DÜŞÜNCE / Takdir ile Tazir Arasında İnce Çizgi

  • 09 Haziran 2025
  • 11 kez görüntülendi.
DÜŞÜNCE / Takdir ile Tazir Arasında İnce Çizgi
REKLAM ALANI

DÜŞÜNCE
Takdir ile Tazir Arasında İnce Çizgi
Ali Nuray

Kalp, ne kadar hikmete boyanmışsa, o kadar hassas bir ahenkle çarpar. Kalbimizdeki mânâların dışavurumu ise bizim sözlerimizde belirir. Sözlerimiz, bu ahengin birer tezahürü gibidir. Dolayısıyla insan, kelâmıyla varlığa karşı tavrını ortaya koyar. Ancak bu tavır itidalden yoksun olduğunda ya varlığı gereğinden fazla yüceltir ya da yerin dibine batırır. Ya varlığa güzel bir yol çizer ya da onu karanlıklara iter. Oysa biz biliriz ki hikmet ehli, söz ve davranışlarını daima ölçüyle sunar.
Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Onlar ki sözü dinler, onun en güzeline tâbi olurlar.” (Zümer, 18)
Bazen öyle meseleler vardır ki, tekrar edilmekle kıymetinden bir şey kaybetmez; bilâkis, her tekrar, onun ehemmiyetini teyid eder. İtidal de böylesi bir meseledir. Gerek şahsi münasebetlerde gerek sosyal hayatta, takdir ve eleştirinin dengesizce kullanıldığı zamanlar hem bireyin hem toplumun ruhu yaralanmaya başlar.
Bu ölçü, gündelik yaşantımızda da defalarca karşımıza çıkar. Bir kişinin yaptığı iş takdir edildiğinde, bu ona kuvvet verir. Takdirin ölçülü yapıldığı durumlarda karşımızdakine destek olur, onun yaralarını sarar, gayretine gayret katarız. Ne var ki toplum olarak bu konuda itidalden uzaklaşıp zaman zaman aşırılığa düşüyoruz. Şuursuz alkışlar, ölçüsüz takdirlerin bir sonucu olarak hem insanı hakikatten uzaklaştırıyor hem de zamanla zarar verir hâle geliyor.
Sürekli takdir edilen bir birey, eksiklerini göremez olur. Bu durum, kibri doğuruyor; kibir rehaveti, rehavet ise gafleti ve belaları beraberinde getiriyor. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem: “Kimseyi aşırı övmeyin ki, onu helâk edersiniz” diyerek takdirde ölçünün önemine dikkat çeker.
Takdir, bir şükran ifadesi olduğunda kişiyi daha güzel işler yapmaya teşvik eder; ancak bu sınır aşıldığında, bir tuzak hâline gelir. Öyle ki bir kişinin ufak bir başarısı, her şeyinin yanılmaz olduğu gibi bir algı oluşturabilir.
Alkışların ardındaki bu şuursuz yüksek ses, eleştiriyi ortadan kaldırıyor ve sonunda, kişi ya da grup üzerinde bir başka türden bir tahribata yol açıyor. Yüksek dağlara çıkarılan bireyler, eleştiriden uzak kalış nedeniyle gerçek potansiyellerini değerlendiremiyor ve sonunda yetersizliklerini fark etmekte zorlanıyorlar.
İnsan, eksiklerini fark etmeden kemâle erişemez. Dolayısıyla, ne yapılırsa yapılsın alkışlanması gerektiği fikri, bir motivasyon değil bir felaket habercisi olabilir.
Öte yandan, sürekli eleştiri ve kusur arayışı, yapıcı bir niyet taşımaktan uzaklaşıp yıkıcı bir kılıca dönüşür. Kusur avcılığı, kişiyi hakikate ulaştırmak yerine dar bir alana hapseder. Kendi zihni dar olan kimse, bu darlığı sözlerinde ve muhatabında da yansıtır. Halbuki insanın tabiatında hatalar ve kusurlar vardır; insan günaha ve hataya meyillidir. Bu gerçeği göz ardı ederek sürekli eleştiri ve kusur arayışı içinde olmak, aslında eleştireni de muhatabını da yıpratır.
Eğer tazir bir ıslah amacı taşımıyorsa, sadece husumet ve kin doğurur. Kusurlara odaklanmak, bireylerin ve toplumların olumlu potansiyellerini örtüp, yalnızca olumsuzlukların bir çıkmazına sürüklüyor. Ve bu şekilde ümitsizlik aşılanıyor.
Bu bağlamda, İmam Mâtürîdî ve İbn Arabî hazretlerinin hikmeti, “Her şeyi yerli yerine koymak” şeklindeki tariflerini hatırlamak önemlidir.
İfrat kutbunda bekleyenler sürekli övgü beklerken, tefrit kutbunda yer alanlar ise devamlı eleştiri ateşini körüklememizi ister. Her iki kutbun da ortak noktası, mihenk taşlarının hakikat değil, nefsanî arzular olmasıdır. Halbuki yapıcı eleştiriler, bir amacın ilerletilmesi ve hataların giderilmesi için kullanılmalıdır. Bunun ismi de nasihattir.
Tefekkür Meyvesi
Günümüzün aceleci tüketim kültürü, insanı hikmetten uzaklaştıran en büyük sebeplerden biridir. Bir eser ya da şahsiyet, henüz anlaşılamadan ya göklere çıkarılmakta ya da yerin dibine batırılmaktadır. Resûl-i Ekrem aleyhisselatu vesselam: “Acelecilik şeytandandır” buyurarak düşünmeden verilen hükümlerin yanlışlığını bizlere hatırlatır.
Hikmet, sabır ve tefekkürle yoğrulan bir ahlâk meyvesidir. O, insanın kalbine semavattan indirilen bir nurdur. Tefekkürden yoksun bir alkış ya da eleştiri, insanın kendisini de doğrulara yönelmekten alıkoyar. Niyetlerimiz tartılmadığında, sözlerimiz ve kararlarımız ya hızın ya da nefsin esiri olur. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen şu âyet, her fiilin ve niyetin neticesine dikkat çeker: “Kim bir hayır işlerse, o kendisi içindir; kim de bir kötülük yaparsa, o da kendisi aleyhinedir.” (Fussilet, 46)
Müslümanlardan sürekli alkış ya da tazir beklenmesi, abesle iştigaldir. Bir yandan “Sen onların dinine uymadıkça asla senden razı olmazlar” (Bakara, 120) buyrulurken, diğer yandan Firavun’a bile yumuşak sözle yaklaşmamız emredilmiştir. Bu denge, ahlâkî itidalin önemini vurgular. Ancak biz müslümanların, kendi aramızda dahi bu ince dengeyi fiiliyata geçirmekte zorlandığımızı müşahede ediyoruz.
Yaşadığımız çağın farkında olmamız gerekir. Hayat, hızlı tüketilecek bir meta değil; sabırla inşa edilmesi gereken bir binadır. Takdir ve tazir, bu binayı şekillendiren ilmiklerdir. Dengeli bir yaklaşım, hem bireyin hem de toplumun kemâle ermesine vesile olur. Medeniyetler böyle oluşur. Hikmet ehlinin rehberliğinde olan kişiler, nefislerinin peşin hükümlerinden uzak durarak güvenli limanlara yelken açarlar.
Unutulmamalıdır ki: “Hikmet mü’minin yitik malıdır; nerede bulursa alır.” (Tirmizî, İlim, 19)
Peki ya hikmet sahiplerini nerede bulursak almamız gerekmez mi?
Hadis-i Şerif’de işaret ettiği gibi, hakikati hayatımıza taşımak için her daim hikmetin peşinde olmalı ve takdirde de tazirde de itidalden ayrılmamalıyız. Çünkü hakikat, ancak itidalin şefkatli kollarında barınır. Hikmet ehli zatlar ise takdir ve tazirin gürültülerini değil, hakikatin ve itidalin nurlarını gözetlerler.
Ayrıca dil, ya sürekli alkışın ya da devamlı tazirin sesi haline gelmişse, bu durum kalbin ritminin bozukluğuna işaret eder. Bu tarz bireylerin zihninde zaten hazır modeller, önyargılar kesinleşmiştir. Karşısındakini anlamak istediği gibi anlar, ufacık kelimeleri bile kendi maksadına yorar. Çünkü daha dünden bellidir ne anlamak istediği. Oysa ki hikmet ehli, “her şeyi yerli yerine koyan” olduğu için, karşısındakinin muradını tam olarak anlamak ister. Ne hızın ne acelenin esiri olur. Karşısındaki kendisini nasıl anlatmak istiyorsa, o da o murad edileni anlamak ister.
Unutulmamalıdır ki, “söz” bir emanettir. Her bir kelâm, muhatabının ruhunda bir yankı bulur. Bu yankı, ya bir inşâdır ya da bir yıkım. İlginç bir şekilde Arapça’da “kelime” sözcüğü “k-l-m” fiilinden yani “yaralamak”, “iz bırakmak” fiilinden gelir. Bir metafor kuracak olursak, her söylediğimiz kelime, karşımızdakinde bir iz bırakır. O hâlde her sözün ardında bir murakabe ve her eleştirinin arkasında bir murâd olmalıdır. Neticede alkış da tazir de geçicidir; baki kalan ise hakikate vuslat eden sözdür. Ve o söz, itidal üzere olan sözdür.
Bu hakikat, her dem tekrara lâyıktır; zira insan, her vakit hatırlamaya muhtaçtır.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ