneminden bahsetmiştik.
Felak ve Nâs surelerine “Muavvizeteyn” denilir. Bu iki sureyle Kur’ân-ı Kerîm sona erer. Rabbimizin Kur’an’ı Fâtiha ile başlatıp Felak ve Nâs ile bitirmesinin elbette derin bir hikmeti vardır. Kur’an, belli bir düzen ve hikmet üzere indirilmiştir. Bu tertibin her aşamasında ilahi bir murat vardır.
Fâtiha suresinde “Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn” diyerek bize hamdi öğreten Rabbimiz, hayatın başında kendisine hamd ile başlamamızı ister. Kur’ân’ın sonunda ise: “Bana sığının. Her işinizin sonunda, her durumda yalnızca Bana yönelin. Tek sığınak Benim.” buyurarak, nihayetinde de yalnızca kendisine yönelmemizi emreder.
Felak Suresi’nde Rabbimiz buyuruyor:
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ
“De ki: Felak’ın (karanlığı yarıp aydınlığı ortaya çıkaran sabahın) Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden. (Allah’a sığınırım)” (Felak, 1-5)
Felak, aydınlık demektir. Sabahın, yani güneşin doğuşu ile yeryüzünün Allah’ın ışığıyla nurlanmasıdır. Bütün kâinat, hatta nebatlar dahi, o güneşin aydınlığıyla nefes alır. Her şeyin o aydınlığa kavuşmasına ve o sabahın sahibine, yani Allah’a sığınmak için dua etmeliyiz.
“Yaratılmış olan her şeyin şerrinden.”
Ne tür şer olursa olsun, onların tüm şerrinden Allah’a sığınmamız gerektiği ifade edilmiştir.
“Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.”
Gece, olayların gizli olduğu zamandır. Depremlerin, hırsızlıkların, vahşi hayvanların ortaya çıktığı vakittir. Korkunun, belirsizliğin hâkim olduğu zaman dilimidir. Bu yüzden gecenin karanlığından da Allah’a sığınmamız emredilmiştir.
“Düğümlere üfleyenlerin şerrinden de Allah’a sığınırım.”
Burada geçen “neffasati” kelimesi, müennes (dişil) bir kelimedir; yani kadınlara hitap edilmektedir. Diyor ki Rabbimiz, burada kadınları zikretmesinin sebebi, sihrin çoğunlukla onlardan kaynaklanmasıdır. Bu da bizim için bir ibrettir, bir derstir.
Kadınlar, duygu yönünden zayıf olduklarından, kolay inanma, kanma ve aceleci davranma gibi halleri vardır. Duygularını kontrol etmekte zorlanmaları, aceleci hareket etmeleri, onları kötü durumlara ve büyük günahlara götürebilir. Ayrıca, birbirlerine karşı çekememe gibi hasletler de kadınları sihre meylettirir. İşte bu yüzden Rabbimiz özellikle “üfürükçüler” olarak kadınları zikretmiştir.
“Kıskandığı zaman, kıskanç kişinin şerrinden Allah’a sığınırım.”
Rabbimiz bu ayette hasetçinin haset ettiğinde vereceği zarardan, onun kötülüğünden kendisine sığınmamızı emretmektedir. Çünkü haset, kalpte gizlenen çok tehlikeli bir kötülüktür. Haset, Allah Teâlâ’nın bir kula lütfettiği nimetin, o kimsede bulunmasını istememek demektir bu da Yahudilerin sıfatıdır.
Yahudilerin Müslümanlara karşı duyduğu kin ve yaptığı zulümler, büyük ölçüde onların hasetlerinden kaynaklanmaktadır. Rabbimizin verdiği nimetleri, özellikle de son Peygamberin aleyhisselatu vesselam Araplardan çıkmasını kabullenememeleri, hasetlerinin bir sonucudur.
Bu sebeple, haset duygusundan korunmak gerekir. Çünkü bu duygu hem kişiye zarar verir hem de başkasına zarar vermeye çalışmasına sebep olur.
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde ümmetini bu tehlikeye karşı şöyle uyarmıştır:
“Sizin aranıza da, sizden önceki ümmetlere giren bir hastalık girecek: haset ve buğz. Bu ikisi kazıyıcıdır. Ben kazıyıcı derken saç kazıyıcıyı kastetmiyorum; dininizi kökünden kazıyıp yok eder.” (Tirmizî, Zühd, 56)
Bu sebeple, hasedin ve buğzun ne kadar büyük bir fitne olduğunu bilerek hareket etmeli, sadece dıştan gelen kötülüklere değil, içimizde oluşabilecek haset duygusuna karşı da Allah’a sığınmalıyız.
Hasetçi, içten içe insanların elindeki nimetlere tahammül edemeyen kişidir. Böyle bir kişi yalnız kendine değil, topluma da zarar verir. Dolayısıyla Rabbimizin bu uyarısı ve Felak Suresi’nde geçen bu ayet, hem kalbi eğitme hem de toplum içindeki huzuru sağlama açısından çok mühimdir.
Ayetten daha üstün bir söz olabilir mi? Allah’ın kelamı en yüce kelamdır.
Felak ve Nas surelerinde Rabbimiz, hasetçinin hasedinden, üfürükçülerin düğümlere üfleyerek yaptıkları şerlerden ve gecenin karanlığında gizlenen kötülüklerden kendisine sığınmamızı emretmektedir.
Bu ayetlerin devamında ise Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e yapılan sihirden bahsedilir. Buhari ve Müslim’de yer alan rivayete göre Resûlullah Efendimiz, bir gün Hz. Âişe radıyallahu anha validemize şöyle buyurmuştur:
“Ey Âişe! Bir ara kendimi uykuyla uyanıklık arasında bir halde bulmuştum. İki kişi yanıma geldi.. Biri başucumda, diğeri ayakucumda durdu. İçinde bulunduğum hâli konuşmaya başladılar. Biri diğerine dedi ki: ‘Bu zatın derdi nedir?’ Diğeri, ‘Sihirdir’ dedi. ‘Peki, kim yaptı?’ diye sordu. ‘Lebid bin A’sam adında bir Yahudi yaptı’ dedi. ‘Neyle yaptı?’ ‘Kullanılmış bir tarak ve saç telleriyle, bir erkek hurma salkımı kabuğunda.’ ‘Nerede şimdi bu?’ ‘Zervan kuyusunda’ dedi.” (Buhârî, Bed’u’l-Halk, 11, Tıb, 49, Edeb, 56, Deavât, 57)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uyanınca, Hz. Ali radıyallahu anh ve bazı sahabîlerle birlikte kuyunun başına gider. Kuyunun suyunun kına gibi bulanık ve pis bir hâlde olduğunu görürler. Büyü çıkarılır. Üzerinde on bir düğüm vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Felak ve Nas sûrelerinin her bir âyetini bir düğümün üzerine okuyarak çözer. Toplam on bir âyet, on bir düğüm… Her okudukça düğümler çözülür ve Resûlullah’ın sıkıntısı sona erer. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bu hastalığının sihir olduğunu ve sihrin nerede olduğunu haber veren, iki büyük melek olan Cebrâil aleyhisselam ile Mikâil aleyhisselam idi.
Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu sihir sebebiyle bedenî olarak rahatsız olmuş, ancak aklî ve vahiy yönünden en küçük bir eksiklik yaşamamıştır. Nitekim bazı âlimler bu hadisleri kabul etmese de, sahih kaynaklarla sabittir ki, sihrin etkisi sadece bedenine olmuştur. Vahiyde ve aklında zerre kadar bir karışıklık veya eksiklik olmamıştır. Allah-u Zülcelâl Peygamberini her türlü manevi zedeleyici durumdan korumuştur.
Sonra devamında şöyle deniyor: Neden Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem gibi birine büyü yapıldı?
Günümüzde en çok sorulan sorulardan biri bu. Cevabında şöyle buyuruluyor: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir Rasûldü, evet; ama aynı zamanda bir beşerdi. Yani olağanüstü hâller, hiçbir şeyin tesir etmemesi gibi bir durum O’na ait değildi. Ulûhiyet sıfatı Allah’a mahsustur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de bir kul olarak hastalanabilir, sıkıntı çekebilir, imtihanlara tabi tutulabilirdi. Bu sihrin yapılmasının hikmeti de budur: Allah, kulları ulûhiyetle risalet arasında bir fark görsün, Resûlullah aleyhisselatu vesselamın da bir kul olduğunu bilsinler diye buna izin vermiştir.
İkinci bir hikmet ise şudur: O dönemde bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme “sihirbaz” diyorlardı. Eğer O gerçekten sihirbaz olsaydı, kendisine yapılan büyüyü kendi ilmiyle çözerdi. Ancak Allah, bu büyüyü çözmesi için Felak ve Nâs sûrelerini gönderdi. Bu sûrelerle şifa buldu. Böylece sihirbaz olmadığı da ortaya çıkmış oldu.
Resûlullah aleyhisselatu vesselamın yaşadığı bu hâdise, biz ümmeti için hem büyük bir ibret hem de örnek teşkil etmektedir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hakkında Hz. Âişe radıyallahu anha validemiz şöyle buyuruyor:
“Felak ve Nâs sûreleri nâzil olduktan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hiçbir gece bu sûreleri okuyup ellerine üfleyerek bedenine sıvazlamadan uyumamıştır.” (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 14; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 98; Tirmizî, “Daʿavât”, 21)
Şimdi biz de, Resûlullah aleyhisselatu vesselam’ın bu sünnetine uyarak, Felak ve Nâs sûrelerini gece yatmadan önce üçer defa okuyup ellerimize üfleyerek kendimize sürersek, bunu da bilinçli şekilde, Allah’ın bu sûrelerde bize bildirdiği manaları düşünerek yaparsak, sizce insana zarar gelir mi?
Elbette gelmez. Çünkü insan bu şekilde Allah’ın koruması altına girmiş olur, O’na sığınmış olur.
Nas Suresi
Şimdi Nâs Suresi’nde de Rabbimiz buyuruyor ki:
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ مَلِكِ النَّاسِۙ اِلٰهِ النَّاسِۙ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ اَلَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِۙ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ
“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların ilahına; insanlara kötü şeyler fısıldayan o sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki insanların göğüslerine (kötü düşünce, şüphe) vesvese verir. Gerek cin, gerekse insanlardan (olan vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım.)” (Nas; 1-6)
“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.
Burada Rabbimiz ilk olarak “Rab” ismini kullanmıştır. “Rab” kelimesi, Allah’ın mübarek isimlerinden biridir. Aynı zamanda birçok ayette, özellikle “Elhamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn” ayetinde de geçtiği gibi, “hamd” kelimesiyle beraber de kullanılır.
Rab kelimesi “terbiye eden”, “düzenleyen”, “yetiştiren” anlamına gelir. Allah-u Zülcelâl, bütün kâinatın sahibi olduğu gibi, her şeyi terbiye eden, düzene koyan, idare eden de O’dur. Bu yüzden Yüce Allah, “İnsanların Rabbine sığın” diyerek, bizi terbiye eden, bize yol gösteren, bizi koruyup gözeten Rabbimize sığınmamızı emrediyor. Yani burada demek isteniyor ki: “Beni yaratan, yöneten, yetiştiren Rabbime sığınıyorum.”
Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“İnsanların melikine sığın.”
Melik ne demektir? Bir şeyin yönetimi onda olan demektir. Bir yerin meliki, padişahı denir. İşte burada da “bütün insanların melikine sığınırım” de. Ve devamında da buyuruyor ki:
“İnsanların ilahına (sığınırım de.)”
İlah ne demektir? İman ettiğimiz, itikat ettiğimiz mabud. Yani kulluk edilen. İnanç yönüyle, itikat yönüyle bağlandığımız, ibadet ettiğimiz ilaha sığının anlamında.
Rabbine sığının, Melikine sığının, İlahına sığının. Neyden sığınacağız?
“O sinsi vesvesecinin şerrinden (Allah’a sığınırım).” (Nâs, 4)
Burada geçen “hannâs” kelimesi, şeytanın isimlerinden biridir. Bu ismin verilme sebebi şudur: Kul ibadet hâlinde olduğunda şeytan gizlenir, çekilir. Ama gaflet hâlinde, yani insan günah hâlindeyken gelir, musallat olur. Burnunu ve ağzını kulun kalbine dayar, oraya fısıldar. Vesvese verir, daha çok günahlar işletmeye çalışır. Bu yüzden Rabbimiz “vesvese” demiştir. Çünkü kalpte oluşan bu tür şeyler vesvesedir. İşte bu hannâs olan, yani sinsi vesvese verenden Allah’a sığının.
Allah-u Zülcelâl’in “nâs” ismini, yani insanları, kendi ismiyle beraber zikretmesinin hikmeti şudur: Allah-u Zülcelâl insanoğlunu değerli kılmıştır. Bundan dolayı da “Rabbinnâs”, “Melikinnâs”, “İlâhinnâs” şeklinde, nâs ismini kendi ismiyle birlikte üç defa zikretmiştir.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“And olsun ki Ademoğlunu kerem sahibi kıldık…” (İsra, 70)
İnsanoğlunun şerefli yaratılmasından dolayı, Allah-u Zülcelâl kendi ismini insanla birleştirerek anmıştır. Bu da gösteriyor ki bizler, Allah katında kıymetliyiz. Allah-u Zülcelâl bizleri o kıymetin farkında olanlardan eylesin. Madem ki bizi değerli kılmış, biz de o değere yakışır şekilde yaşamaya gayret edelim, inşâAllah.
Bununla ilgili olarak şöyle bir örnek verebiliriz; nakledildiğine göre İmam Şâfiî rahimehullah İmam-ı Âzam’dan rahimehullah çokça bahsedilmesinden hoşlanır, isminin sık anılması onu memnun ederdi. İmam-ı Âzam’ın ismi Numan’dır. O yüzden şöyle derdi: “Bana Numan’ın ismini zikredin. Çünkü onun ismi anıldığında misk kokusu yayılır.”
Şimdi, burada neden tekrar tekrar zikredilmiş böyle bir şey? Tekrar edilmesinin sebebi üstünlüğündendir. Allah-u Zülcelâl, bizlerin ismini kendi ismiyle beraber tekrar tekrar etmesiyle insan oğluna değer vermiştir.
Şimdi dedi ki bize:
“Vesvese veren sinsi şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”
O “hannâs” olan, kalplere vesvese veren şeytanın şerrinden Allah’a sığının. Ve devamında da Rabbimiz buyuruyor ki:
“O ki, insanların göğüslerine vesvese verir. Gerek cinlerden gerek insanlardan olan vesvese vericilerden.”
Peki bu vesvese veren sadece şeytan mıdır? Diyor ki, cinlerden ve insanlardan da vardır bu şekilde vesvese veren. İşte burada da ne olmuş oluyor? Cinlerden ve insanlardan gelen vesvese vericilerin şerrinden de Allah’a sığınmamız emredilmiş oluyor.
Bizlere düşen, bu sihir ve büyü meselesini düşündüğümüzde – az önce de söylediğimiz gibi – halk arasında yaygın olan bu tür uygulamalara gitmenin zarardan başka bir şey getirmediğini bilmemizdir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim bir kâhine veya falcıya gider de söylediklerine inanırsa, Muhammed’e indirilen vahyi inkâr etmiş olur.” (Müsned, 2/429; Ebû Dâvûd, Tıb, 21)
Bu tür işler, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadis-i şeriflerde küfürle eşleştirilmiştir. Dolayısıyla bizim de elimizden geldiğince bu gibi şeylerden uzak durmamız gerekir. Zira günümüzde bu işlerle uğraşanların çoğu ehil olmayan, geçim kaynağı olarak bunu yapan, insanları kandıran kimselerdir. Ücret talep etmeleri bile başlı başına bir sıkıntıdır.
Velev ki sana bir şey söylediler, inanıldığı takdirde insan manen zarar gördüğü gibi, bedenen de etkilenmiş olur. Çünkü kişi buna inanıp “Bende büyü var, hastayım” dediğinde, psikolojik olarak çöker. O yüzden bizim için en büyük şifa kaynağı Felak ve Nâs sureleridir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sûrelerle şifa bulduysa, biz neden bulmayalım? Kur’ân sadece ona değil, kıyamete kadar bütün ümmete inmiştir. Bizim de üzerimize düşen görev, bu âyetleri okuyup Allah’ın ayetlerine sığınmak ve şifa aramaktır inşâallah.
Kur’ân-ı Kerim’i okuyup ayetlerin nuruyla aydınlandıktan sonra, kalpten gelen bir duayla Rabbimize yalvarırız:
“Yâ Rabbi! Kendi zatını adlandırdığın özel isimlerinden biriyle Sana münâcât ediyorum. Yahut Kitab’ında geçen o güzel isimlerinden biriyle. Veya mahlûkatına öğretmiş olduğun isimlerinden biriyle. Ya da gayb ilminde sadece Senin bildiğin en özel isminle Sana yöneliyorum, Senden istiyorum. Kur’ân’ı kalbimin nuru kıl, kalbimin baharı eyle. Üzüntümün ve hüznümün giderilmesine vesile eyle. Beni Kur’ân vesilesiyle cennetine ulaştıracak amellere sevk et. Kur’ân vesilesiyle bilmediklerimizi bize öğret. Unuttuklarımızı hatırlat bize. Gece ve gündüz vaktinde Kur’ân okumayı bize nasip eyle. Tam bir şuûr ve idrakle, onun mânâsını anlayarak okuyup amel edenlerden eyle bizi Yâ Rabbi…”