Kur’ân-ı Kerim’den Mana İncileri

  • 28 Haziran 2022
  • 630 kez görüntülendi.
Kur’ân-ı Kerim’den Mana İncileri
REKLAM ALANI

HİKMET PINARI / Hayrünnisa Hanım

 

Kur’ân-ı Kerim’in manasını anlamak için, onun manasındaki incelikleri ve derinlikleri iyi bilen alimlerin tefsirlerini okumaya ihtiyaç vardır. Allah’ın kitabını hakkıyla anlamak elbette derin ilim gerektirir. Buna güzel bir örnek, Tîn suresindeki mana incelikleridir.

REKLAM ALANI

Tîn suresi o kadar hikmetli bir sure ki, o kadar derin bir manası var ki lafızlar bunu ifadeye yeterli olur mu, diye düşünüyorum.

Allah-u Zülcelâl Tîn suresine incir ve zeytine yeminle başlıyor.

وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ

‘’Andolsun incire ve zeytine.”

Allah-u Teâlâ bazı surelerde güneşe, aya, geceye ve birçok şeye yemin etmiş. Bunlara yemin edilmesinin hikmeti, yemin edilene dikkat çekmek içindir. Bu iki nebatın beraber zikredilmesinin zahiri olarak birçok faydaları vardır, fakat asıl manası bunların yetiştiği mekanlardır.

Çünkü o mekânda Hz. İsa aleyhisselam dünyaya teşrif etmiştir. Bu mekân Filistin’dir. Burada yemin edilmesinin hikmeti, Hz. İsa aleyhisselamın dünyaya gelişine ve O’na indirilen kitaba dikkat çekmektir.

Allah-u Zülcelâl Tûr-i Sînâ Dağı’na yemin etmiştir. Tur Dağı, Sînîn bölgesindedir. Tur Dağı, Musa aleyhisselama Tevrat’ın indirildiği mekandır. Yine burada Allah-u Zülcelal dağın kendisine değil orada Hz. Musa aleyhisselama seçilmiş olan yüce bir Peygambere ve O’na indirmiş olduğu Tevrat’a yemin etmiştir.

وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ

Allah-u Zülcelâl bu ayeti kerimede de emin beldeye yemin etmiştir. Alimlerin bildirdiğine göre “Emin belde”den kasıt, Mekke-i Mükerreme’dir. Bu ayette asıl yemin edilen ise Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz ve O’na indirilmiş olan Kur’an’dır.

Allah azze ve cellenin bu üç ayette kastettiği, o mübarek Resullerdir ve kitaplardır. Allah-u Zülcelâl Resullerinin ve kitaplarının mahiyetlerini ve ehemmiyetlerini belirtmek için onların üzerine yemin etmiştir.

Bir şeye yemin edildiği zaman arkasından o yemini niye ettiğini söylersin. “Allah’a yemin ediyorum ki şunu yapacağım,” ya da “Şunu yapmayacağım,” deriz. Bu üç yeminden sonraki ayette Allah-u Zülcelal, insanoğluna işaret etmek için, insanın en güzel şekilde yaratıldığını buyurarak yukarıdaki yeminlere cevap veriyor.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ

“Biz insanoğlunu en güzel surette yarattık.”

Bunun manası da çok derindir. Yani İnsanoğlu en güzel yaratılış biçimindedir. Ayette geçen     eğri olan bir şeyi düzeltmek manasındadır.

İnsan anne rahmine düştükten sonraki halini göz önüne getirince, tefekkür edince görüyoruz ki, insanoğlunun yaratılışı bir mucizedir ve insan en güzel ölçüde ve düzende yaratılmıştır. Şayet insanın hücreleri birbirine karışırsa göz hücresi sırta gitse göz sırtta oluşur.

Allah-u Zülcelal insanı en güzel surette yaratmış ama buradaki güzel suretten kasıt, aslında ruhen insana yüklenmiş olan sorumluluklar ve idraklerdir.

Allah- Zülcelal Nur suresi 45. ayeti kerimede, “Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır, Allah şüphesiz her şeye Kadir’dir.” Buyuruyor. Bu ayette “iki ayakları üzerinde giden” ifadesi, insanoğluna işarettir.

Allah-u Zülcelal buyuruyor ki; “Biz sizi nüks (yüzünüz aşağı doğru yürür halde) yapabilirdik, ama siz şerefli olduğunuz için biz sizi dik olarak yarattık.” Bu da insanın şerefli olduğunun işaretidir.   

Burada                     “Onu en güzel surette yarattık,” tan maksat sadece zahiri olarak yaratılışımız değil, Allah’ın bize yüklemiş olduğu bazı yükümlülükler ve sorumluluklardır.

Hz. Ali radıyallahu anh’ın bir sözü var:

دوائك فيك فلا تشعز و دائك منك فلا ثبصز

تَزْعُ أنك جزم صغيز و فيك انطؤي العالم الأكبر

“İlacın sendedir de farkında olmazsın,

Derdin de sendendir fakat görmezsin,

Sanırsın ki sen sade küçük bir cisimsin

Oysa sende dürülmüş en büyük âlem.”

İnsan tefekkür ettiği zaman insanoğlu gerçekten bir alemdir.

Bakara suresi 30. ayet-i kerimede Rabbimiz:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّٖي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَلٖيفَةًؕ

“Hani Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.”

Allah-u Zülcelal’in yeryüzünde halife olarak yaratması “Ben kendi yerime onu seçtim,” demesi; böyle bir vazife yüklemesidir.

Biz yeryüzünde Allah’ı temsil etmekle vazifeliyiz. Bu yüzden bütün yaptıklarımızla, merhametimizle, güzel davranışlarımızla Allah’ı temsil etme sorumluluğunu taşımalıyız. Çünkü biz Allah’ın yeryüzündeki halifeleri, vekilleriyiz.

Tasavvuf kitaplarında Allah-u Zülcelâl’in adeta şöyle dediği izahı yapılır:

“Ben bir hazineydim tanınmak istedim. Bunun için Ademoğlunu yarattım.”

İnsan Allah-u Zülcelâl’i nasıl tanıtacak? Allah-u Teâlâ’ya ibadet ederek, şükrederek ve üzerimizde olan nimetlerini anlatarak.

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ

5. ayeti kerimede, “Sonra biz onu aşağıların en aşağısına çevirdik.” Buyuruluyor.

İnsanın “Esfele sâfilîn(e)” yani, “aşağıların en aşağısına” dönüştüğü buyrulmuştur.

İnsan üstün bir yaratılışa sahip olduğu ve büyük bir vazifesi olduğu halde nefis imtihanında en sefil, zavallı ve aşağı bir seviyeye düşmüştür. Peki düştüğü bu halden nasıl kurtulur? İşte bu nefs-i emmare mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine yükselmekle mümkündür.

İnsan düşündüğü zaman bu

derin bir işarettir, yoldur. İnsan Allah’ın lütfettiği üstünlükleri kendinden bilip kibirlendiği, kulluk vazifesine sırt çevirdiği zaman sefillerin en sefili olur.

Kibriya makamı Allah’a mahsustur, bize yakışmaz. Riya Allah’ın hoş görmediği bir şeydir. Allah-u Zülcelal riyayı şirk olarak görmüştür, “Riya küçük şirklerdendir,” buyrulmuştur. Yani manevi hastalıkların hepsi insanı bu dereceye götürür. Haset, insanın kalbindeki gizli olan kin, buğz bunların hepsi insanı                    ne döndürebilir.

6. ayet-i kerime:

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

فَلَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍۜ

“O iman edip salih amel işleyenler hariç; onlar için hiç kesilmeyen bir mükafat vardır’’

Onlar ölseler dahi hiç kesilmeyen bir mükâfat vardır. Salih amel işleyip, iman ve salih amel üzerine ölen insanın sadakayı cariyeleri onun için kesilmeyen amellerdir.

Seyda hazretlerinin bir kitabında geçen menkıbe bu ayeti bize çok güzel bir şekilde anlatıyor:

“Her insanın biri sağında diğeri de solunda olmak üzere, üstünde iki melek vardır. Bir kimse vefat ettiği zaman, o melekler Allah-u Zülcelal’in huzuruna giderler ve:

“Ya Rabbi! Kulun dünyadan ayrıldı, biz nereye gidelim?” diye sorarlar. Allah-u Zülcelal buyurur ki:

“Göklerim meleklerle doludur. Yer de meleklerle ve insanlarla doludur. Hep Bana ibadet ediyorlar. Siz, Benim kulumun kabrinin üzerine gidin. Zikir, tesbih ve tehlil yapın ve bunların sevabını da kıyamete kadar kuluma yazın.”

Bakın! Allah-u Zülcelal mümin kullarına karşı böyle şefkat ve merhamet sahibidir. İnsanın ibadeti, zikri, sadakası onu ölüm esnasında, kabirde ve kıyamet gününde Allah-u Zülcelal’in azabından muhafaza ederler.

Allah’ın üzerimizdeki merhameti ile ilgili olarak güzel bir örnek, iman ettikten sonra alnı secdeye gelmeden şehit olan sahabedir. İman ettikten sonra kısa bir zaman yaşıyor ve Allah onu cennetiyle mükafatlandırıyor.

Bu sahabe Müslümanların Yahudilerle yaptığı Hayber Savaşı sırasında Müslüman olan Habeşli siyahi bir köleydi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi görmek ve neye davet ettiğini öğrenmek istedi. Öğrenince de hemen Müslüman oldu ve savaşa katıldı. Savaşta şehit düştü.

Rasûlullah aleyhisselatu vesselam Efendimiz onun şehit olduğunu görünce başucuna geliyor ve buyuruyor ki: “Şu anda onun başında bir tane melek var ve o alnı hiç secdeye gitmemiş birisidir, şu an cennettedir.”

Bunların hepsi Allah’ın üzerimizde olan merhametidir. İmanlı geçmiş bir saatlik bir hal imansız geçmiş olan bütün ömre bedeldir.

Elimizden geldiği kadarıyla kalplerimize tesir eden bu menkıbeleri okuyup, birbirimize faydalı olalım. Çünkü zahiri azalardan daha çok Allah’ın bizden istediği manevi azaların hareketliliğidir. Aklın tefekkür etmesidir, ruhun canlı olması, kalbin diri olmasıdır. Ondan sonra azalar zaten onların birer tercümanıdırlar, onların yolundan izinden gideceklerdir, Allah’ın izniyle.

  فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدّ۪ينِۜ

اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ

7. ve 8. ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Artık bundan sonra, ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir? O, din gününün sahibi, hakimlerin en hakimi, adaletlilerin en adaletlisi Allah değil midir?”

Yani, O’nun huzuruna çıkacaksınız, hala o din gününü yalanlayacak mısınız?

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu ayetle ile ilgili şöyle buyurmuştur:

“Sizden kim, ‘Allah hakimlerin hâkimi değil midir?’ (mealindeki) ayeti okuduğunda şöyle desin:

بَلَى وَأَنَا عَلَى ذَلِكَ مِنَ الْشَاهِديِنَ

(İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Yani, “Evet Ya Rabbi! Ben Senin adaletlilerin en adaletlisi olduğuna şahidim,” diye cevap verin buyurmuştur, Peygamber Efendimiz (sav). Bunu da ezberleyin inşaAllah.

Allah “Erhamurrahimin,” dir, merhametlilerin en merhametlisidir. Yeter ki biz O’na adım atalım, O’na yönelmeyi bilelim. Allah-u Zülcelâl bizi mükafatına gark edecektir

İmam-ı Şafi kuddise sırruhu: “Ben dersimi ancak sofilerle, onlarla oturup kalkmakla aldım,” buyurmuş. Sofi dediğimiz derviş mahiyetinde olan insanlar. Sofileri basit gören bazıları O’na “Niye hep onlarla oturup kalkıyorsun,” diye sorunca, İmam-ı Şafi hazretleri: “Ben onlardan çok önemli bir şey öğrendim; zaman bir kılıçtır, sen onu kesmezsen o seni keser. Ben hayatımın dersini onlardan öğrendim,” buyurmuş.

Allah-u Zülcelâl de bizi onların o hüsnü zannına, o sofilik ismine layık etsin inşaAllah.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ