Ümitsizliğe Düşene Rahmet Muştusu!

  • 05 Şubat 2019
  • 967 kez görüntülendi.
Ümitsizliğe Düşene Rahmet Muştusu!
REKLAM ALANI

Allah’ın Selamı, Rahmeti, Bereketi, hepimizin üzerine olsun.

Ahir zamanda gündemimiz hızla değişiyor; bize asıl odaklanmamız gereken mesuliyetlerimizi unutturabiliyor. Bu sebeple bu sayımızda manevi gündemimizi hatırlatmak istedik. Rabbimizin çok sayıda ayet-i kerimede bizden istenen tevbe mefhumunu farklı bir yönüyle ele almaya çalıştık.

Tevbe, meşhur manasıyla günahlara pişmanlık duyup vazgeçmek demektir. Bir insan mümin ise elbette günahına pişmanlık duyar zaten. Çünkü bir mümin ancak nefsanî zaaflarına mağlup olarak günah işleyebilir; yoksa günahı hoş gördüğü veya önemsemediği için işlemez. İnsanın kalbinde iman olduğu sürece kişi mutlaka günah, kabahat veya kusurlarına pişmanlık duyacaktır.

REKLAM ALANI

İşte bu pişmanlık hissi içinde olan ama kendinde vazgeçme iradesi bulamayan veya birkaç kere deneyip istikrarlı olamayan kişilerin düştüğü bir hal vardır; “ye’s” yani ümitsizlik hali… Bu sayımızda, böyle bir sıkıntıya düşen mümin kardeşlerimize karşı kardeşlik görevimizi hatırlayalım istedik.

Seyda Muhammed Konyevi Hazretleri bu hususta şöyle buyuruyor:

“Bir kimsenin hatalarını söylediğimiz zaman, onun bu haline üzülmemiz, sanki cehenneme girmiş gibi onun için istiğfarda bulunmamız lazımdır. Onun bu hatalarını söyleyerek, ona karşı kibir ve ucubta bulunmak, üstünlük taslamak çok yanlıştır.

Peki, niçin böyledir? Çünkü o kişi, zaten hata ve günahların içine dalarak, cehennem ateşine doğru gitmektedir. Bizim yapmamız gereken; mümin kardeşlerimiz bir hata ya da bir günaha düştüklerinde, sanki o, ateşin içine düşmüş gibi üzülüp onun o ateşten kurtulması ve felaha çıkması için elimizden geldiği kadar ona yardımcı olmaktır. Müminlerin kardeşlik anlayışı işte böyledir, böyle olmalıdır…”

Hayatını insanları tevbeye davet etmeye adamış bir Allah dostu, bize böyle nasihat ediyor. Öyleyse bize düşen de onun nasihatini dinleyip, halini örnek almak olmalı…

Malum, tasavvuf yolu nefsi tezkiye, kalbi tasfiye ederek Allah’a layık bir kul olma yoludur. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin kalbe çok dikkat çektiğini biliyoruz. Peki, kalbimizi Allah’ın razı olduğu bir kıvama nasıl getireceğiz?

Mümin kalbinin iki mühim vasfı;

Tâzîm li-emrillah, yani Allah’ın emirlerine uymaya büyük ehemmiyet verip, ihlâsla, takvayla ve huşû ile yerine getirmeye çalışmak.

Şefkat alâ halkillah, yani Allah’ın yarattığı bütün mahlûkâta karşı merhametli olmak, ıslah ve iyiliklerini istemek.

Bu iki hususa riayet etmek, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ittiba etmenin ta kendisidir. Çünkü aleyhisselatu vesselam Efendimizin bütün amellerinde nihai gayesi ve tabiri caizse ömrünün hulasası bu iki hususu gerçekleştirmekten ibarettir.

İnsanları cehennemden kurtarmak için çırpınmak, onlara Allah’ın rahmetini, mağfiretini müjdelemek, ümitsizlerin yüreğinde yeniden ümit filizleri yeşertmek, Allah’ın Habibi’nin mümtaz vasfı ve hiç terk etmediği bir sünnetidir.

Allah Rasûlü aleyhisselatu vesselam buna işaretle şöyle buyuruyor:

“Benimle sizin durumunuzun örneği ateş yakan bir adamın örneğine benzer ki, adam pervane ve kelebekler ateşe düşmeye başlayınca onları engellemeye çalışır. Ben de sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum ama siz elimden kaçıp gidiyorsunuz.”(Müslim, Fedâil, 19)

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, insanların kurtuluşuna vesile olmak için öyle çırpınmış, öyle yüreği yanmıştır ki, bazen kendisini bu kadar üzmesine kıyamayan Rabbi; “Onlar iman etmiyor diye, neredeyse kendini yiyip tüketeceksin.” (Şuarâ, 3.) diye onu teskin etmiştir.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ümmetine de aynı ahlakı tavsiye etmiş; “Müminlerin birbirlerine merhamette, sevgi ve ilgide, rahatsızlanan bir organın ıstırabına ortak olan bir beden gibi olmaları gerektiğini” bildirmiştir. (Buhârî, Edeb, 27)

Öyleyse bizler de, bir kardeşimizin amelde ihmalkârlığını, tesettürde özensizliğini, Müslümana yakışmayan bir hal veya ahlaka sahip olduğunu gördüğümüzde yüreğimiz merhametle dolmalıdır. Kendimizi onlardan üstün görmeden, hem kendi hatalarımızın hem o kardeşlerimizin hatalarının affı için Allah’a yönelmeliyiz.

Esasen zahiri günahlar işleyen kullar ne kadar Allah’ın rahmetine muhtaç ise, nisbeten mütedeyyin olan ama amellerinde kusur ve işlerinde kabahat işlemekten uzak kalamayan kullar da o kadar muhtaçtır. Bu sebeple kendimizi de merhamete muhtaç görelim ve “Yeryüzü ahalisine merhamet edene Allah merhamet eder,” müjdesinden istifade etmeye çalışalım.

Seyda hazretleri bir sohbetinde şöyle buyuruyor:

“İnsan, daima kendisini Allah-u Zülcelâl’in huzurunda hazır olarak görüp, Allah-u Zülcelal’e yalvarmalıdır. Daima günahlarının affı için yalvarma hali insana çok büyük faziletler kazandırır. Eğer insan böyle olursa inşaallah ümid ediyoruz ki, Allah-u Zülcelâl’in huzuruna da tertemiz bir şekilde çıkacaktır.”

İşte bu gönül kıvamıyla samimi olarak arzu edersek, inşallah hem kendimizin hem de Ümmet-i Muhammed’in ıslahına vesile olabiliriz.

Rabbimiz bu ahir zamanın zor imtihanlarında bize nusret ve tevfikiyle inayet eylesin. Amin.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ