Sözün Gücü Ve Dilin Afetleri

  • 09 Mayıs 2017
  • 1.499 kez görüntülendi.
Sözün Gücü Ve Dilin Afetleri
REKLAM ALANI

Söz var, bir de söz var!

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, “Sözde büyü vardır!”( Buhari, Nikâh, 47; Müslim, Cum’a, 47) buyurmuşlardır. Bilmem ki sözün gücünü bundan daha iyi anlatan güçlü bir söz var mıdır? Eşleri birbirine, seveni sevgiliye, aşığı maşukuna delicesine bağlayan, insanları, devletleri büyük bir nefretle birbirinden kopartan, savaş patlatan da sözdeki güç değil midir?

 

REKLAM ALANI

Ağzınızdan çıkan bir söz, muhatabınızı ya size bağlayacak, ya da sizden koparacaktır. Yunus’un:

Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz

 

Mısralarından yola çıkarak ben de diyorum ki:

Söz var insanı mahcup eder,
Söz var insanı mahbub eder.

Söz var, insanı Hak’tan ve cennetten uzaklaştırır.

Söz var, insanı Hakk’a ve cennete kavuşturur.

Söz var, sadaka olur, sahibini cehennem ateşinden korur. Tatlı ve güzel söz gibi…(Bkz. Buhari, Edep, 34)

 

Söz var, yükselir yükselir yükselir; bir ok gibi gökleri deler geçer, anında kabul görür: Mazlumun duası, ana-babanın duası, misafirin duası gibi…

 

Söz var, insanın başının üstüne kadar bile yükselmez. Ameli salih olmayanların, düzgün iş ve ibadeti bulunmayanların duası gibi. Çünkü Kur’an’ın dediğine göre, dua sözcüklerini Allah’a kavuşturan salih ameller (ihlaslı ibadetler ve düzgün işler)dir.(Bkz. Fatır, 35/10)

 

Boş söz nedir?

Söz vardır, hoştur; Kur’an gibi. Söz vardır, boştur, Nadr b. Haris’in masalları gibi…

Boş sözün babası Nadr b. Haris, satın aldığı masalları okur, müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. O münkirin (inkarcının) bu davranışı üzerine şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyleleri var ki, Allah’a ibadetten uzaklaştıran, Allah yolundan saptıran faydasız boş sözleri cahilce satın alırlar. Onunla Kur’an’ın ayetleriyle eylenir, dalga geçerler. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.”(Lokman; 6)

 

Ayetten anlaşılıyor ki, insanları Allah yolundan saptıran, Kur’an’la meşgul olmaya engel olan söz, eğlence, şarkı, türkü, filim gibi malayani her şey “Boş söz” kategorisindedir.(Ali es-Sâbûnî, Muhammed, Safvetü’t-Tefâsîr, II, 448)

 

Bu kategoriye girmemek için Allah Rasûlü Efendimizin şu sözü hiç aklımızdan çıkmamalıdır: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya iyi ve güzel söz söylesin, ya da sussun.”(Buhârî, Müslim)

 

Sussun ki dilin afetleriyle baş başa kalmasın, başına gelecek acılarla perişan olmasın. Nedir o dilin afetleri? Şimdi gelin onları görelim:

 

Dilin afetleri/zararları

  1. Malayanî konuşmak: Yani kişinin ne dünyasına ve ne de ahiretine lazım olmayan şeyler söylemesi. Kulun sermayesi vaktidir. Onu, bu dünyada iken ahirette kendisini kurtaracak şeylere harcamazsa, lüzumsuz şeylere harcarsa sermayesini zayi etmiş olur. Onun içindir ki Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, “Malayaniyi terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliklerindendir.”(Ahmet b. Hanbel, I, 201.) buyurmuştur. Malayanînin sebebi, ihtiyacı olmayan şeyleri bilmeye hırs göstermektir.

 

  1. Füzûlî konuşmak: Bu da ilgisiz şeylere dalmak ya da ilgili şeyleri de ihtiyaçtan fazla konuşmaktır. Allah buyurmuş: “Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi isteyenler hariç. Ve her kim bunu Allah´ın rızasını arayarak yaparsa, yarın Biz ona büyük bir mükafat vereceğiz.”(Nisa; 114)

 

Hadis de “Dilinin fazlasını tutup, malının fazlasını hayırda harcayana müjdeler olsun!” buyurulmuştur.

 

İnsanlar ne yazık ki bunun tersini yapmaktadırlar. Yani mallarını Allah yolunda harcamıyor, dillerini lüzumsuz yerlerde harcıyorlar. Bilselerdi ki hafaza ve kiramen kâtibin melekleri üstlerindedir(Bkz. İnfitar; 10-11) sağlarında ve sollarında oturan melekler vardır(Bkz. Kaf; 17-18), ağızdan çıkan sözleri gözetleyen manevî gözler ve kameramanlar kendilerini gözetlemektedir(Kaf; 18), bunu bilselerdi bunlar bu kadar pervasız ve dikkatsiz davranamaz ve ağızlarına geleni söyleyemezlerdi.

 

  1. Batıla dalmak: Kadın hikâyeleri, şarap meclislerinde fasıkların sohbetleri, zalimleri cesaretlendiren sözler batıla dalmaktır. Bu da dilin afetlerindendir. Cehenneme sürükleyen sebepleri dikkatlerimize sunan Kur’an, onlardan birinin de batıla dalmak(Bkz.Müddessir, 74/45) olduğunu söyler. Gayr-i meşru eğlencelerde çalıp söylemek de batıla dalmaktandır.

 

Allahu Zülcelâl uyarıyor: “Allah size kitapta şunu da bildirmiştir: “Allah’ın âyetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın. Böyle yaparsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah münâfıkları da, kâfirleri de cehennemde bir araya getirecektir.”(Nisa; 140)

 

Kim haklı olduğu bir
münakaşayı terkederse…

4.Münakaşa ve mücadele etmek (çekişmek): Dilin afetlerinden biri de budur. Hadis-i şerifte: “Kim haksız olduğu bir münakaşayı terkederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münâkaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur. Kim de ahlakını güzel kılarsa cennetin yüce yerinde bir ev kurulur.”(Tirmizî, Ebu Dâvud, İbnu Mâce, Nesâî)

 

Hakiki imanın kemalini bulmuş adam; haklı olduğu halde münakaşayı terk eder. Her zaman kendini haklı gören ve her zaman kendi görüşüne beğenen kişi hep zarardadır.

 

Arkadaşınla münakaşaya girme. Çünkü ya onu yalanlayacaksın ya da ona kızacaksın. İkisi de dostluğa zarar veren unsurlardandır. Duyduğun her söz hak ise, onu onayla. Batıl ve yalan ise, din işleriyle de ilgili değil ise sus! (Mevızatü’l-Mü’minîn min İhya-i Ulumiddin)

 

Münâkaşa, özellikle de bu zamanda yanlıştır. Münakaşa, cahil insanların içinde kötü etki bırakır. Sakın sakın münakaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifâde ederler. Haklı da olsa, haksız da olsa münakaşa eden haksızdır.”(Bkz. Bediüzzaman Said-i Nursi, Şuâlar) İmanî meselelerin münakaşa suretinde tartışılması caiz değildir.(Bkz. BSN. Mektubat, 2005, s: 69.) Bölünmeye ve ayrılığa sebep olan münâkaşalar yapılmamalıdır.

 

Yalnız karşılıklı fikir alışverişinde bulunmaya, çekişmeden konuşmaya alışılmalıdır.”(Bkz. Lem’alar, 2005, s: 273.)

 

Münakaşa ya gıpta ve hasetten (kıskançlık ve çekememezlikten) gelir. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir.(Bkz. Sözler, 2004, s: 1041.) İkisinde de hayır yoktur.

Bu zaman, ehl-i îmânın münakaşa etme zamanı değildir. Mü’min olan ve sizin düşüncenize aykırı fikir ortaya atan kimselerin kusurlarına bakılmamalıdır.”Müttekilerin vasıflarından biri de insanları affetmektir.”(Bkz. Al-i İmran; 134)

 

İslâmî meseleleri münakaşa etmenin birinci şartı, insaflı olmak, hakkı bulmak niyetiyle hareket etmek, hak ortaya çıkınca da fikrinde inat etmemektir. Bu şekilde bir münakaşa caizdir.

Eğer hak, düşüncenize aykırı olanın elinde ortaya çıksa, üzülmeyiniz, memnun olunuz. Çünkü bilmediğiniz bir şeyi öğrenmiş, hatta gurura düşme ihtimalinden kurtulmuş oldunuz.(Bkz. Mektubat, 2005, s: 586.)

 

İslâmî meseleleri, başta dört mezheb imamı ve Ehl-i Sünnet münakaşa etmeyi caiz görmemişler ve zararı var, demişlerdir.(Bkz. Barla Mektupları (Gayr-ı Münteşir.))

 

Düşmanlığı karakter
haline getirme!

  1. Husumet; düşmanlık beslemek: Düşmanlık, münakaşa ve mücadeleden hemen sonra gelir. Husumet, her kötülüğün başı ve başlangıcıdır. Zaruret olmadıkça husumetin kapısını açmamak gerek. Zaruret olduğunda da dili ve kalbi husumeti derinleştirecek çirkin ve ağır sözlerden korumak icap eder. Çünkü Allah: “İnsanlara güzel söz söyleyin.”(Bakara; 83) buyuruyor.

 

İbn-i Abbas radıyallahu anh demiş ki: “Allah’ın halkından biri sana selam verirse, selamına karşılık ver; o selam veren Mecusi de olsa. Çünkü Allahu Zülcelal: “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya ayniyle mukabele edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”(Nisa: 86) buyurmuştur.

 

Hadis-i şerifte, “Temiz ve güzel söz sadakadır.”(Buharî, Edep, 34) buyurulmuştur.

 

Ebulaşey diyor ki; “Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husûmete en lâyık sıfat husûmettir. Düşmanlığın vakti bitti. İki dünya savaşı, düşmanlığın ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. Öyleyse, düşmanlarımızın kötülükleri -tecavüz olmamak şartıyla-düşmanlığımızı harekete geçirmesin, eyleme dönüştürmesin. Cehennem ve Allah’ın azabı yeter onlara…

 

Bazen insanın gururu ve egoistliği, kendi düşüncesini kendine haklı gösterir, şuursuz ve haksız olarak müminlere karşı düşmanca tavır takınmaya götürür. Bu da ayrı bir zulümdür. Düşmanlığın önemsiz sebeplerini, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmekte bir divâneliktir.

 

Sözün özü: Sevgi ve kardeşlik, İslâmiyet’in karakteri ve bağıdır. Düşmanlığı karakter haline getirmiş kimseler, kimyası bozulmuş bir çocuğa benzer; ağlamak ister; bir şey arar ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar önemsiz bir şey ağlamasına bahane olur. Hem insafsız bir adama benzer ki, su-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez. Bir kötülükle on iyiliği örter. İslâmî bir değer olan insaf ve hüsn-ü zan prensibi bunu kabul etmez.(Hutbe-i Şamiye, 4. Kelime, 56-59)

 

Medenîlere üstün gelmek iknâ iledir, söz anlamayan vahşîlere yapıldığı gibi zor kullanmakla değildir. Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.(Divân-ı Harb-i Örfî, s. 64)

 

  1. Taklit ve sunilik: Birini taklit ederek yapmacık bir şekilde konuşmak, kendini secili-kafiyeli konuşmaya zorlamak. Bu da dilin afetlerindendir, lanetlenmiş konuşma tarzlarından biri de budur. İnsan sözünde, sohbetinde kendi gibi olmalıdır.

 

Sövmek yasaklanmıştır!

  1. Sövmek, çirkin ve hakaret içerikli sözler söylemek: Bu da dilin afetlerindendir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Sizi, çirkin ve yüz kızartıcı sözler söylemekten, ahlaksızlıktan sakındırırım. Şüphesiz Allah, çirkin sözü ve ahlaksızlığı, sokaklarda bağırıp çağırarak çevreyi rahatsız edenleri sevmez.”(Bkz.; El-Kasım ed-Dımışkî, Cemalüddin, Mevızatü’l-Mü’minîn min İhya-i Ulumiddin, 207-2309 buyurmuşlardır.

 

Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam bırakın müminleri, Bedir savaşında öldürülen müşriklere bile sövmeyi ve hakaret etmeyi Müslümanlara yasaklamıştır: “Onlara sövmeyin. Sizin sözlerinizden hiçbir şey onlara ulaşmaz. Bunlara hakaret etmek ve sövmekle, sadece dirilere eziyet emiş olursunuz.”(Bkz. El-Kasım ed-Dımışkî, aynı eser, 211) “Mümin adam, kınayan, ayıplayan, lanet okuyan, çirkin ve müstehcen sözler söyleyen biri değildir.”(Tirmizi, Birr, 48. IV, 350) buyurarak Müslümanın temizliğini, nezaket ve güzelliğini ortaya koymuştur.

 

Biri geldi:

-Ey Allah’ın Rasulü! Bana ne tavsiye edersin, dedi. Hz. Rasûl şunları söyledi:

-Öncelikle sana Allah’tan korkmayı, (Allah’ı sevmeyi ve saymayı) tavsiye ederim. Bir kimse seni, sende olduğunu bildiği bir şeyle ayıplarsa, sen onu onda olduğunu bildiğin bir şeyle ayıplama. Vebal ve günah ona, sevap ve mükâfat sana kalsın. Ona asla ve asla sövüp hakarette bulunma.”(İbn-i Hıbban, Nesai, Buhari)

 

“Mümine sövmek günahtır, onunla savaşmak ta küfürdür, inkârdır.”(Buhari, Müslim)

 

“Anasına-babasına söven melundur.”(Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

– Kişinin anasına-babasına sövmesi en büyük günahlardandır, buyurdular. Dediler ki:

-Ey Allah’ın Rasulü! Kişi nasıl anasına-babasına söver? Cevap buyurdular:

– Biri, bir başkasının ana-babasına söverse, o da döner sövenin anasına-babasına söver. Böylece kişi kendi anasına-babasına sövmüş olur.”(Müslim)
“Mümin lanetçi olamaz!”

  1. Lanet okumak: Dilin afetlerinden biri de budur. Lanet ya canlıya, ya cansıza, ya da insana okunur. Bunların hepsi çirkindir, kınanmıştır. Peygamberimiz buyurmuş: “Mümin lanetçi olamaz.”(Tirmizi)

 

“Ölülere de sövmeyin. Dirilere eziyet etmiş olursunuz.”(Hadisin lafzı Tirmizî´ye aittir, 3/238, Ahmed, Müsned, 4/252)

 

Hatta zalime de beddua edilmesi istenmemiştir. Bu hususta da Peygamberimiz buyurmuşlar ki: “Zulme uğrayan kişi, zalime beddua ederse (kötü bir söz söylerse) denkleşmiş, fitleşmiş olurlar.”(Kitabü’z- Zühal Ve’r-Rekaik:169)

 

Mazlum insan, susarsa, kendi savunmasını Allah’a havale etmiş olur. Allah da zalimin hasmıdır. Hangi güç Ona dayanabilir? O, nice zalimin defterini dürmüş, hesabını görmüştür!

 

9-Şarkı, türkü ve şiir söylemek: Bu da dilin afetlerinden sayılmıştır. Tabii bütün şarkılar, türküler ve şiirler değil. Şarkılar, türküler ve şiirler, şehevî ve hayvanî duyguları harekete geçiriyorsa, içinde argo ve müstehcen kelimeler barındırıyorsa, böyle şarkılar, türküler ve şiirler afettir. İlahî nağmeleri seslendiren, ilâhî ve nebevî aşkı işleyen, ibadet duygusunu aşılayan, Allah’ı ve ahireti hatırlatan şarkı, türkü ve şiirler meşrudur, mubahtır, hoştur.

 

Şakalaşmada ölçü

  1. Mizah ve şaka yapmak: Şakaya devam edilmemeli, şakada aşırılığa düşülmemelidir. Bunun aşırısı, insanın vakarını, heybetini ve saygınlığını bitirir. Hakkaniyet ölçüleri içinde şaka caiz görülmüştür. Nitekim Peygamberimiz de şaka yapmıştır. Ama Peygamberimiz: “Ben de şaka yaparım, ama ben sadece doğruyu konuşurum; haktan başka bir şey söylemem.”(Tirmizi) demiştir.

 

“Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi veselleme geldi: “Ey Allah’ın Resulü! Beni bir deveye bindir!” dedi. Resulullah da: “Ben seni bir devenin yavrusuna bindireceğim!” buyurdu. Adam: “Ya Resulallah, ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki)!” deyince Hz. Peygamber: “Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurmuştur? (Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?)” buyurdular”(Tirmizi, Ebu Davud)

 

Şakacılığı en çok meşhur olan sahabi Hz. Nuayman radıyallahu anh, Resulullah’a bile birçok kez şaka yapmıştır. Anlattığına göre, Medine pazarına turfanda veya güzel bir yiyecek gelince onu veresiye alır, Resulullah’a “hediye” olarak getirir, ödeme zamanı gelince, Hz. Peygamber’e gelerek, “hediye” sinin karşılığını isterdi. Resulullah: “Sen onu bana hediye etmiştin, ne oldu?” deyince, o da: “Bu güzel şeyi Sana layık gördüm, param olmadığı için böyle yaptım” derdi. Resulullah da Nuayman’ı hep gülerek karşılar ve ona hiç kızmazdı.

Zahir bin Harun adlı bir zat, çölden hediyelerle birlikte Resulullah’a gelirdi. Resulullah da ayrılacağı zaman Zahir’in ihtiyaçlarını tedarik ederdi. Resulullah: “Zahir, bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz” buyururdu. Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen onu severdi. Bir gün Resulullah, ürünlerini sattığı sırada Zahir’e yaklaşmış ve arkadan iki eliyle onun gözlerini kapatmıştı; Zahir arkasına dönemiyor, kim olduğunu göremiyordu. “Bırak gideyim, Kimsin sen?” dedi. Resulullah aleyhissalatu vesselam: “Kim bu köleyi satın alacak, kim bu köleyi satın alacak?” diye seslendi. Zahir; “Ey Allah’ın Resulü! Benim gibi çirkin bir adamı kim alır?” deyince, Resulullah şöyle cevap vermişti: “Hayır; ey Zahir, senin Allah katında değerin çok yüksek.”(Ahmet b. Hanbel)

 

  1. Alaycılık ve istihza etmek: Dilin afetlerinden birİ de alay ve istihzadır. Haram kılınmıştır. Çünkü alay, hafife alma, hakir görme ve birinin üstüne gülmedir. Bu sözle, fiille olduğu gibi, işaret ve ima ile de olur. İlgili ayetlerden biri şudur: “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de alaya alınanlar, alaya alanlardan daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki alaya alınanlar, alaya alanlardan daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”(Hucurat; 11)

 

  1. Sırrı ifşa etmek: Dilin afetlerinden biri de sırrı ifşa etmektir. Gizli durması gereken bir sözü ifşa etmek hıyanettir ve haramdır. Hadis-i şerifte: “Söz, aranızda emanettir”(Mecmau’z-Zevaid, h. no: 13168) buyurulmuştur.

 

Verilen söze riayet etmemek

  1. Yalan vaadde bulunmak: Asılsız söz verip, verilen sözden dönmek, dilin afetlerindendir. Allah: buyuruyor; “Ey iman edenler! Sözlerinizi yerine getirin. Anlaşmalarınıza sadık kalın.”(bkz: Maide:1)

 

Allah, Peygamberi İsmail’i övüyor: “O sözü doğru biri idi.”(Meryem; 54)

 

Peygamberimiz, buluşma noktası olarak tesbit edilen yerde, muhatabını üç gün beklemiş, üçüncü gün verdiği sözü hatırlayıp gelen gence: “Delikanlı! Bana meşakkat verdin, üç gündür ben seni burada beklemekteyim(Ebu Davud) demekle yetinmiştir.

 

Hadis-i şerifte buyurulmuş ki: “Üç şey münafığın alametlerindendir:

  1. Konuştuğu zaman yalan söyler,
    2. Söz verdiğ zaman sözünden döner,
  2. Emanet edildiği zaman emanete hıyanet eder.(Müslim)

Başka bir hadisde de böyle bir adam, “oruç tutsa da, namaz kılsa da ve kendisinin Müslüman olduğunu iddia etse de.”(Müslim, İman, 25) Münafığın alametlerini taşımaktadır. Derhal bu Müslüman tevbe etmeli ve kendisinde bulunan bu alametleri terk etmelidir.

 

  1. Sözde ve yeminde yalan söylemek: Bu da dilin afetlerinden, aynı zamanda ayıp ve günahların çirkinlerindendir. Hadis-i şerifte buyurulmuş k: “Üç zümre vardır ki, Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Ve onlara can yakıcı bir azap vardır. Elbiselerini kibirle sürüyerek yürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve malına yalan yeminle revaç verip satmaya çalışan…”(Müslim, Tirmizi, Ebû Davud)

 

Hz. Rasûl aleyhissalatü vesselam: “Kulun imanı doğru olmaz, kalbi doğru olmadıkça; kalbi doğru olmaz, dili doğru olmadıkça. Komşusu eziyetlerinden emin olmayan kişi cennete giremez.”(Ahmet b. Hanbel)

 

  1. Gıybet etmek: Dilin afetlerinden biri de gıybettir. Gıybetin, “Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”(Hucurât; 12) ayetinde ölü eti yemeğe benzetilmesi, çok iğrenç bir fiil olduğuna işarettir.

 

Efendimiz bir gün ashabına, “Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sorar. Sahabi “Allah ve Peygamberi daha iyi bilir” cevabını verince, Peygamberimiz:”Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.” buyurur. Sahabi; “Ya söylediğim kardeşimde varsa?” deyince, Peygamberimiz: “Eğer söylediğin onda varsa, gıybet etmiş olursun. Şayet söylediğin onda yoksa, o takdirde ona iftira atmış olursun.” cevabını vermiştir.

 

Yine buyurmuşlar ki:”Her kim dilini ve tenasül uzvunu kötülükten koruyacağına dair bana söz verirse, ben de onun cennete girmesine kefil olurum.”(Buhari)

 

Hz. Aişe bir gün Efendimiz’e Hz. Safiyye’nin boyunun kısa oluşunu dile getirir. Bu sözden hiç hoşlanmayan Allah Rasulü (sas),

“-Aişe! Öyle bir söz söyledin ki eğer o söz denizin suyu ile karışsaydı herhalde onun tadını ve kokusunu bozardı.”diyerek eşini uyarır.

 

Tersten bir yaklaşımla gıybete muhalefet edenin mükâfatını ifade eden bir hadis: “Bir kimse kardeşinin ırz ve şerefini çekiştirene karşı onu savunursa, Allah kıyamet günü o kimseyi cehennemden uzaklaştırır.”(Tirmizi)

 

Muaz b. Cebel bir gün Efendimiz’e kendisini cennete koyacak ve cehennemden uzaklaştıracak amelleri söylemesini ister. Efendimiz: “Allah’a şirk koşmamak, O’na ibadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak, haccetmek, sadaka vermek, Allah yolunda malıyla canıyla mücadele etmek.” der ve ardından “Bu dediklerimden hepsinin yerini tutan nedir, söyleyeyim mi?” diye sorar. “Evet” cevabını müteakip eliyle dilini tutup: “İşte buna sahip çıkmaktır.!” der. Hz.Muaz’ın taaccüp içinde “Biz söylediğimiz sözlerden hesap mı vereceğiz?” sorusunu da şöyle cevaplar: “Ey annesinin kuzusu! İnsanları cehenneme yüzüstü düşüren dilleriyle kazandıklarından başkası mıdır zannediyorsun?”(Tirmizi, İman, 8)

 

Gıybeti edilen adam aleni günah işleyen biri ise işlediği günahtan da sıkılmıyorsa, hatta işlediği sanatı ve seyyiatıyla iftihar ediyor, zulmüyle de lezzet alıyorsa, böyle utanmadan günah işleyenin gıybeti caizdir.(Ayrıca gıybetin caiz olduğu yerler için bkz. Ed-Dımışkî, aynı eser, 224-225) Aksi halde ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi, gıybet de insanın salih amellerini yer, bitirir.

 

Eğer bir insan gıybet eder veya isteyerek dinlerse; derhal, “Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı bağışla.” demeli, sonra da gıybeti yapılan adama nerde rastlanırsa, orada “Hakkını helal et, beni bağışla.” demeli, özür dilemeli ve helallik almalıdır.(Orijinali ve geniş bilgi için bkz. Nursî, Said, Mektubat, 22. Mektup, Hatime, 268)

 

Kalbin gıybeti su-i zan

Su-i zan da kalb ile gıybettir. Peygamberimiz buyurmuşlar ki: “Su-i zandan çekininiz; çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksiğini-gediğini görmeye ve işitmeye çalışmayın, hususi hayatlarını araştırmayın. Satın almayacağınız bir malın fiyatını, müşteri kızıştırmak için artırmayın. Birbirinize haset etmeyin, düşmanlık yapmayın, arkanızı çevirip küsmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun, kardeş!”(Buhari)

 

  1. Nemime; söz taşımak: Dilin afetlerinden biri de muhbirliktir. Yani söz taşıyıcılığı yapmaktır. “İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline!”(Hümeze; 1-2)

 

Ayetteki “hümeze”nin, ve Leheb suresindeki “hammaletelhatab” ifadelerinin “nemmam=söz taşıyan” anlamında olduğu da ifade edilmiştir. Peygamberimiz, “Nemmam (muhbirlik yapan) cennete giremez.”(Riyazüs Salihin, hn. 1537) Buyurmuştur. Nemimenin hakikati, sırrı ifşadır. Saklı kalması gerekeni açığa çıkarmaktır.

 

17-İki yüzlü söz söylemek: Dilin afetlerinden biri de budur. İki yüzlü söz, bir adamın yanınızda iken hakkınızda iyi söylediği, yanınızda değilken kötü söylediği sözdür. Bunu ancak münafıklar yapar. Böyle insanlardan korkulur. Böyleleri hürmet bile görür. İyi olduğu için değil, şerrinden korkulduğu için. Peygamberimiz: “Ey Aişe! İnsanların en kötüsü, şerrinden korkulduğu için hürmet ve ikram gören insandır.” buyurmuştur.(Bkz. Ed-Dımışkî, aynı yer, 226)

 

Övmenin, öven ve övülen
açısından zararları

  1. Medh ve senada bulunmak: Dilin afetlerinden biri de birini övmektir. Neden övmek yasaklanmıştır? Övgüde altı afet vardır. Dördü öven içindir, ikisi de övülen içindir.

 

Öven için afetlerden biri, övgüde aşırı gider, sonu yalana çıkar. İkincisi, övgüye bazen riya girer. Adam dıştan över, halbuki içten nefret etmektedir. Böyle biri riyakâr münafık olur. Üçüncüsü, araştırmadığı ve hakkında kesin bilgisi olmayan şeyi söylemiş olur. Dördüncüsü, övdüğü şahıs zalim ve fasık birisi ise, böyle birini övgüsüyle şımartmış olur. Bu da caiz değildir. Çünkü bu haliyle zalimin zulmüne fasıkın fıskına ortak olmuş olur.

 

Hasan-i Basrî radıyallahu anh demiş ki: “Kim bir zalimin ömrünün uzun olması için dua ederse, o, yeryüzünde Allah’a isyan edilmesine razı olmuştur.”

 

Övgünün, övülene zararlarına gelince:

1) Övgü, övülende kibir ve ucup oluşturur. Kibir, büyüklenme, ucup kendine ve ameline güvenmedir. Bunların her ikisi de öldürücüdür, katildir. Birini öldürmek istiyorsanız onu övün, alkışlayın, pohpohlayın. “Senin gibi, bir yiğit, bir kahraman yoktur.” deyin.

 

2) Övülen şahıs, övüldüğünde sevinir, kabarır, şımarır, “sen ne imişsin be abi” havalarına girer. Allah’ın lütfunu, başarısını kendinden görmeye başlar. Allah da acil ceza vermez. Bu hal git gide onun için istidraç olur. Yani bir insan bir nimete layık olmadığı halde o nimet ona artarak veriliyorsa bu onun için nimet değil, nikmettir, beladır. Ama o bunu anlayamamaktadır. Onu bu noktaya getiren hak ettiği veya hak etmediği övgülerdir. Bu tip övgülerden, hem övenlerin ve hem de övülenlerin yılandan akrepten hatta ejdarhalardan kaçar gibi kaçmaları, kaçınmaları gerekmektedir.

 

Övülenin hep içinde bir sızı taşıması ve kendi kendine demesi lazım: “Ey beni methedenler! Eğer siz beni hakkıyla tanımış olsaydınız bu övgüleri bana vermezdiniz.”

 

Nitekim halk tarafından yapılan övgüler kulağına gelen Hz. Ali radıyallahu anh şöyle dua etmiş: “Allah’ım! İnsanların bilmeden yaptıkları övgülerden dolayı beni bağışla, söyledikleri övgülerden dolayı beni cezalandırıp rüsva eyleme, beni zannettiklerinden daha hayırlı eyle!(Bkz. Ed. Dımışkî, aynı yer, 227)

 

  1. Lafzın inceliklerine riayet etmeden konuşmak, hatalı konuşmak: Dilin afetlerinden biri de budur. Allah ve sıfatlarıyla ilgili konuşmalarda çok dikkatli olunmalıdır. Rasûlullah aleyhissalatü vesselam Efendimiz de bizi şu hadisiyle uyarmaktadır: “Sizden biriniz, Allah dilerse ve ben de istersem, demesin. Ancak “Allah dilerse, Ondan sonra da ben istersem” desin. Birinci söyleyişte kendisini Allah’a ortak ve eşitleme sezildiğinden saygısızlık anlamı görülmektedir. “Allah’a ve sana sığınırım”, “Allah ve falan olmasaydı” gibi ifadeler de böyledir. Bunun yerine “Önce Allah’a, sonra da sana sığınırım”, “Allah, sonra da falan olmasaydı” şeklinde söylenmelidir.

 

İbn-i Abbas radıyallahu anh da demiştir ki: “Sizden her biriniz şirke düşebilirsiniz, hatta kişi köpeği ile bile şirk koşar da şöyle der: Eğer bu köpek olmasaydı, gece hırsızların şerrine uğramış olurduk.”

 

Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bizi şöyle uyardı: “Sizden biriniz erkek ve kadın kölelerine benim kullarım, demesin. Benim hizmetçilerim, desin. Çünkü erkek-kadın hepiniz Allah’ın kullarısınız. Köleler de efendilerine “Benim Rabbim” tabirini kullanmasınlar. “Benim efendim” tabirini kullansınlar. Çünkü hepiniz Allah’ın kullarısınız, Allah da hepinizin Rabbidir.

 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki: “Münafığa, “efendimiz” demeyiniz. Çünkü o sizin efendiniz olursa, Rabbinizi kızdırmış olursunuz.” (Ebu Davud)

 

20-Alim olmayan avamın, anlayamayacağı meseleleri sorması: Bu da yine dilin afetlerindendir. Alim olmayanlara düşen, salih amellerle meşgul olmaktır ve teslimiyettir. Şeytan böyle kimseleri dürter: Sen de ulemadansın, fazilet ehlisin, der. Böyle diye diye ona küfür kelimelerini sevdirir, söyletir. Kendisine lazım olmayan meselelerle uğraştırır. Rasûlullah aleyhisselatü vesselam, ümmetini kîl u kaldan, (dedikodudan) ve çok sualden menetmiştir.(Buhârî, Müslim, Tirmizî)

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ