KAPAK / Ramazan ile Dost Olmak İçin

  • 06 Mart 2024
  • 218 kez görüntülendi.
KAPAK / Ramazan ile Dost Olmak İçin
REKLAM ALANI

KAPAK
Ramazan ile Dost Olmak İçin
Abdullah Sofuoğlu

Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdu:
“Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, beş vakit namaz arasında işlenen küçük günahlara, Cuma namazı evvelki Cuma’dan bu yana işlenen küçük günahlara kefaret olur ve Ramazan da evvelki Ramazan’dan bu yana geçen bir yıllık günahları siler.” (Müslim, Taharet 16)
Rabbimizin rahmetinin, affının ve mağfiretinin en büyük vesilelerinin bir araya geldiği zamanı idrak ediyoruz. Ramazan ayı, onu güzelce değerlendiren için bağışlanma vesilesidir. Bu ayda nazil olan Kur’ân-ı Kerim’e sarılmak, Allah’ın vaad ettiği kurtuluş için en kuvvetli bir vasıtadır. Bu ayda ibadetlerin zahiri hükümlerine riayet etmekle beraber batıni farzlara da riayet edilir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin kulluğunun manevi yönü de hayata geçirilirse Allah’a yaklaşma vesilesi olur.
Bu öyle bereketli bir zamandır ki kalplere sanki feyiz ve ruhaniyet yağmurları yağar. Ama elbette yağmurun bereket getirmesi için toprağın sürülmüş, hazırlanmış ve güzel tohumlar ekilmiş olması lazımdır. Bunun gibi, Ramazan’ın maneviyatından hakkıyla istifade etmek için de kalplerimizin ona hazırlanması gerekir.
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretleri sohbetinde şöyle diyordu:
“Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve Ashab-ı kiram radıyallahu teâlâ anhum, Ramazan-ı şerif ayı geldiğinde birbirlerini tebrik ediyorlardı. Bu ay öyle mübarek bir aydır ki, bildiğimiz gibi değil, çok büyük bir nimettir! Onun sevabı, diğer ayların sevabı gibi de değildir: Bu ayda yapılan ibadet, zikir, oruç diğer aylardakinden çok daha fazla sevap kazandırmaktadır. Bu yüzden olsa gerektir Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam ve ashab-ı kiram, bu ay yaklaşınca birbirlerine müjde veriyorlar; rastlaştıklarında, “Sana müjdeler olsun! Ramazan ayına giriyoruz” diyorlardı. Daha bu ay gelmeden, onu sevinçle karşılıyor ve birbirlerini tebrik ediyorlardı.
Bir bakın hele! Onlar bizim için örnektirler bizim de onlar gibi Ramazan ayını aşk ve muhabbetle karşılamamız, gelişiyle sevinç ve sürur duymamız lazımdır. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.” (Taberani)
Seyda hazretlerinin da buyurduğu gibi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ve ashabının istifade ettiği gibi istifade edebilmek için, onlar gibi Ramazan-ı şerifin kıymetini bilmek lazımdır.
Ramazan gelince gece sahura kalkılır, gündüz oruç tutulur. İftardan sonra teravihe gidilir. Bunlar Ramazan’a mahsus güzelliklerdir. Bunları yerine getirirken manasını da tefekkür etmek lazımdır. Bunlar adet olmuş diye yapılmamalı, kıymetini bilerek yapılmalıdır.
İmam-ı Rabbani kuddise sirruhu şöyle demiştir:
“Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.”
Oruç tutmanın sevabı hiçbir amelle kıyaslanamaz. Çünkü Rabbimiz “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163)
Orucun sevabını tam almak için, orucu sadece mideye tutturmamak, bütün azaları da kusur ve kabahatlerden korumak gerekir. Çünkü oruç sadece açlık değildir. Seyda hazretleri kuddise sırruh buyurur ki:
“Oruç tutmanın hikmeti; nefsi, Allah-u Zülcelal’in emrine itaat ettirip, meleklerin sıfatıyla sıfatlandırıp, terbiye etmektir.”
Orucu tutarken ondan hakkıyla istifade etmek için orucu ibadetle, Kur’ân-ı Kerim okumakla ve tefekkürle değerlendirmek çok önemlidir.
Oruç ve Tefekkür
Tefekkür bilindiği gibi, fikir yani düşünmek kökünden bir kelimedir. Manası, müslümanın düşünme kabiliyetini, Allah’ın rızasını kazandıracak şekilde kullanmasıdır.
Allah-u Zülcelâl’in verdiği her uzuv ve kabiliyet hesabı sorulacak bir nimettir ve onların kulluk vazifemize uygun bir şekilde kullanılması gerekir. Rabbimiz tefekkür kabiliyetini de rızasına uygun kullanmamızı emretmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman birçok ayet-i kerimede, “tefekkür etmez misiniz?” buyrulduğunu görüyoruz. Allah-u Zülcelâl yarattığı varlıklar üzerinde, nazil ettiği ayetler hakkında doğru bir şekilde düşünmemizi ve ders çıkarmamızı istemektedir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de sükûtu ve tefekkürü çok severdi. Hatice annemizin evladından Hind bin Ebî Hâle radıyallahu anh şöyle der:
“Nebiyy-i zî-şân Efendimiz, sürekli hüzünlü ve dâimâ düşünceli idi. Onun için rahatlık söz konusu değildi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Sükûtu, konuşmasından daha uzun sürerdi. Söze başlarken de, sözü bitirirken de hep Allâh’ın ismini zikrederdi…” (İbn-i Sa’d, I, 422-423)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın tefekkürü, Rabbinin yüceliği, kulları üzerindeki hakkının büyüklüğü, kullarının ise bu hususta gafil ve hatalı olması hususunda idi. Efendimiz aleyhisselatu vesselam tefekkür ettikçe hüzünlenir, hüzünlendikçe de çok dua eder ve Allah’ın yardımını isterdi.
Bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın şöyle tavsiye ettiği nakledilmiştir:
“Dünyada misafir gibi olun! Mescidleri ev ittihâz edin! Kalplerinizi rikkate alıştırın! Çok tefekkür edin ve çok ağlayın! Nefsânî arzularınız sizi değiştirmesin!..” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 358)
Tefekkür kalbin amelidir, azaları da salih amel yapmaya teşvik eder. İnsan kalbini lüzumsuz düşünce ve endişelerden alıkoyarak asıl düşünülmesi gereken şeyler üzerinde düşünürse muhakkak gereğini de yapacaktır. Yaptığı ameller de daha faydalı ve feyizli olacaktır. Bu sebeple bazı kaynaklarda:
“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Beyhakî, Şuab, IV, 157) buyurulmuştur.
Müslüman senenin her gününde tefekkür etmelidir. Bununla birlikte Ramazan ayında tefekküre hususi bir zaman ayırmalıdır. Çünkü oruç ile tefekkür arasında kuvvetli bir bağ vardır.
İnsan karnı doyduğu zaman hantallaşır, gaflete düşer. Yediklerini hazmedip nefsi kuvvetlenince başka arzulara yönelir. Tok olduğu müddetçe kendi muhtaçlığını unutur. Rabbinin yüceliğini, nefsinin aciz ve muhtaç olduğunu hatırlamaz. Açların halini düşünmez. Üzerindeki hakları ve yerine getirmesi gereken vazifeleri düşünmek yerine arzularını, isteklerini düşünür. Bu sebeple devamlı tok olmak, uyuyup rahat etmek insanın kalbini katılaştırır. Gündüz oruçla, gece biraz uykusuz kalmakla nefsin rahatını bozmak ise kalbe rikkat ve anlayış kazandırmanın anahtarıdır.
Ramazan ayı boyunca nefisle mücadeleye girişen müslüman, bu mücadelede nefsi alt etmesini fırsat bilip, tefekkürle manevi derecesini yükseltmenin çaresini aramalıdır. Çünkü tefekkür manevi yükselişin anahtarıdır.
Bişr-i Hâfî Hazretleri tefekkür hakkında şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar Allah Teâlâ’nın azameti hakkında lâyıkıyla tefekkür etseler, O’na isyân edemez, günah işleyemezlerdi.” (İbn-i Kesir, I, 448)
Bir mümin, Allâh’ın zatını düşünmemelidir. Allah-u Zülcelâl’in kuluna verdiği nimetleri, ihsan ettiği şerefi, emir ve nehiylerle tezkiye edip rehberlik yapmasındaki büyük lütfu düşünmelidir. Rabbimizin isimlerini ve sıfatlarını tefekkür ederek kalbini muhabbetullah ve marifetullah ile ihya etmelidir.
Mümin ahireti çok tefekkür etmeli, dünyanın bir imtihan âlemi ve fani olduğunu; âhiretin ise dönülecek asıl yurt olup ebedi kalınacak yer olduğunu hatırda tutmalıdır. Böyle düşününce ahirette felaha çıkaracak amellere rağbeti artar. Dünyevî endişeler ise gözünde küçülür, değerini yitirir.
İnsan geçmişte işlediği eksik ve hataları tefekkür edince tevbeye ve gayrete yönelir.
Üzerindeki nimetleri düşününce bunlara hakkıyla şükredemediğini görür.
Ömrünün epeyce bir kısmının geçtiğini düşününce kalanı çok daha iyi değerlendirmesi gerektiğini idrak eder.
Sahabelerin ve Allah dostlarının hayatlarını tefekkür edince onlara nazaran kulluk gayretinin ne kadar az olduğunu fark eder. Kısacası tefekkür insanı uyarır, uyandırır ve gayrete getirir. İşte müslümanın tefekkürü böyle olmalıdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Hz. İbrahim’e indirilen sahifelerde şöyle emredildiğini haber vermiştir:
“Akıl sahibinin belli saatleri olmalıdır: Vaktinin bir kısmını Rabbine duâ ve münâcâta, bir kısmını Yüce Allâh’ın sanat ve kudretini tefekküre, bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte yapacaklarını plânlamaya, bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167)
Seyda Muhammed Konyevî kuddise sırruh hazretlerinin, Ramazan gelince nasıl tefekkür etmemiz gerektiğine dair bir sohbeti şöyleydi:
“Allah-u Zülcelal, her Ramazan gecesi bir milyon kişiyi affediyor. Cuma gecesinde ise her gece affettiği bir milyon kişiyle beraber, bir milyon kişiyi daha affediyor. Ramazan’ın son gecesinde ise başından sonuna kadar kaç kişiyi affetmiş ise bir o kadar kişiyi daha affediyor. Allah-u Zülcelal bu kadar kişiyi affetmesine rağmen, bu sayı yine de yeryüzündeki insanların sayısına oranla, fazla değildir. Af olunan, o milyonlarca kul içerisinde olabilmek için gayret göstermeliyiz.
Şöyle ki: “Bu gece daha fazla ibadet edeyim de belki affolunan o kullar içine girerim.” Ertesi gece, yine: “Belki bu gece o sınıfa girerim.” Aynı şekilde: “Cuma gecesi daha faziletlidir, belki Allah-u Zülcelal beni bu gece affeder.” düşüncesi ve gayreti üzere olmalıyız. Bütün merak ve gayemiz, kendimizi Allah-u Zülcelal’in affına layık hale getirmeye çalışmak olmalıdır.”
Seyda Hazretlerinin sohbetlerinde naklettiği bir hadis-i şerif de şöyledir:
“Ramazan ayı, kıyamet gününde çok güzel bir şekil ve surette Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Allah-u Zülcelâl ona:
“Ya Ramazan! Ne istiyorsun?” diye soracak, o da şöyle diyecektir:
“Ya Rabbi! Bana hürmet gösterenlere, benim vaktimde oruç tutanlara, ibadet ve zikir edenlere şefaat etmek istiyorum.” Bunun üzerine Allah-u Zülcelal ona:
“Git, kimi tanıyorsan, kim sana hürmet göstermiş, kim senin hakkını yerine getirmişse, kimden razı olmuşsan, onun elinden tut, cennete götür!” diye müsaade edecektir.
Demek ki, Ramazan ayına bir dost gibi hürmet ederek kendimizi ona sevdirmeliyiz. Nasıl iki dost sevgi ve muhabbetle, aşkla bir araya gelip oturup sohbet ediyorlar, birbirlerine sevgilerini gösteriyorlar. Biri diğerinin başına bir musibet gelmesini istemiyor ise biz de Ramazan-ı şerif ayına öyle dost olalım. Allah Zülcelal’in ibadet ve itaatiyle meşgul olmak suretiyle onunla dostluk kurarsak, şüphe yok ki, kıyamet günü bize de şefaat edecektir.”
Allah-u Zülcelal hepimizi, Ramazan-ı şerifte affedilen ve Allah’ın rızasını kazananlardan eylesin. Âmin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ