TEFEKKÜR UFKU / Bireyselleşirken Tek Tipleşmek

TEFEKKÜR UFKU
Bireyselleşirken Tek Tipleşmek
Dr. Cengiz Karagöz
Bireysellik ve bireyselleşme kavramları modern toplumda kişisel özgürlüğün ve bireysel farklılıkların en önemli tanımlayıcı özelliği olarak kabul edilmektedir. Ancak modern toplumun hayat tarzına baktığımızda bu bireyselliğin gerçekleştirilebildiğini görmek pek mümkün değildir.
Bireysellik iddiasının çağdaş yaşamın neredeyse her yönüne nüfuz eden bir standartlaşma kültürü tarafından gölgelendiğini şahit oluyoruz. Kitle medyası, tüketim kültürü ve toplumsal beklentiler, insanlara özgün seçimler yaptıkları inancını aşılıyor, ancak gerçekte onları önceden belirlenmiş standartlara uymaya yönlendiren bir çerçeve oluşturuyor.
Yakın tarihte yaşamış ve hala yaşamakta olan bazı düşünürler bireysellik kavramının genellikle bir maske olduğunu ve arkasında derin bir uyum sağlama baskısı bulunduğunu düşünmektedir.
Frankfurt Okulu’nun önde gelen isimlerinden Theodor Adorno, bireyselliği modern toplum bağlamında eleştirirken “kültür endüstrisi” kavramına odaklanır.
Adorno, özellikle kitle medyası aracılığıyla popüler kültürün bireysel düşünce ve zevkleri tek tipleştiğini savunur. Adorno’ya göre medya, bireysel ifadeyi teşvik eden araçlar olarak ürünler, müzik ve filmler sunarken, insanları öngörülebilir ve tekdüze davranış kalıplarına yönlendirir. İnsanlar aynı müziği dinler, benzer kıyafetler giyer ve aynı programları izlerken bireysel tercihler yaptıklarına inanır. Adorno’nun ifadesiyle, bu üretilmiş bireysellik yalnızca özgürlük ve benzersizlik yanılsaması sunar, ancak aslında bireyleri ortak bir kültürel senaryoya bağlar.
Psikanalist ve sosyal filozof Erich Fromm, modern toplumun bireycilik vurgusunun genellikle uyumluluğa yol açtığını savunur. Fromm, modern toplumun gerçekten özerk seçimler yapma özgürlüğüne sahip olmadığını öne sürer.
Fromm, bu varoluşsal özgürlüğün yalnızlaşan bireyler için korkutucu olduğunu ve birçok bireyin uyum içinde rahatlık aradığını belirtir. Sosyal normları benimseyerek ve tüketim kültürünün teşvik ettiği değerlere uyum sağlayarak bireyler, yaşam tarzlarını özgürce seçtiklerine inanır. Kişiler gelenekten kopuşun getirdiği yalnızlık hissini bastırmak için topluma bakarak ve uyum sağlayarak kendilerini güvende hissetmeye çalışırlar. Bu da onları toplumla aynılaşmaya iter.
Fransız filozof Jean Baudrillard, medya ve tüketim kültürünün nasıl bir “hipergerçeklik” ürettiğini inceler. Baudrillard, modern toplumun reklamlar, sosyal medya görselleri ve meşhur kişilerin kültürü gibi faktörlerin hakiki bireysel deneyimlerin yerini aldığı bir dünya tarafından yönetildiğini savunur. Bu hipergerçeklikte bireyler, kendilerine gerçekçi olarak sunulan rolleri, tarzları ve değerleri benimser, ancak bunlar, aslında hiçbir gerçek temeli olmayan kopyalardır. Örneğin, bireyler modayı veya sosyal medyayı kullanarak kendilerini ifade etmeye çalışabilir, ancak bu ifadeler genellikle hâkim trendler ve belirli görüntüleri öne çıkaran algoritmalar tarafından yönlendirilir. Bu bağlamda bireyler, kültürel modellerin kopyalarına indirgenir ve sözde bireysellikleri, aslında sahte yansımalar halinde sunulan seçimlerin bir ürünüdür.
Dijital Kimlikler
Sosyal medyanın yaygın etkisi, bireysellik yanılsamasını daha da yoğunlaştırır. Bazı sosyal platformlar, kullanıcıları trendleri takip etmeye, popüler içerikleri taklit etmeye ve dikkatle düzenlenmiş dijital kimlikler sergilemeye teşvik eder.
Algoritmalar, belirli trendlerin erişimini artırarak kullanıcıları estetik ve davranış standartlarına uymaya zorlar. Kullanıcılar, çevrimiçi ortamda benzersiz kimlikler ifade ettiklerine inanabilir, ancak genellikle popülerlik ve etkileşim ölçütleri tarafından dikte edilen bir görüntüyü yeniden üretirler. Bu fenomen, kullanıcıların birbirini taklit ettiği, özgünlük ile uyum arasındaki çizginin bulanıklaştığı homojen bir dijital kültür oluşturur.
Modern toplumda kişisel özgürlüğün bir biçimi olarak sunulan “kendine bakım” kavramı bile standartlaşmaya yol açmaktadır. Tüketici markaları, kişisel gelişim için gerekli araçlar olarak ürünlerini tanıtarak, bireyselliğin dar bir vizyonunu teşvik eder. İronik bir şekilde, bu tüketim odaklı kendi bakım biçimlerini takip ederken bireyler, bireysellik yanılsamasını sürdüren endüstriler tarafından çizilen bir senaryoya uyar.
Yaygınlaşan estetik ameliyatlarında bile insanlar özgürce seçimler yaptığını düşünürken birkaç yüz modelinden seçim yaparak yüz hatlarını şekillendirmeye çalışırlar. Bazı meşhurlara benzemek amacıyla ameliyat olanlar da tek tipleştiklerinin farkında değildirler. Yüzlerine ve bedenlerine kendi seçimlerine göre şekil verdiklerini düşünseler de estetik ameliyatı olanların fiziksel görünüm açısından birbirlerine oldukça benzemesi bireyselleştiklerini değil homojenleştiklerini kanıtlar.
Modern toplumda bireysellik idealinin, medya, tüketimcilik ve dijital platformlar aracılığıyla yayılan standartlaşmanın etkisinde kaldığını ve bugüne kadar gerçekleştirilemediğini görmekteyiz. İnsanlar özgün ve bireysel kimlikler oluşturduklarına inanırken, genellikle daha geniş toplumsal beklentileri ve piyasa dinamiklerini yansıtan, önceden belirlenmiş rolleri benimsiyor. Bu hayat tarzı şirketlerin ve belirli güç odaklarının kişileri derin bir tekdüzelik barındıran yaşam tarzlarına ve kimliklere nasıl yönlendirdiğini ortaya koyar.
Bu tecrübe bize insanın tabiatıyla ilgili bir şeyler öğretmelidir. Demek ki insanı yönlendirmek için hakiki bir rehber ve kılavuz gerekir. İnsan kendisini tamamen soyutlayarak değerlerden kopamayacağı için bireysellik iddiası sadece lafta kalmaktadır. İnsanın hayatını düzenleyeceği meşru kurallar bütünü ve güzel örnekler yoksa bunun yerini bireyselleşme adı altında nefsini okşayarak inandığı gönüllü kölelik alır. Kendi acizliğini kendisine itiraf edemeyen insanlar kendini gerçekleştirme söylemlerine sığınarak yaygın olarak propagandası yapılan hayat tarzlarının körü körüne takipçisi oluyorlar. Sonra da bireyselleştiklerini ve dolayısıyla özgürleştiklerini düşünüyorlar.