Peygamber Vazifesi: Tezkiye
Peygamberlerin vazifeleri üçtür:
“(Ey insanlar!) Andolsun ki, kendi içinizden, size bir peygamber gönderdik. O; size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor (kötülüklerden arındırıyor), Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 151)
Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in üç mühim vazifesine dikkat çekiyor:
* Allah’ın âyetlerini okuyup dîni tebliğ etmek.
* İç âlemleri tezkiye etmek; duyguları temizlemek.
* Bu rûhî terbiye neticesinde Kitâb’ın derinliklerini; kâinat, hâdisat ve vukûatta sergilenen ilâhî sır ve hikmetleri öğretmek.
Demek ki; “Kitap ve Hikmet tâlimi”nden önce, tezkiye yani iç âlem temizliği lâzımdır.
Sahâbe efendilerimizin de önce gönülleri temizlendi, ancak bundan sonra hikmetlere âşinâ oldular.
Demek ki; gönüller temizlenmedikçe “Kitap ve hikmet” öğretilemiyor. Sünûhat ve tulûat artmıyor. Emirler ve nehiylerdeki incelikler idrâk edilemiyor.
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Bir seher benden ilham kesildi. (Bir tulûat, bir sünûhat, kalbime doğmadı.) Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsûlüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana geliyorsa, bil ki o lokma, şüpheli veya haramdır.”
Yine Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Çok âlim vardır ki, ilmi yutmuştur lâkin irfandan nasibi yoktur. Hak sevgilisi olamamıştır!”
Mevlânâ Hazretleri, hikmet ve esrar okyanusuna daldığı zaman; ‘Yandım!’ dedi. Onun irfan vadisindeki emsalleri Fuzûlî de, Es‘ad Erbilî Hazretleri de, Yaman Dede de; ‘Yandım!’ dediler.
Bu yanışı Muhammed İkbal şu kıssa ne ile güzel anlatır:
Bir gece, kütüphânemde bir güvenin, pervâneye şöyle dediğini duydum:
“İbn-i Sînâ’nın kitapları içine yerleştim. Fârâbî’nin eserlerini gördüm. (Onların bitmek bilmeyen kuru satırları ve o satırlardaki solgun harflerin arasında gezindim ve onları kemirdim. Bu meyanda Fârâbî’nin fazîletler şehri mânâsına gelen, el-Medînetü’l-Fâzıla’sını sokak sokak, cadde cadde dolaştım. Fakat) bu hayatın felsefesini bir türlü anlayamadım. Kâbuslu çıkmaz sokakların hazin bir yolcusu oldum. Bir güneşim yok ki, günlerimi aydınlatsın…”
Güvenin bu feryâdına mukabil, pervâne; güveye, yanık kanatlarını gösterdi:
“- Bak!” dedi. “Ben bu aşk için kanatlarımı yaktım.” Sonra da şöyle devam etti:
“- Hayatı daha canlı kılan, çırpınış ve muhabbetlerdir; hayatı kanatlandıran da aşktır!..”
Yani pervâne; güveye, yanık kanatlarını göstererek hâl lisânı ile;
“Sen bu felsefenin çıkmaz sokaklarında helâk olmaktan kendini kurtar! Mesnevî’nin aşk, vecd ve feyz dolu mânâ deryâsından nasiplenerek vuslata kanatlan!..” demekteydi.
Demek ki, muhabbet ateşinde gönüller temizlenecek ki;
Vukûat ve hâdisâtın sırrî tarafı insana keşf olunacak.
Gönüller temizlenecek ki;
Kalp; Kur’ân, kâinat ve insanda meknuz sırları, hikmetleri tahsil edebilecek. Mevlânâ Hazretleri, hikmet ve esrar okyanusuna daldığı zaman; “Yandım!” dedi.
Nurlu Meşale
Efendimiz, ebediyet yolculuğumuzda bizim en muhteşem rehberimiz…
Karanlık yolları aydınlatan bir sirâc-ı münîr…
Nefsin girdapları ve şeytanın tuzaklarına karşı, en muazzam istinadgâhımız ve burhanımız O’nun edebi…
O’nun ahlâkına Kur’ân-ı Kerim; “Muazzam” dedi.
Ömrüne Cenâb-ı Hak; “Le amruke!” diyerek kasem eyledi.
Her hâline, bizler için; “Üsve-i hasene: En güzel örnek” buyurdu.
Her mü’min O’nun rehberliğine muhtaç… O’nu, canından çok sevmeden, îman kâmil olmaz. O’na ittibâ etmeden, “muhabbetullâh”a nâil olunamaz. O’nun sünneti olmadan, Kitâbullah tefsir olunamaz.
Mü’min, bir ebediyet yolcusudur.
Muhâtaralı bir sonsuzluk yolculuğunda kurtuluşa erişebilmesi için dâimâ Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile beraber ve dâimâ O’nun rehberliğinde olmalıdır.
Zira;
Sevgi ve muhabbet, seven ile sevilen arasında bir cereyan hattıdır.
Sahâbîyi; İslâm nimetinden sonra en çok sevindiren husus, Peygamber Efendimiz’in;
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) müjdesi olmuştur. (Müslim, Birr, 163)
Sahâbe efendilerimiz; hayatlarını, bu hadîs-i şerîfin muhtevâsına girebilmeye vakfetmişlerdir. Ömürlerini, Efendimiz’in muhabbetine râm ettiler. Her nefeslerini bu uğurda bezlettiler.
– İptilâ ve musîbetleri sabırla bertaraf etmeyi öğretti
Zira Cenâb-ı Hak buyurdu:
“Ey îmân edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin…” (el-Bakara, 153)
Fahr-i Kâinât Efendimiz de, her türlü iptilâya sabretti. Her vesile ile namaz kıldı. Allâh’a sığındı. Hiçbir zaman sabırsızlığa, bezginliğe ve aceleciliğe düşmedi. Sabrın sonundaki selâmete nâil oldu, bizleri de nâil eyledi.
Şu âyet-i kerîmeler de, sıkıntı ve zorluklarla karşılaşan mü’min gönüllere, ne büyük bir huzur ve ferahlık müjdesidir:
“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirâh, 5-6)
– Unutkanlığı zikirle bertaraf etmeyi öğretti
Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
Günah, Cenâb-ı Hak unutulduğu zaman işlenir. Kalp; “mârifetullah”tan nasîb alırsa, unutma asgarîye iner.
Peygamber Efendimiz, dâimâ zikir hâlinde yaşadı. Semâya baktı, Allah’ı andı; arza baktı Allah’ı andı. O’nun mübârek sîmâsına nazar kılanlar da Allah’ı hatırladı.
Mahlûkata baktı; Cenâb-ı Hakk’ın “el-Bârî”, “el-Musavvir” sıfatını hatırladı.
Talebesi Ebû Zer radıyallâhu anh şöyle derdi:
“Vallâhi Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem âhirete göçerken bizi öyle bir hâlde bırakmıştı ki; bir kuş gökte kanat çırpsa, onun bu hareketi bize Rasûlullâh’ın bir hadîsini hatırlatırdı. Çünkü Âlemlerin Efendisi bize; ‘Cennete yaklaştıran, cehennemden de uzaklaştıran ne varsa hepsi size açıklanmıştır.’ buyurmuştu.” (Ahmed, V, 153, 162; Heysemî, VIII, 263)