Sana Mûsâ(a.s)’nın Haberi Geldi Mi?
Kur’ân-ı Hakîm’in her bir kelimesi hatta her bir harfi, mutlaka bir hikmete binâen zikredilmiştir. Hiçbir kelime ya da harf, -hâşâ- rastgele vârid olmamıştır. Sözgelimi; Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir âyetinden herhangi bir kelimeyi çıkarıp yerine o kelimeyle eşanlamlı olan başka bir kelime getirilse, âyetin mefhûmunda bir değişiklik olmamış gibi görünse de esâsen birçok incelik ihlâl edilmiş olur. Bu incelikleri idrâk edebilmek için de şüphesiz Kur’ân diline vâkıf olmak gerekir.
İslâm’ın güzide âlimleri, değerli müfessirlerimiz, -Allah onlardan razı olsun- Kur’ân Denizi’nden biz avam tabakası için Kur’ân’ın i’câz yönündeki incelikleri istinbât etmektedir. Bizlere düşen; bizler için istinbât edilmiş bu eşsiz incelikleri idrâk edip Kur’ân-ı Azîmu’ş-Şân’ın bir beşer kelâmı değil, Kelâmullâh olduğu itikâdımızı pekiştirmek olmalıdır.
Son dönemlerde İlâhiyât Fakülteleri’nde bazı akademisyenlerce dillendirilen; “Kur’ân’ın manasının Allah’a; lafzının ise Hz. Peygambere ait olduğu” görüşü, Kur’ân âyetlerini sıradanlaştırıp eleştiriye açık hâle getirmeye yönelik art niyetli çalışmaların bir tezâhürüdür. Her Müslümân, bu tehlikeyi dikkate alıp, Kur’ân-ı Kerîm’in letâfetlerini/inceliklerini anlayıp anlatmayı kendisi için bir görev bilmelidir. İşte bu, en başta ilim talebelerinin görevidir.
Biz bu bağlamda, Kur’ân-ı Hakîm’in o eşsiz nizamına bir örnek olması açısından, Kur’ân’da ismi en çok zikredilen peygamber olan Hz. Mûsâ aleyhi’s-selâm ile kardeşi Hz. Hârûn aleyhi’s-selâm’ın isimleri arasındaki letâfeti, müfessirlerimizin beyânlarıyla izâh etmeye çalışacağız. Böylece, Kur’ân’ın hiçbir kelimesinin rastgele sıralanmamış olup mutlaka bir hikmete binâen yerli yerinde zikredilmiş olduğu görülecektir.
Hz. Mûsâ ile Hz. Hârûn’un İsimleri
Kur’ân-ı Kerîm’in dokuz farklı yerinde Hz. Mûsâ ile Hz. Hârûn’un isimleri yan yana zikredilmiştir: (Bakara, 248; En’âm, 84; A’râf, 122; Yûnus, 75; Tâhâ, 70; Enbiyâ, 48; Şuarâ, 48; Saffât, 114; Saffât, 120).
Bu yerlerin sekiz tanesinde Hz. Mûsâ’nın ismi daha önce zikredilmişken, sadece bir tanesinde Hz. Hârûn’un ismi daha önce zikredilmiştir. Hz. Hârûn’un isminin daha önce zikredildiği Tâhâ Sûresi’nin 70.âyetinde, Hz. Mûsâ ile Firavûn’un sihirbazları arasında cereyân eden hâdise anlatılmaktadır. Tâhâ Sûresi’nde anlatılan olay şöyledir:
Sihirbazlar: “Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz oluruz” dediler. ﴾65﴿
Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor. ﴾66﴿
Bunun üzerine Mûsâ içinde bir korku hissetti. ﴾67﴿
Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü sensin en üstün olan.” ﴾68﴿
“Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez.” ﴾69﴿
Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler. ﴾70﴿
Hz. Mûsâ ile sihirbazlar arasındaki mücadelenin anlatıldığı bu âyetlerde, Hz. Mûsâ’ya verilen mucize karşısında sihirbazların derhal secdeye kapanıp iman ettikleri bildirilmektedir. Sihirbazlar imanlarını: “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” diyerek ilan etmiştir. Aynı olayın anlatıldığı A’râf 122 ve Şuarâ 48.âyetlerinde ise sihirbazlar, Hz. Mûsâ’nın ismini daha önce zikretmek sûretiyle: “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine inandık” demiştir.
Burada dikkatleri cebeden husus şudur: Aynı hâdisenin anlatıldığı bu sûrelerde, sihirbazların, imânlarını ilân ettiği cümleler, neden iki farklı şekilde tabir edilmiştir? Olay bir defa gerçeklemişse, sihirbazların sözleri neden iki farklı şekilde anlatılmıştır?
Tefsir kitaplarında bu sorulara muhtelif cevaplar verilmiş olsa da çok azında bizim dikkatini çekmeye çalıştığımız husus göz önünde bulundurularak cevap verilmiştir. Biz önce müfessirlerimizin verdiği cevaplardan bazılarını zikredelim, daha sonra nihâî cevâbı en son izâh etmeye çalışalım:
Dirâyet tefsirleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Fahreddîn er-Râzî’nin Mefâtîhu’l-Gayb adlı eserinde konuyla alâkalı şunlar yer almaktadır:
“Sihirbazlar önce Hârûn’u daha sonra Hz. Mûsâ’yı zikrettiler. Çünkü Firavun Hz. Mûsâ’nın da rabbi olduğu iddiasında idi. Çünkü Firavun, Hz. Mûsâ’yı küçükken terbiye etmişti: “Biz seni aramızda küçük bir çocuk iken terbiye etmedik mi?” (Şuara, 26/18).”
Firavun böyle bir vehme kapılmasın diye önce Hz. Hârûn’u zikrettiler. Yani sihirbazlar ilk önce “Mûsâ’nın Rabbi” diyecek olsaydı, Firavun kendisinin kast edildiğini vehm edecekti.
Râzî’nin zikretmiş olduğu bu cevaba şöyle bir itiraz serdedilebilir: Eğer durum yukarıda anlatıldığı gibiyse, o hâlde neden A’râf ve Şuarâ’daki âyetlerde Hz. Hârûn’un ismi daha önce zikredilmedi? Şayet Firavun, Hz. Mûsâ’nın ismi daha önce zikredildiğinde kendisinin kast edildiğini vehm edecek olsaydı, A’râf ve Şuarâ’da da Hz. Hârûn’un isminin daha önce zikredilmesi gerekmez miydi? Böylece bu sûrelerde de Firavun’un bu yanlış vehme kapılmasının önü kapatılmış olurdu.
Nesefî de Medâriku’t-Tenzîl adlı eserinde şunları söyler:
“Burada Hz. Hârûn’un isminin önce zikredilmesi, âyet sonlarındaki fâsılalara riâyet etmek içindir. (Tâhâ Sûresi’ndeki âyetlerin sonu ekseriyetle elif-i kâsıra yani “a” sesiyle bittiğinden, Hz. Mûsâ’nın ismi sona alınarak, bu uyum korunmak istenmiştir. Zira Mûsâ ismi de “a” sesiyle bitmektedir). Ayrıca Hârun ve Mûsâ isimleri arasında bulunan “vâv” harfi, tertip manasını tazammun etmez. (Yani burada bir sıralama söz konusu değildir. “Hârûn ve Mûsâ” demek ile “Mûsâ ve Hârûn” demek arasında bir fark yoktur).
Sem’ânî Tefsîru’l-Kur’ân’da, İbn Cuzey et-Teshîl’de, Ebû Hayyân Bahru’l-Muhit’te, Ebu’s-Suud İrşâdu Akli’s-Selîm’de ve Şevkânî Fethu’l-Kadîr’de; tıpkı Nesefî gibi âyet sonlarının birbirine uyması maksadıyla Hz. Hârûn’un daha önce zikredilmiş olduğunu belirtmiştir.
Nesefî ve diğer müfessirlerin vermiş olduğu bu cevaba da şöyle bir itiraz getirilebilir: Yüce Allah’ın murâdı, sırf âyet sonlarındaki ses uyumu korunsun diye değişikliğe uğramaz. Başka bir deyişle; âyet sonlarının birbirine uyması maksadıyla kelimeler arasında takdim ve tehir yapılmaz. Bu itirazı el-Bukâî, Nazmu’d-Durer adlı eserinde İmâm Eş’arî ile Bâkillânî’ye dayandırarak zikretmiştir.
Beydâvî Envâru’t-Tenzîl’de, Âlûsî de Rûhu’l-Meânîde, Fahreddîn er-Râzî’nin verdiği cevabın aynısını zikretmiştir. Yukarıda bu cevaba yöneltilen itirazı zikrettiğimiz için burada tekrar etmeye gerek duymuyoruz.
Biz, Hz. Mûsa ve sihirbazlar arasında cereyan eden hâdise göz önünde bulundurularak verilen şu cevabın daha doğru olduğu kanaatindeyiz:
Üç sûrede de (A’râf, Tâhâ, Şuarâ) anlatıldığı üzere Hz. Mûsâ’nın elindeki asa, mucizevi bir şekilde devasa bir yılana dönüştükten sonra sihirbazlar secdeye kapanarak imanlarını dile getirmiştir. Lâkin bir yerde “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine inandık” diğer yerde de “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” şeklinde iki farklı söz telaffuz etmişlerdir. Bunun sebebi, sihirbazların bir kısmının “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine inandık”; geri kalan kısmının da “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” demiş olmalarıdır. Yani bu iki cevap, sihirbaz topluluğu içerisinden iki farklı grubun vermiş olduğu cevaplardır. Bir kısım önce Hz. Mûsâ’nın ismini zikrederken, diğer kısım da Hz. Hârûn’un ismini zikretmiştir. Bu cevaba göre bir problem kalmamaktadır. Zira sihirbazlardan aktarılan iki farklı cevap ancak bu şekilde cem edilebilir. Bu cevabı İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr kitabında zikretmiştir. Allah ondan razı olsun.
Burada Muhammed Alî es-Sâbûnî’nin, et-Tefsîru’l-Vâdıh’ta Arap dili kurallarına göre zikretmiş olduğu bir cevabı da aktarmak isteriz:
Tâhâ Sûresi’inde Hz. Mûsâ’nın isminin geride zikredilmesinin sebebi, bir sonraki âyette geçen لَهُ zamirinin Hz. Mûsâ’ya dönmesi içindir.
Âyetteki ifâde şöyledir:
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ
“Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha!” (Tâhâ, 71)
Çünkü Arap dilinde bir zamir, biri uzak diğeri yakın olan iki isim arasında muallakta kaldığında, kendisine daha yakın olan isme dönmesi daha evlâdır. Hz. Mûsâ’nın ismi geriye alınmak sûretiyle, bu zamire daha yakın olması sağlanmıştır. Bu yoruma göre, âyette geçen لَهُ zamiri Hz. Mûsâ’ya döner ve mana: “Mûsâ’ya mı imân ettiniz” şeklinde olur. Bu da Kur’ân-ı Kerîm’in, en usta belâgatçıları dahi âciz bırakan i’câz yönüdür.
Kuranın Mana İncelikleri
Bahsi kapatırken, Tâhâ Sûresi’nde Hz. Hârûn’un isminin önce zikredilmesine dâir yapılan birkaç latif yorumu da şöyle ifâde edebiliriz:
1- Sihirbazların imân etmesine vesile olan mucizeler, Hz. Mûsâ’nın elinde vuku’ buldu. Bunun üzerine sihirbazlar hemen: “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler. Sihirbazlar o kadar sağlam bir şekilde etmişlerdi ki öncelikle elinde mucize olmayan Hz. Hârûn’a iman ettiklerini bildirdiler. Öyleyse mucizelerin elinde zuhur ettiği Hz. Mûsâ’ya hayli hayli iman etmiş oldular.
2- Hz. Hârûn, Hz. Mûsâ’dan üç yaş büyük ve dil bakımından daha beliğ olduğu için (Kasas, 34) önce zikredilmiştir.
3- Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Hârûn’un zikri, en fazla Tâhâ Sûresi’nde geçmektedir. Bu itibarla da ilk defa bu sûrede ismi Hz. Mûsâ’nın önüne alınmıştır.
4- Tâhâ Sûresi’nde, sihirbazlar ellerindeki iplerle sihir yapınca Hz. Mûsâ’nın içine bir korku düştüğü bildirilmiştir. Korkunun zikredildiği bu sûrede, içinde korku bulunan kişinin yani Hz. Mûsâ’nın geride zikredilmesi uygun düşmüştür. Zira korkan kişi önde bulunmaz.
Buraya kadar zikrettiğimiz bütün yorumlar, müfessirlerimizin ortaya koyduğu yorumlardan ibarettir. Hiçbiri Murâd-ı İlâhî’nin ne olduğuna dair kesin bir bilgi içermemektedir. Mutlak bilgi Allah indindedir. O her şeyi hakkıyla bilendir. O ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır. Velhamdulillâhi Rabbi’l-Âlemîn.