Takkeci İbrahim Ağa Camisinin Hikâyesi
Zenginlik de bir imtihandır…
Her insan bulunduğu halde imtihandadır. Yoksul, yoksulluk halinde imtihanda; varlıklı da varlıklı halinde imtihandadır.
İnsanlar bulundukları halin imtihanını verebilmek için ekonomik imkânı mütevazı durumda olanlar, bulundukları hale şükretmeli, tahammül göstermeli, “Bu da geçer ya Hu” diyerek Rabbimizden iyi günlerin geleceğini ümitle beklemeliler.
Müsait durumda olanlar da şımarmamalı, isyana, günaha sapmamalı, onun mükellefiyetini yerine getirmeli ki, o da zenginlikte imtihanını kaybetmesin. Size ibretli bir olay:
Topkapı’da Takkeci İbrahim Ağa Camii adında bir cami vardır. Bu cami, geçmiş devrin çini sanatını da bugüne taşımıştır. Bu Caminin enteresan bir yapılış hatırası vardır. O zaman bu caminin olduğu yerde Takkeci İbrahim Ağa diye bir adamın gecekondusu vardı. Bu adamın mesleği de fes, kalpak ve takke yapmaktı. Bu adam yaptığı takkeleri fesçiler çarşısında satar, oradan kazandığı imkânlarla hayatını devam ettirirdi.
Bir gün şöyle der: “Ya Rabbi, bu mütevazı imkânla ben ömrümü sürüp gidiyorum. Sen bana bir servet lütfetsen de bu civarda cami yok, şuraya bir güzel cami yaptırsam.”
Rüya ile gelen kısmet
Takkeci İbrahim Ağa böyle dua ederken bir gün bir rüya görür. Aksakallı, nur yüzlü bir zat buna der ki: “İbrahim Ağa sen boşuna buralarda kısmet arama. Senim kısmetin aslında Bağdat’ta. Bağdat Meydanında köprünün yan tarafındaki avlunun içinde bir hurma ağacı var. Hurma ağacına sarılı vaziyette bir üzüm asması var. Senin kısmetin orada. Sen Bağdat’a gideceksin, o hurmadan ve üzümden yiyeceksin. Ondan sonra kısmetin açılacak.”
Bu rüyayı İbrahim Ağa bir defa görür, önemsemez, ikinci defa görür, yine ehemmiyet vermez. Aynı rüyayı üçüncü defa görünce İbrahim Ağa bu işe takılır, der ki: “Bunda bir hikmet var, demek benim kısmetim Bağdat’ta. Gideyim, kısmetimi bulayım.”
Ve İbrahim Ağa çarığı çeker, heybesini sırtına alır, azığını doldurur, yola düşer. Nihayet Bağdat’a varır. Tarif edildiği şekilde hurma ağacını ve ona sarılı asmayı bulur. Hemen hurma ağacından hurma, asmadan da üzüm yer. Derken yol yorgunluğunun da etkisiyle rehavet basar ve olduğu yerde uyuyakalır. İbrahim rüyasında karşısına yine aynı zat çıkar, tebessüm etmektedir:
– Hayrola, İbrahim Ağa, ne işin var burada?
– Ne işim olacak, der. Mesele malum! Geldim bakalım, burada bize servet nereden gelecek? Ak sakallı zat başlar gülmeye.
– Sen de amma saf adammışsın. Bir rüyaya takılır da, insan tâ Bağdat’a gelir mi?
– Ama der, bir defa değil ki üç defa gördüm aynı rüyayı…
– Olsun üç defa gör, der. Ben de üç defa bir rüya gördüm. İstanbul’a gidiyormuşum.
– Hayrola inşallah, sen ne rüya gördün?
– Bana rüyamda, İstanbul’a git, Topkapı surlarının dışında Takkeci İbrahim Ağa diye birisi vardır. Onun evinin bodrumundaki kömürlüğünde hazine var, bir yolunu bul, o evi satın al, oradaki hazineyi çıkar, zengin olursun, dediler. Üç defa ben bu rüyayı gördüm, ama kalkıp da İstanbul’a gidiyor muyum? ve kaybolup gider aksakallı zat…
Neden sonra İbrahim Ağa gözlerini açar bakar ki, aksakallı zat yoktur, fakat rüyada da enteresan bir şey söylemiştir, kendi evinin bodrumunda hazine olduğundan bahsetmiştir.
Takkeci İbrahim Ağa: “Kısmetimiz açıldı demek ki” diyerek tekrar yola çıkar. Yaya, dağları aşar, çölleri geçer, sıkıntı, yorgunluk derken nihayet İstanbul’a gelir. Evine gece gelir. Ama uyuması mümkün değildir. İlla kömürlüğe girip öyle bir şey olup olmadığını tespit edecektir.
Kısa bir yorgunluk attıktan sora, gece yarısı kazmayı alır, kömürlüğe iner, daha ilk kazmayı vuruşta kazma bir şeye takılır. Yavaş yavaş toprağı kaldırır, bakar ki bir küp. Ağzını açar, çil çil altınlar. Hemen üzerini kapar. Bundan sonra İbrahim Ağa’nın gözüne uyku girmez. Artık hazinenin üzerinde oturmaktadır. Şimdi ne yapacak, sözünde, durabilecek mi?
Ağa’nın yumurta sırrı
Sabaha kadar uyuyamaz. Ama uyuyamayışı bu serveti camiye kullanmayayım duygusundan değildir. Düşündüğü şey şudur: “Ben bu küpü buradan çıkarırsam, bu hanım da bunu duyarsa, bu sırrı saklayabilir mi?” Hanımını, kendisi herkesten iyi tanımaktadır. “Saklar, saklayamaz” derken, “Bu hanım bu sırrı saklayamaz, herkese duyurur, başıma işler açar, benim de bu servet elimden gider, bu camiyi yaptıramam” diye endişeyle düşünürken, “Şu hanımı bir deneyeyim bakayım” der; “Acaba sır saklayabilecek mi?”
İbrahim Ağanın hanımını enteresan şekilde bir denemesi vardır. “Karnım ağrıyor, rahatsızım” diye yatakta kıvranmaya başlar. Hanımı merak eder:
– Ne var, ne oldu?
– Yolda ne olduysa bilemiyorum hanım, karnım ağrıyor, diye biraz daha kıvrandıktan sonra, daha evvel yanında getirdiği yumurtayı çıkarır:
– Oh be rahatladım, elhamdülillah, kurtuldum, der. Hanım:
– Ne oldu? Diye sorar. Yumurtayı gösterir:
– Kimseye söyleme, yumurta yumurtladım. Demek ki, o karnımdaki rahatsızlık bu yumurtadanmış. Ama sakın ha kimseye söyleme.
– Söyler miyim bey, söyler miyim hiç, aramızda sır kalacak, der. İbrahim Ağa bir daha ısrarla kimseye söylememesini tembihler…
Sabah olur, Ağa abdestini alır, Cuma namazına gidecektir. Yola çıkar. Yan taraftan birisi:
– Hey İbrahim Ağa, geçmiş olsun, yumurta çok mu büyüktü? Şaşırır.
– Ne yumurtası?
– Hadi hadi saklama, diye üsteler adam.
Biraz daha ileri varır, bir başkası:
– İbrahim Ağa iyi yumurta yumurtlamışsın, bir daha dünyaya geldik yahu. İnsanın yumurta yumurtladığını da ilk defa duyduk, diye arkasından bağırır.
Biraz daha ileriye varır. İki kadın konuşmaktadır:
– Hey komşu duydun mu? İbrahim Ağa yumurta yumurtlamış.
– Nereden duydun?
– Hanımı geldi söyledi, ama tembih etti bana, sakın kimseye söyleme dedi, ben sadece sana söylüyorum.
Hanımı sır imtihanını kaybetmiştir
İbrahim Ağa, herkesin diline düşmüştür, yumurta yumurtladığı dillere destan olmuştur. Kendi kendine der ki: “Bu hanım bir yumurta sırrını saklayamadı. Şimdi nasıl olacak da şu bizim mahzendeki içi altın dolu küpün varlığını saklayacak? İyisi mi bu hanımım ve çocuklarımdan hiç kimsenin bu altından haberi olmasın.”
İbrahim Ağa, bu tecrübeden sonra hanımına bir daha sır verir mi? Doğruca mimarlar odasına gider. O grubun başını bulur. Onunla gizlice pazarlık yapar, planı programı her şeyi çizdirir. Ve bulunduğu yere, kendi arsasına güzel bir cami yaptırır. Ve yaptırdığı caminin parasını gizli gizli öder. Çalışanlara ücretlerini ve masrafları vererek, hazineyi tümüyle o caminin yapımında kullanır.
Yani İbrahim Ağa, “Ya Rabbi, bana servet verirsen ben bununla cami yaptıracağım” deyip de servet eline geçince vaadinden dönmez. Eline geçen hazinenin tümünü camiye harcar ve caminin adını halk, Takkeci İbrahim Ağa Camii koyar. İbrahim Ağa bu camide iki sene namaz kılar ve 1594 yılında vefat eder.
Takkeci İbrahim Ağa imtihanını başarıyla vermiştir. Önce fakirliğiyle, sonra da zenginliğiyle… Evet, insanlar fakirlikte de imtihandalar, zenginlikte de… Fakirlik imtihanı sabırla, zenginlik imtihanı ise infak ile başarılır. Malum Ramazan ayındayız. Ve çaresiz yoksulluğuna rağmen oruç tutan garipler var…