PARANTEZ / Menfaatsiz İyilik
PARANTEZ
Menfaatsiz İyilik
Hüseyin Ustaoğlu
İnsanın yaratılışı gereği ve doğal olarak yerine getirmesi gereken ahlaki bir görevdir, iyilik. ‘İyi insan’ desinler diye yapılmayacağı gibi, kişiyi iyilik yapmaya iten etkenler de rasyonel çıkar beklentilerine bağlı olmamalıdır. Çünkü dayanağını maddi beklentilerden alan bir davranış fedakârlık olarak tanımlanamaz. İyilik olarak da adlandırılamaz. Sağlam bir temele oturtulmamış bu türden eylemler, insanın iyi olma yönündeki mücadelesine de bir katkı sağlamaz. Halbuki iyilik, insanın tabiatından gelir. Vicdanının sesini dinleyen bir ferdin, iyilikten yana tavır almaması düşünülemez. Çünkü aksine güç yetiremez, başka türlü olmak istemez veya isteyemez!
Peki, burada; insanlar neden kötülük yapar veya kötüler de iyilik yapamaz mı sorusu akla gelebilir. Elbette nefsi marazları olan ve kötülüklerle iç içe girmiş bir insan da iyilik yapabilir. Öylece devam ettiğinde de muhakkak iyiler kervanına kavuşur. Zira iyilik hakka, güzele ve doğruya taşıyan bir etkiye ve dönüştürücü güce sahiptir.
Topluma şöyle bir göz attığımızda; çeşitli iyilik örnekleriyle karşılaşırız, her biri kendince ayrı ayrı niyetler taşıyan. Bu yaklaşımların çoğu aslında menfaat kaygısı içerir. İyi insan desinler diye ya da ticari veya şahsi kaygılarla yapılan iyilik örnekleri de diye biliriz biz bunlara!
“Kaz gelen yerden, tavuk esirgenmez” sözünün karşılığı olabilecek niyetler içerir yapıp ettikleri. Çok zaman şahit olursunuz. Bu türden bir iyiliğin, basiretsiz ve bilinçsizler nezdinde bir kıymeti harbiyesi olabilir. Lakin, bunun Allah katında bir makbuliyetinin olmayacağı da aşikârdır. Zira böylesi bir tutum iyilik değil, bilakis insanın başına bela olan, kendi adına yine kendinin yaptığı bir kötülüğüdür. Çünkü iyiliği çarpık manada ve nefsanî çıkarlar doğrultusunda kullanmak, günah olduğu kadar aynı zamanda bir istismardır da…
Kul olarak bize düşen görev ise; iyi insan olmanın ve iyilik yapmanın zorunluluk olduğunu bilmektir. Zira, Allah Celle Celalühü’nün emri, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ve onun yolundan gidenlerin örnek hayatları, iyi insan olma mücadelesini bize mecburi kılar. Öyleyse kaliteli insan olmak için, ‘İyilik Sultanları’nın yaşamlarını taklit etmek zaruridir. Kuran-ı Kerim’de;
“İyilikle kötülük bir değildir, sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman seninle aranda düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost olur.” (Fussilet; 34) diye buyruluyor. Yine;
“Zerre kadar iyilik eden mükâfatını, zerre kadar kötülük eden de cezasını görür ” (Zilzal; 7-8) ilahi buyruğuna kulak vererek hayatımızı dizayn etmemiz kaçınılmazdır…
İnsan tabiatının bozulduğu, ahlakın erozyona uğradığı ve ölçülerin tepetaklak olduğu günümüzde; iyilikler de seyahate çıkmak zorunda kalmıştır. Öyle ya! Her türden ölçünün ters yüz edildiği bu zaman, insanlık ve güzel erdemleri yutarak maneviyat iklimini de kuraklaştırmaktadır. Sistem içinde değerlendirme kıstası madde olunca, rasyonel hesaplar da kaçınılmaz olmaktadır. O zaman, manevi değerlerimiz de ister istemez rafa kalkmakta ve manevi bir beklenti içinde yapılan iyilik ve iyi olma mücadelesi de zaten anlamsız karşılanmaktadır. Hatta enayilik sayılmaktadır!
“Her İyilik Sadakadır”
“Ne menfaatin var ki, neden kendini yoruyorsun ki, sana ne oluyor ki, bırak karışma ki” ki…’lerin ardı arkası kesilmiyor bir türlü. Bunlar gündelik hayatta az çok hepimizin şahitlik ettiği ve yaşamakta olduğu olayların rutin bir tekrarı değil midir? Hangimiz rastlamıyoruz benzer örneklere ve hangimiz muhatap olmuyoruz ki bu türden sorulara? Hem de Hadis-i Şeriflerde;
“İnsanların iyisi, insanlara iyilik eden kimsedir.” (Müsned,1/412) ve:
“Her iyilik bir sadakadır.” (Buhari, Edep:33) buyrulmaktayken…
Bir de madalyonun öbür yüzünden konuya bakmakta fayda var. Yani iyilik gören bazı insanların, iyilik sahibine karşı bakış açılarına. İyiliğin yok olmaya yüz tuttuğu, iyilerin azdan az olmaya başladığı bu zamanda hem kendisine iyilik yapılıp hem de yapanı bir başka şekilde görme basiretsizliğine düşenler var ya! Onlara söylenecek bir söz bulamıyorum işte. Niye mi? Çünkü âlemde tek akıllı onlar sanki…
Nasıl olsa birileri kendilerinin hatalarını telafi eder, açıklarını kapatır ve sürekli bir iyilik melekleri bulunur. Hani onlar, bulunmaz hint kumaşları ya! Evet böyleleri, sorumsuz bir şekilde hareket etmeyi yaşam biçimi haline getirmişlerdir. İyilik sahibi olanları ve bu iyilikleri her defasında ne edip ne yapıp su istimal etmeyi başarırlar! Darda kaldıklarında ise; adına iyiler denilen birileri çıkar, sorunlarını aşmaya yardımcı olurlar nasıl olsa… Kim bilir! Belki de iyileri, hastalığa tutulmuş insanlar olarak algılarlar bu halleriyle. İsteseler de başka türlü olamayanları; “işte onlar varken benim sırtım yere gelmez” edasıyla bizzat kendileri iyilik gören konumda olmalarına rağmen, enayi belleyenler…
Ne demeli böylelerine? Halbuki bizim bahsettiğimiz iyilik sahibi insanlar; “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir” kaidesine uygun yaşarlar. Onlar, Hz. Ali kerremallahu veche’nin “insanların en kötüsü, iyiliği kötülükle karşılayan ve insanların en iyisi de kötülüğe karşılık iyilik yapandır,” ölçüsüyle hareket edenlerdir. Yani öncelikleri Allah Celle Celalühü’nün rızasıdır! Fakat istismarı yaşantılarında kötü ahlak haline getirmiş olanlar, bu türden iyilik fedailerinin hallerini anlayacak idrakten uzaktırlar. Bu nedenle; iyilik sahibi bir mü’min, yaptığı iyiliğin karşılığını elbette Allah Celle Celalühü’den bekleyecek, fakat kendisini de enayi yerine koydurmayacaktır. Kimlere iyilik yapılması gerektiği noktasında önceliklerini belirleyecektir. Şayet böyle kimselere iyilik yapacaklarsa da kendilerinin her şeyin farkında olarak yapmak durumunda olduklarını bilmelidirler. Bu bilinç halini karşısındakilere de hissettireceklerdir ki, Müslümanın izzeti ve şerefi korunmuş olsun…
Bir başka grup insan tiplemesi daha vardır ki, onlar da her şeyi “kendinden menkul” sanırlar! İşte bu sınıfa girenler de menfaatperestler arasında yer alırlar. “Hiç ölmeyecek gibi” yaşadıkları için de insan ve kul hakkına tecavüz ederler. Yediklerine ve içtiklerine dikkat etmeyenlerdir. Çoluk çocuğuna götürdükleri rızka haram karıştıran ve sözlerine yalan bulaştıranlardır onlar. Bu sebeple, bir insanın diğerine, menfaat karşılığı olmadan yardım edebileceğine inanmazlar. Yardım ediyorlarsa “muhakkak bir menfaat bağları vardır”, “boş yere mümkün mü?” derler. Karşılıksız iyilik yapanları ya anlayamazlar ya da anlasalar bile anlamak istemezler! Hatta böylelerine göre; hakka girmek bir uyanıklık, zulüm ve hak gaspları gücün simgesi, sömürmek de akıllık anlamı taşır! Çünkü bunlar, hayatta doğru olmayı, helal yaşayıp helal yemeyi şiar edinmişlerin varlığına akıl erdiremezler. Karşılıksız iyilik yapanların hallerini hayretler içinde karşılayıp, enayilik olarak tanımlayabilmektedirler. Neden? Gözleri körelmiş, gönülleri kararmış, dünyaya at gözüyle bakan kıt idraklidirler de ondan…
Ahiret diye bir akıbet yokmuşçasına hareket ederek, dünyaya acayip bir hırsla ve dört elle sarılırlar. Hırsları nedeniyle insani olan değerlere iyilik nazarıyla değil, menfaatçilik anlayışlarına uygun olup olmadığına göre rol biçtiklerinden, bir türlü akılları almaz. Bu halleriyle de bir bakıma gözü ve gönlü körelmişliğin temsilciliğine gönüllü talip olurlar… İyilerin de bir sahibinin bulunduğunu ya unuturlar ya da hatırlamak istemezler. Tıpkı başkalarının hakkına gasp ederken kendilerini gören bir mutlak varlığı unutup, yok sayarcasına hareket ettikleri gibi. Kendileri öyle yaşadıklarından, başkalarının kritiğini yaparken de kendi inandıkları gibi düşünür ve öylece hareket ederler. Sonunda yalancılıklarına kendilerini de inandırarak, tepetaklak giderler de haberleri bile olmaz…
Öyleyse menfaatsiz iyilik yapalım ve ihlaslı olalım. Zira gerçek anlamda iyilik sahipleri toplumda çoğaldıkça, sosyal hayatta da iyilikler artar. Bu gerçeklik güveni artırır, hayatı imar eder ve insanlık ahlakına kalite katar. Hasılı iyi olmanın, bireyin kendi iç barışına ve öz saygısına katkısı olduğu kadar, cemiyet hayatına da son derece önemli faydaları vardır.
Ne mutlu, her şeye rağmen iyilik yapmaktan vazgeçmeyip, iyi kalabilenlere…