Kur’an Ahlakı Önümüzde Işık Gibidir

  • 05 Şubat 2019
  • 1.175 kez görüntülendi.
Kur’an Ahlakı Önümüzde Işık Gibidir
REKLAM ALANI

Allah-u Zülcelâl insanları ve cinleri yaratmış ve onları Âdem aleyhisselamdan kıyamet kopuncaya kadar imtihan ediyor. İmtihan ettiği için, onun kelamına kulak vermemiz lazımdır. Bize ne diyor Allah-u Zülcelâl?

Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve rahmet edici olarak bulur.”(Nisa, 10)

REKLAM ALANI

Bu Rabbül Âlemin olan Allah-u Zülcelâl’in kelamıdır; o böyle söylüyor bize. İnsan Peygamber olmadığı takdirde mutlaka hata sahibidir. Hata sahibi olanın da mutlaka Allah-u Zülcelâl’e karşı özür dilemesi, tevbe istiğfarda bulunması lazımdır.

Bazıları diyorlar ki, “Ben tevbe eder de sonra tevbemi bozarsam ne olacak?” Hatta “Tevbe edersem ve tevbemi bozarsam bana bir zarar olur mu, cin şeytan çarpar mı?” diyorlar. Bunların hepsi cehaletten kaynaklanır. Şeytan onları bir sürü vesveseler vererek kandırıyor, tevbe almamaları için böyle gayret gösteriyor.

Peygamber aleyhisselatu vesselam bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu lûtfeder ve ona ummadığı yerden rızık lûtfeder.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26, 1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57)

Bunlar önümüzde varken tevbeden geri kalmak, dini yönden çok cahil kalmaktan dolayıdır. Yahut da meraklı olmamaktan, iman zayıflığından dolayı olabilir. Eğer öyle olmasaydı, herkesin devamlı olarak hata ve kusurları için tevbe istiğfar halinde olması lazımdır.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor bir hadis-i şerifinde:

“Ey insanlar! Allah’a çokça tevbe ve istiğfâr edin! Muhakkak ki ben her gün yüz defa, hattâ yüzden daha fazla, Allâh’a tevbe ediyor ve O’na istiğfâr ediyorum.” (Ahmed, IV, 261; Nesâî, Kübrâ, IX, 168; Krş. Müslim, Zikir, 42)

Peki, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem böyle derken, biz bir defa bile tevbe etmezsek nasıl “Ya Rasulallah, ben senin ümmetindenim. Bana şefaat et,” diyeceğiz? Yüzümüz olacak mı?

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem emrediyor, bir hadis-i şerifinde “Ben yetmiş sefer tevbe ediyorum,” bir başka hadis-i şerifinde “Yüz sefer tevbe ediyorum, siz de edin,” diye…

Nefis Nedir?

Evet, şimdi kafirlerle cihad etmek, Allah’ın yanında çok makbuldür. Ama en hakiki cihad kişinin kendi nefsiyle Allah için cihad etmesidir.

Eğer derseniz ki, “Nefs nedir ki, onunla mücahede etmek böyle makbul olsun?”

Bakın, dünyada ne kadar günah ve hata varsa hepsi nefis yüzünden işleniyor. İnsanlar içki içiyorlar, uyuşturucu kullanıyorlar, zulümler yapıyorlar, daha nice günahlar ve kötülükler işliyorlar; hepsinin içinde nefsin arzuları vardır.

O kadar büyük bir düşmandır ama insan bilmiyor. Onun için bazı evliyalar demişler ki:

“Dağları tırnaklarınla kazıp dümdüz etmek, nefsin kalbe iyice yerleşmiş olan hevasından kurtulmaktan daha kolaydır.”

Çünkü onlar biliyorlardı, nefisle mücadelenin ne kadar zor olduğunu. Ne kadar insanın nefis yüzünden hataya girdiğini bildikleri için böyle diyorlardı.

Devamla demişlerdir ki;

“Bir insi şeytanın yani kötü arkadaşın verdiği zarar, altmış şeytanın bir insana verdiği zarardan daha fazladır.”

Bir kötü insanla arkadaşlık yaptığın zaman onun verdiği zarar, altmış şeytanın zararından kötüdür, niçin, çünkü o zahiri olarak da seninledir. Şeytan senin iç dünyana vesvese verir, ama arkadaş sana “Haydi gidelim, şunu yapalım, bunu yapalım,” der. Mesela içki içiyor, “Sen de iç bakalım,” uyuşturucu kullanıyor, “Sen de kullan bakalım,” der. İşte gençler hep böyle mahvoluyor.

Devamla demişlerdir ki:

“Nefsin hilesinin verdiği zarar, altmış insi şeytanın verdiği zarardan daha kötüdür.”

İşte nefis o kadar insana zarar veriyor. Çok dikkatli olmak lazımdır nefse karşı. Öyleyse elimizden geldiği kadar Allah’ın yanında makbul bir kul olalım, nefsimizin yanında kötü olalım.

Kendi nefsimizle hesaplaştığımız zaman, “Ya nefsim, bak, Allah’ın karşısında hiç iyi bir kul değilsin,” diyerek kendimizi alçak görmemiz lazım. Allah’ın yanında ibadetle, zikirle, taatle çok makbul bir kul olmaya gayret etmesi lazım, bir mümin olarak.

Allah’ın Rahmeti Herkese İner

Kendimizi Allah-u Zülcelâl’in karşısında, Allah’ın nuruna, merhametine karşı daima muhtaç görmemiz ve daima onun katındaki derecelere istekli, daima sevaplarına düşkün olarak kulluğa sarılmamız lazımdır. Çünkü Allah’ın rahmeti daima ilkbaharın yağmuru böyle sağanak halinde her yere yağdığı gibi, herkesin üzerine gelir. Ama kapalı olan kalp, kendini bu rahmete, o nura karşı kapattığı için mahrum kalıyorlar. Gelen nurlar ve rahmet, geri dönüyor, kendini ona layık hale getirmediği için. Onun önünde kendini kapatıyorsun.

Onun için Şeyh Abdurrahman Taği kaddesallahu sırrahu demiştir ki:

“Keşke ben Rusya’da, Moskof’da olsaydım?”

“Oradaki insanlar çok acayiptir, neden bunu istiyorsun?” diyorlar.

“Evet, öyle olduğunu bildiğim için istiyorum.”

“Hikmet nedir peki?”

“Oradaki insanların üzerine de Allah’ın rahmetinden hisselerine düşen pay geliyor. Ama onların kalpleri kapalı olduğu için onlar istifade edemiyorlar. İstiyorum ki bu fakir kalbimi açayım da onların paylarını da alıp kısa zamanda Allah’ın dostu olayım. Ondan dolayı istiyorum.”

Biz de sokaklarda, çarşılarda, her türlü insanların arasında bulunurken kalplerimizi açalım, onların paylarını da alacağız o zaman.

Elimizden geldiği kadar bu benlik davasından vazgeçelim; benlik bizi mahvetmiştir. Bir evin aile halkından başlayıp ta bir devlete kadar hep bu benlik bizi mahvediyor. O diyor “Ben,” o diyor “Ben,” senlik benlik kavgası yüzünden huzur ve düzen kalmıyor.

Hiç Allah-u Zülcelâl’in Kur’an-ı Kerim’de emrettiği güzel ahlaka bakmıyoruz, onları bir kenara bırakıyoruz, hep ben senle uğraşmak yüzünden kendimizi bu hale getirmişiz.

“Ben,” de yok, “Sen,” de yok; Allah azze ve celle var!

Hakikatte yalnız Allah’ın iradesi ve takdiri var. Bizim istediklerimiz olmuyor, Allah’ın takdir ettiği şeyler oluyor. Böyle olduğu için de yalnız onun emir ve nehiyleri vardır; onları yerine getirmemiz lazımdır. Ne senin emirlerin var, ne de nehiylerin var!

Bir bakın, Kur’an-ı Kerim’in içindeki Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirsek dünya cennet olur. Allah için olalım, yalnız O’nun rızasını kazanmaya çalışalım.

Mümin Kardeşliği

Hz. Ömer radıyallahu anhunun örneğini size anlatayım.

Bedir harbinde, biliyorsunuz müşriklerden yetmiş küsur kişi öldürülmüştü. Başta Ebu Cehil olmak üzere… Müşriklerden Umeyr b. Vehb ile amcasının oğlu Safvan b. Ümeyye Kabe’nin gölgesine oturmuş konuşuyorlardı. Safvan, Bedir’de öldürülen babasını andı ve sonra:

“Allah’a yemin olsun ki, onlardan sonra hayatın tadı kalmadı.” dedi.

Umeyr dedi ki:

“Doğru söyledin. Yemin olsun ki, ödemeye gücümün yetmediği borcum ve benden sonra geçim sıkıntısına düşmelerinden korktuğum ailem olmasa, bineğime binip Muhammed’e gider, onu öldürürdüm. Üstelik geçerli bir mazeretim de var: Elinizdeki esir oğlum için geldim, derim.”

Umeyr’in oğlu Müslümanların elinde esir idi. Safvan dedi ki:

“Borcun bana aittir, senin yerine onu ben öderim. Ailen de ailemle beraberdir; yaşadıkları sürece onları gözetirim.” dedi.

Umeyr:

“Öyleyse, bu konuştuklarımız aramızda kalsın.” dedi.

Sonra Umeyr emretti, kılıcı bileğilendi ve üstüne zehir sürüldü. Atına binip Mekke’den ayrıldı ve Medine’ye geldi.

Bu sırada Hz. Ömer radıyallahu anh bir baktı, Umeyr b. Vehb’i gördü. Bineğini Mescid-i Nebevi’nin kapısının önüne çökertmiş ve kılıcını da kuşanmıştı. Bunun üzerine:

“Bu hınzır Allah’ın düşmanı Ümeyr b. Vehb’dir. Allah’a yemin olsun ki, mutlaka bir kötülük için gelmiştir. O, Bedir’de aramızda bozgunculuk çıkaran ve sayımızı tahminen kavmine bildiren kişidir.” dedi.

Sonra Ömer radıyallahu anh Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna girdi ve şöyle dedi:

“Ya Rasulallah Allah’ın düşmanı Umeyr b. Vehb, kılıcını kuşanmış hâlde burada!”

Peygamber aleyhisselatu vesselam;

“Onu benim yanıma getir ya Ömer,” buyurdu.

Ömer geldi, boynundaki kılıcının bağından tutarak onu içeri aldı. Ensârdan bazı kişilere de:

“Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelip etrafına oturun ve onu bu heriften koruyunuz. Çünkü o güvenilir biri değildir.” dedi.

Hz. Ömer, adamın boynunda asılı olan kılıcının kabzasından tutarak adamı getirirken Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onu görünce:

“Onu bırak, ey Ömer!.. Yaklaş ey Umeyr!” dedi.

Umeyr yaklaşınca,

“Gelişinin sebebi nedir, ey Umeyr?” diye sordu.

“Şu elinizde bulunan esir için gelmiştim.”

“Boynundaki kılıç için ne diyeceksin?”

“Allah bütün kılıçların belâsını versin! Bize bir faydaları mı dokundu.”

“Bana doğruyu söyle ey Umeyr! Niçin geldin?”

“Sadece söylediğim şey için geldim.”

“Hayır! Sen, Safvan b. Umeyye ile oturdunuz ve Kureyş’ten Bedir’de kuyuya gömülen kişileri konuştunuz. Sen: “Borcum ve ailem olmasa, gider Muhammed’i öldürürüm.” dedin. Bunun üzerine Safvan, beni öldürmen karşılığında senin bütün borcunu ve ailenin geçimini üstlendi. Halbuki Allah-u Zülcelâl seninle yapacağın iş arasına engel koyacaktır.” Buyurdu.

Bunları duyan Umeyr o anda şehâdet getirdi:

“Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şehâdet ederim ki, sen onun peygamberisin… Bu sadece benimle Safvan’ın bulunduğu bir konuşmaydı. Allah’a yemin olsun ki, onu sana ancak Allah haber vermiştir. Beni de İslâm’a kavuşturan Allah’a şükürler olsun…”

O zamanda telefon, uçak yok, hiçbir şey yok. Beş yüz kilometre öteden bu haberi kim Peygamber aleyhisselatu vesselama getirecek?

İşte bunun için hemen şehadet getirdi. Peygamber aleyhisselatu vesselam da

“Kardeşinize dinini iyice öğretiniz. Kur’ân okutunuz ve oğlunu da serbest bırakınız.” buyurdu.

Bakın size bunu niye örnek getirdim. Ömer radıyallahu anh bunu duyunca diyor ki:

“Şimdiye kadar Umeyr benim yanımda bir hınzır gibiydi. Ama şimdi benim bazı çocuklarımdan daha sevimlidir.”

Bakın iman nasıldır…

İsterse senin baban olsun, isterse senin annen olsun, isterse senin kardeşin olsun, “Muhakkak ki müminler yalnızca kardeştir.”

Bak Hz. Ömer nasıl davrandı; bir saat önce onu hınzır gibi görüyordu, iman ettiği zaman “Benim bazı çocuklarımdan daha sevimlidir, benim yanımda…” dedi.

Onlar Kur’an-ı Kerim’e uyuyorlardı, peki biz uymayacak mıyız? O Kuran bize de indirildi, Allah bizim de Allah’ımızdır. Kuran’da olan emirler bizim için de geçerlidir, sade o zaman için değil.

Bizi mahveden şey şudur; Kur’an-ı Kerim’in ahlakını bir kenara koyuyoruz, hep “ben, sen,” kavgası ile, dünya uydurmaları ile meşgul oluyoruz. İşte onun için bu hale geliyoruz.

Müstakım Alimlere Uyun!

Şunu bilelim ki, daima elimizden geldiği kadar, Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme indirilen kitaba, sünnete ve mustakım alimlerin bildirdiklerine bağlanalım. Şimdi yeni ortaya atılan fikirler hep bozuktur. Böyle bilin ve herkese söyleyin!

Şunu bilin ki, Peygamber aleyhisselatu vesselam ve ondan sonra ashabı kiram, ondan sonra tabiin alimleri, ondan sonra müctehidler, bizden daha iyi Kur’an-ı Kerim’i biliyorlardı, Peygamber aleyhisselatu vesselamın hadis-i şeriflerini biliyorlardı. Onların bildirdiklerine ters olan yeni uydurulmuş ne varsa onlar doğru değildir. O yeni fikirleri söyleyenler kim olursa olsun!

Selef uleması ve müctehid alimlerin bildirdiklerine ters düşen şeyleri söyleyen kim olursa olsun yanlıştır, bunu böyle bilin.

Çünkü o alimler, mesela İmam-ı Azam yatsız namazının abdestiyle sabah namazını kılıyordu. Onların kalbi ve aklı Allah’ın nuruyla nurlanmıştı. Ama bunların beyni, paslanmış bir beyindir. Bunların uydurdukları şeyler de hep yanlıştır.

İnsanın kalbi; Allah’ın rahmetiyle, kıyamet manzarası gece gündüz gözünün önünde olmasıyla ve böylece onu düşünüp kendini o güne hazırlamasıyla nurlanır. Mümin odur ki, Allah’ın rahmeti ona yakındır. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Allah’ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.”

Mahşeri bir düşünün! Sadece şu zamanda yaşayan insanlar bir araya toplansa küçük bir haşir meydana gelir. Düşünün kaç milyar insanın bir araya geldiğini… Bir de düşünün ki, Hz. Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar gelmiş gelecek bütün insanların haşr edildiğini…

Hz. Âişe annemiz radıyallahu anhâ, buyuruyor ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben: “Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı?” dedim? Peygamber Efendimiz:

“Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir,” buyurdu.

Bir başka rivayette:

“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu. (Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56,59)

Herkes daima kendi hesabıyla meşgul olduğu için, etrafında kimse var mı, yok mu bilmeyecek. Gözler daima yukarıda, Allah’ın rahmeti bana gelir mi, gelmez mi diye korkudan titreyecekler. Bu kadar insan etrafındayken kimse var mı yok mu bilmeyecek. Kıyamet öyledir işte.

Mümin Vasfına Sahip Olalım

Sırri Sekati kaddesallahu sırrahu bir gün camiye gitmişti. Bir genç önüne geldi ve sordu:

“Ya Sırri Sekati, bir kul, Allah-u Zülcelâl’in kendisini kulluğuna kabul edip etmediğini bilir mi?”

“Bilmez,” dedi. Genç,

“Bilir, eğer Allah-u Zülcelâl ona zikrini, ibadetini, taatini nasip etmişse onu kulluğuna kabul etmiştir,” dedi.

Sırri Sekati, büyük bir şeyhtir, evliyadır. Ama şuurlu bir genç onun bilmediğini bildi. O da,

“Ben de o gencin dediğini kabul ettim,” dedi.

Müminin vasfı şöyle olması lazım: kim onu görürse, ondan hayır bekleyecek; “Bundan hayırdan başka bir şey gelmez, hiç şer gelmez bu kişiden” diyecek. İşte böyle olursa o mümin bir kişidir.

Eğer insan mümin vasfına sahip olursa Allah-u Zülcelâl diyor ki: “Allah müminlerin velisidir.” (Bakara; 257)

İşte biz de böyle olalım; herkes bizden hayır beklesin, şer beklemesin, böyle olmamız lazımdır. En büyük şey de elimizden geldiği kadar, Allah’ın rızasını kazanmaya düşkün olalım, hırslı olalım. Allah bizi böyle gayret içinde görsün, gördüğü zaman bize verecektir.

Allah-u Zülcelâl bazı kullarından zikrini, İslam hizmetini alıyor. Görüyoruz bazı kişiler, Allah imtihan ediyor, onu. Bakalım o kul ne diyecek? Eğer kişi mahzun olursa;

“Allah benden bu zikrini, İslam hizmetini aldı. Benim sonum ne olacak? Helak mi olacağım?” diye endişeli olursa, pişman olursa o zaman Allah-u Zülcelâl,

“Benim kulum bana karşı samimidir. Ben ondan aldım, Bana karşı meraklı oldu, mahzun oldu,” diye tekrar ona nasip ediyor, Allah-u Zülcelâl.

Eğer umurunda değilse, “Daha rahatım, namaz kılmayacağım, zikir yapmayacağım, İslam hizmeti yapmayacağım,”diyorsa o zaman Allah azze ve celle, “Senin ihtiyacın yoksa benim de sana ihtiyacım yok. Git, şeytanla beraber cehenneme git!” der.

Böyledir, bilelim. Eğer bir gevşeklik gelirse hemen kendimize dönelim, “Ya Rabbi, beni kapından kovma, bana merhametinle muamele et,” diyerek Allah’a yalvaralım. O zaman bize tekrar şevk ve gayret verecektir, inşallah.

Allah-u Zülcelâl’in bize iman vermesi en büyük nimetidir. Öyleyse bize bu nimeti verdiği için ona itaat edelim. O iman nuru öyledir ki, kıymet gününde mümin sırat köprüsünden geçerken cehennem ateşini söndürür. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:

“Cehennem ateşi müminlere der ki: Ey mümin, üzerimden çabuk geç, senin nurun ateşimi söndürüyor.” (Taberani)

İşte iman nuru böyledir, nasıl su ateşi söndürüyorsa iman nuru cehennem ateşini söndürüyor. Öyleyse Allah bize iman nasip ettiği için kıymetini bilelim.

Ama mümin, salih amel yaptığı zaman ferahlanan, günah işlediği zaman mahzun olandır. İşte öyle olduğun zaman mümin oluyorsun, o zaman Allah da müminlerin dostudur.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemin cami yani özlü ve birçok manayı anlatan bir nasihati vardır. Şöyle buyurmuştur:

“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork. Kötülük işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün. İnsanlarla güzel geçin!”(Tirmizî, Birr, 55)

Bilhassa bizim hizmetimizde güzel ahlaklı olmak lazımdır. Her zaman söylüyoruz, Kur’an ahlakı. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, Hz. Musa ve Harun aleyhimesselama diyordu ki, “O Firavuna gidin, yumuşak söz söyleyin.” Halbuki Firavun, “Ben sizin en yüce Rabbinizim,” diyordu. Buna rağmen yumuşak söz söyleyin, diyordu. Öyleyse biz de mümin kardeşlerimize yumuşak konuşalım, yumuşaklıkla muamele edelim.

Kur’an ahlakı önümüzde ışık gibidir. Nerede olursa olsun orayı cennet haline getirir. Kuran ahlakı olmadığı zaman, benlik girdiği zaman orası bozuluyor.

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:

“Her insanoğlu hata işler. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30)

Onun için, tevbeden geri kalmayalım. Mümin kardeşlerimize de anlatalım. Tesirli olmadığı zaman da bilelim ki biz eksik yapıyoruz, daha güzel davranalım. Daima ümitli olalım. Eğer hidayetlerine vesile olursak onların sevaplarından bize de gelecek. Onun için daima tevbeyi anlatalım.

Allah-u Zülcelâl cümlemize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. O bizi kendi nefsimize bırakmasın, nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ