Muhammed İbn-i Semmâk –k.sda
İbn-i Semmâk hazretleri, çok tesirli vaaz etmekle tanınan bir hadis âlimiydi. Hadis ilminde imam olmasının yanında hikmetli sözleriyle binlerce insanın irşadına vesile olmuştur
Zühd ve ahlâk konularına ağırlık vermesi sebebiyle bazı tasavvuf tabakat kitaplarında İbn-i Semmâk rahmetullahi aleyhin görüşleri önemle zikredilmiştir.
Muhammed İbn-i Semmâk –k.s-
İlk devir zahid, sûfî ve muhaddislerden olan İbn-i Semmak rahmetullahi aleyhin tam adı, Muhammed bin Semmâk el-Kûfî’dir. İbnü’s-Semmâk diye şöhret bulması, dedesinin veya kendisinin balıkçılıkla uğraşmış olması sebebiyledir.
Kûfe’de doğdu. Gençlik döneminden sonra ilme yöneldi. Hadis tahsilini Bağdat’ta tamamladı. Bu sahada Hişâm b. Urve, Süleyman b. A‘meş, Yezîd b. Ebû Ziyâd ve Süfyân es-Sevrî rahmetullahi aleyhim ecmeiyn’den istifade etti. Güçlü bir hâfızaya, düzgün ve etkili bir konuşma tarzına sahip olması İbnü’s-Semmâk’in şöhretinin kısa zamanda yayılmasına sebep oldu.
Çok tesirli vaaz etmekle tanınan bir hadîs âlimiydi. Hadis ilminde imam olmasının yanında hikmetli sözleriyle binlerce insanın irşadına vesile olmuştur. Bağdad’da bulunduğu sırada Hârûn Reşîd’e nasihatte bulunan İbnü’s-Semmâk hazretleri idareciliğin yanında zühd ve takvâ konularında da halifeyi ikaz ederdi. Onun sohbet meclislerinde halifenin ağladığı bilinmektedir.
Alâ b. Amr, Yahyâ b. Yahyâ, Muhammed b. Abdullah ve Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyhim ecmeiyn kendisinden hadis rivayet edenlerin başında yer almıştır.
Tasavvuf yolunda istifade ettiği zatların arasında Davud-i Tai hazretlerinin ismi geçer. İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâî kuddise sırruh’a gelip; “Bana nasîhat et.” dedi. O da;
“Öyle gayret et ki, Allah-u Teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allah-u Teâlâ’dan hayâ et ki, senin O’na yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemâatla namazı terk etme ve sünnetten ayrılma.” buyurdu.
İbnü’s-Semmâk hazretleri kendini ilme, ibadete ve ilim hizmetine adadığı için evlenmeyen zâhidlerdendir. Bununla birlikte vefatından sonra onu rüyasında gören bir dostunun, “Allah sana nasıl muamele etti?” şeklindeki sorusuna verdiği cevapta Allah’ın kendisine ikram ve ihsanda bulunduğunu, ancak zahmet ve meşakkati göze alıp aile yüküne katlananlar kadar şerefli bir zümrenin olmadığını söylediği rivayet edilmiştir.
Zühd ve ahlâk konularına ağırlık vermesi sebebiyle bazı tasavvuf tabakat kitaplarında İbn-i Semmâk rahmetullahi aleyhin görüşleri önemle zikredilmiştir. Dünya nimetlerine düşkünlüğü insanın boynuna geçirilmiş bir tasma, ayağına takılmış bir bukağı olarak değerlendirirdi.
“Allah’tan O’na hiç ibadet etmemiş gibi kork ve hiç günah işlememiş gibi de O’ndan umutlu ol,” sözüyle havf ve recâ görüşünü ortaya koymuştur. Ona göre Allah korkusunun delili hüzün, şevkin delili talep, recânın delili ise ameldir.
Vaazlarında nefsini tenkit etmesi, daha sonraki yıllarda tasavvufî muhitlerde ortaya çıkan melâmetî tavrın ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilmiştir.
“Vâizlerin efendisi” olarak nitelenen İbnü’s-Semmâk, uzun müddet Bağdat’ta yaşadıktan sonra hayatının son döneminde tekrar Kûfe’ye döndü ve Hicri 183, (Miladi 799) yılında vefat etti.
Menkıbeleri
Maruf-u Kerhi, İranlı, hıristiyan bir ailenin oğlu idi. Ailesi onu; hıristiyanlığı öğrensin diye, bir rahibe yollamışlardı. Fakat o Rahibin telkin ettiği teslis inanıcını kabullenemiyordu. Bu sebeple rahip ona sert davranıyordu. Bir gün Rahibin yanından kaçtı ve Kûfe şehrinin mescidlerinden birine geldi. Şadırvanda elini, yüzünü yıkadı. O sırada Müslümanların mescidde bir zâtın etrafında halka olduğunu ve anlattıklarını gözyaşları içinde dinlediğini gördü. Vaaz eded bu zâtın adı, Muhammed b. Semmâk rahmetullahi aleyh idi.
Genç adam hıristiyan olduğu halde içeri girip dinlemeye başladı. Vaazı dinlerken kalbinde Allah-u Zülcelâl’e karşı büyük bir muhabbet meydana gelmişti. Gözyaşları dökmeye başladı. O sırada İbni Semmâk hazretleri ona yöneldi ve yanına getirmelerini söyledi. Yanına gelince:
“Oğlum! Sen Kerh köyünden, Rahibi terk edip gelen genç misin?”
Marûf-i Kerhî bu kerametini görünce İbn-i Semmâk hazretlerinin dininin doğru olduğundan emin oldu. Müslüman olmaya karar verdi.
İbn-i Semmâk hazretleri onun elinden tutup; İmâm Ali Rızâ rahmetullahi aleyh hazretlerine götürdü. Onun huzurunda şehadet getiren Marûf-i Kerhî rahmetullahi aleyh, zahir ve abtın ilimlerini öğrenerek kendisini tasavvuf yoluna verdi.
***
Feridüddin Attar hazretlerinin Tezkiret’ül Evliya adlı eserinde Ahmet Hevvari Hazretleri şöyle nakleder:
– Bir gün İbni Semmak rahmetullahi aleyh hasta oldu. Bir yahudi tabibe Semmak’ın vaziyetini sual için giderken, yolda gayet güzel yüzlü bir zata tesadüf ettik. Nereye gittiğimizi sordu. Vaziyeti öğrenince:
– Sübhanallah! Allah dostuna Allah düşmanından istifade dilerseniz reva mıdır? Geri dönün!… İbni Semmak’a varın deyin ki, elini ağrıyan yerine koysun. Ve şu ayeti okusun:
“Biz o Kuran’ı hak olarak indirdik ve o hak ile indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.” (İsra, 105)
Sonra geri döndüler. Bu ayeti okudu şifa buldu ve dedi ki:
– Ol Hızır Aleyhisselam idi.
***
İbni Semmâk rahmetullahi aleyh, Abbasî halifelerinden birinin huzûruna girdi. Halife bu sırada bardak ile su içiyordu. Halife, İbni Semmâk hazretlerine:
“Bana nasîhat et” dedi. O da şöyle sordu:
“Susuzluktan ölecek bir halde olsan ve seni ölümden kurtaracak suyu bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne yapardın?” diye sordu. Halife:
“Bütün servetimi verir, suyu alırdım,” deyince İbni Semmâk,
“O halde, bir bardak su kadar kıymeti olan servetinle ne diye öğünüp duruyorsun?”
***
Muhammed İbn-i Semmâk hazretleri faydasız konuşmalardan uzak durur, ilim, hizmet ve ibadetle meşgul olurdu. Bir gün nasihat isteyenlere şöyle demiştir:
“Amelsiz ilim peşinde koşanın misâli şeytandır. Kendisini makam, mevki arzusuna kaptıranın misâli Firavun’dur. Ya’nî makamını kaybetme korkusundan iman etmemiştir.”
***
Abdullah ibni Semmâk hazretleri, kalbe önem vermeyi hatırlatırdı. Bir defasında vâ’zında:
“İçinizde nice Allah-u Teâlâ’dan bahseden kimseler vardır ki, kendileri Allah-u Teâlâ’yı unutmuşlardır. Yine öyleleri vardır ki, Allah-u Teâlâ’ya karşı cüretkâr oldukları halde başkalarını Allah’a yaklaştırma iddiası içindedirler. Yine sizden öyleleri vardır ki, kendileri Allah-u Zülcelâl’dan kaçtıkları halde, insanları Allah’a çağırdıklarını iddia ederler.”
Nasihatleri
Abdullah ibni Semmâk hazretleri, mektup yazarak da nasihat ederdi. Muhammed İbn-il Hasen, Rukbe’ye vâli ta’yin edildiğinde ona nasihat olarak yazdığı mektupta şöyle demiştir:
“Her hâlinde takvâ üzere ol, Allah Teâlâ’nın nimetlerine şükret ve O’ndan kork. Nimete şükretmek; günah işlememekle olur. Muhakkak her nimette bir delil (huccet) ve mesuliyet vardır. Hüccet, delil, o nimetin Allah Teâlâ tarafından verilmiş olmasıdır. Mesuliyetine gelince; o nimet olduğu halde günah işlememektir. Allah Teâlâ sana afiyet versin, işlediğin günahları ve yaptığın kusurları affetsin.”
***
Muhammed bin el-Yemân diyor ki:
Bağdâdlı arkadaşlarımdan birisi, İbni Semmâk hazretlerine mektup yazıp dünyayı kendisine anlatmasını istedi. Cevabında:
“Allah Teâlâ dünyayı şehvetlerle ve afetlerle doldurdu. Helâlleri güçlüklerle, haramları da azab birleştirdi. Helâller için hesaba çekeceğini, haramlar için azâb edeceğini bildirdi. Vesselâm” yazarak gönderdi.
***
Kendisinden nasihat isteyen bir kimseye:
“Gizli hâlinde sırdaşın, açık hâllerinde koruyucun, gece ve gündüz her hâlinde seni gören ve bilen Allah Teâlâ’yı her an kalbinde bulundur. (Onu bir ân unutma ve) O’nu çok sev. Mülk ve saltanat O’nundur. Onun mülkünden çıkamazsın. O halde O’ndan korkun ve sakınman çok olsun.
Biliniz ki akıllı olan kimsenin günah işlemesi, ahmak kimsenin günah işlemesinden, âlimin günah işlemesi fasıkın günah işlemesinden, zenginin günah işlemesi fakirin günah işlemesinden çok daha fenâdır.
Delinen bir kapta balın durmadığı gibi, delik olan (Allah Teâlâ’dan başkasına bağlanan) kalbte de hikmet durmaz” buyurmuştur.
***
“Bize göre insanlar üç kısımdırlar;
a) Zâhidler (dünyâya ehemmiyet vermiyenler),
b) Dünyâya rağbet edenler,
c) Sabredenler.
Zâhidler dünyâdan kendilerine bir şey verildiği zaman sevinmezler, kaybettikleri bir şey için de üzülmezler.
Sabredenler de iki kısımdırlar. Zâhirde (dış görünüşünde) zâhid gibi olanlar ve hakiki sabredici olanlar. Zâhidlere benzeyenler zâhid değildirler. Dünyâya rağbet edenler, oyun, eğlence ve ne yaptıklarının farkında olmadan yaşayıp giderler.”
***
Sözlerinden bazıları şunlardır:
“Akıllı kimselerin arzusu, düşüncesi, Cehennemden kurtulmak ve haramlardan kaçmaktır. Ahmak olanın arzusu, oyun ve eğlencedir”
***
“Ölüm meleği yastığının dibinde durduğu halde uyuyana, (gaflette olan kimseye) çok şaşılır”
***
“Senden kaçan ve görüşmek istemeyen kişiyle görüşme, onu arama. Fakat seni soran ve arayan kişiyi gözet (her hâlini sor) ve her hâlinden haberdar ol.”
***
“Herkesin muhtaç olduğu kıyâmet günü için hazırlanan, ölüm gelmeden evvel ölüme hazırlanıp; önceden bir şeyler gönderen, gençliği ve kuvveti kendisini aldatmayıp arzusuna koşan (Allah-u Teâlâ’nın emrine sarılan) gençlere müjdeler olsun.”
***
“İnsan günahlardan sakındığı kadar, Allah Teâlâ’yı tanır.”