‘Kalp Hüzünlenir, Göz Yaşarır’
Hamd ü senalar Rabbu’l Âlemîn’e;
Salât ve selâmların en güzeli, en mükemmeli, Hz. Peygamber Efendimize, Ehl-i Beyt’ine ve Ashab-ı Kiram’a…
Merhaba Dostlar;
Türkiye ve bütün Ümmet-i Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), Soma madeninde şehit olan üçyüz evladımıza ağlıyor…
Ağlamak, insan fıtratının gereği… “Kalp hüzünlenir, göz yaşarır.”
İşin teknik ve siyasi değerlendirmesi bir yana, hakikatte, Rabbimizden gelen bir musibetle karşı karşıyayız. Ve her musibet, esasında, muhatabına verilmiş açık bir çektir. O musibete duçar olan kişi/ler, sabır ve rızaları kadarıyla, o çekin rakam hanesini doldururlar.
Sabır ve metanetle, musibeti karşılayanlar, sevap hanelerine, binlerce hasene yazdırırlar. İtiraz, sorgulama ve hatta isyana düşenler ise itirazları kadar günah ve vebal altına girerler.
Meselenin bir diğer boyutu da musibetin sadece muhataplarını değil, olaya yakından ve uzaktan şahit olan herkesi sınaması.
Kâinattaki her şeyi her an yaratan Rabbu’l Âlemîn’in hazırlamış olduğu imtihan sahnesinde, herkese bir rol düşüyor.
Kimi musibetzede kimi de musibetin şahidi. Kimi yakın şahit olarak, canı pahasına yardıma koşuyor kimi de uzaktan da olsa yardım gönderiyor; hiçbir şey yapamasa duygularını ifade ediyor, dua ediyor. Yani, Rabbine, üzüntüsünü dile getiriyor, niyet ve tavrını gösteriyor. Rabbinin sınamasına olumlu karşılık veriyor.
Şükürler olsun, çoğunluk itibariyle, bu ağır imtihandan metanetle çıktık, çıkıyoruz. Madencilerimizin canı yanınca, “ateş” sadece “düştüğü yeri yakmadı” bu defa. Bu defa cidden hepimizin içi yandı…
Biz biliyor ve inanıyoruz ki ölenlerimiz yokluğa gitmedi, inşaallah şehitler, Rableri tarafından yaşatılıyorlar. Onlar, inşaallah, imtihanı kazandılar. Zaten bu dünyanın sadece bir geçiş yeri, bir misafirhane olduğunun idrakindeki bizler için bu dünyanın bir önemi yok ki dünyamızı değiştirince şiddetle sarsılalım. Geriye kalan, bir geçici ayrılık acısı…
Muhterem dostlar,
Olaylar ve günler bir bir akıp giderken, zamanın hakkını da korumamız gerekiyor. Mübarek üç aylardan Receb-i Şerif’i geride bırakıp Şaban-ı Şerife girdik. Yaşadığımız musibet ve sıkıntılardan da ibret alarak, Allah-u Teâlâ’ya olan bağlılığımızı tazeleyelim. Her şeyimizi borçlu olduğumuz Rabbimize ibadet ve hayırlarla teşekkürlerimizi, minnetlerimizi sunalım. Üzerimize gölgesi düşen, büyük rahmet ayı olan Ramazan-ı Şerif’ hazırlıklı girelim, inşaallah.
Maddi hazırlıkların yanında, asıl olması gereken manevi hazırlık. Esasen oruç gibi bedenen yapılan bir ibadetin hazırlığı da manevi ağırlıklı olmalıdır.
Peki, manevi hazırlık nedir? Nasıl olmalıdır? Diye sorarsanız. Yapılacak ibadete psikolojik hazırlığın yanında, kalbin ve bedenin manevi kirlerden arındırılması başta gelir. Arınma işi de Allah’ın rahmeti ile olur. Ve rahmet-i ilahi, en fazla tevazu sahiplerinin, kibir ve diğer çirkin sıfatlardan uzaklaşmış olanların üzerine yağar.
Çünkü nefsin dik başını, ancak açlık tam olarak eğebilir. Bu yüzden oruca hazırlığın en önemli ayaklarından biri, yine oruç tutmaktır. Şaban-ı Şerif’teki kesintili sünnet oruç, bedeni, Ramazan-ı Şerif’teki kesintisiz oruca da alıştırır, hazırlar.
Yine, rahmet-i ilahiyi en fazla celbedecek vesilelerden biri tevbedir. Bu geçen senenin üzerimizde biriktirdiği, sıkıntı ve zülumâtı, tekrar tekrar tevbe ve istiğfar pınarında yıkanarak giderelim. Tevbe edip yine hatalara dönüyorsak Allah-u Teâlâ’ya, bize hakiki tevbe nasib etmesi için yalvaralım.
Bir de sevgili dostlar, Kur’an-ı Kerim’i çok ihmal ediyoruz veya şöyle diyelim; kendimizi Kuran’ın şifa ve rahmet deryasından mahrum bırakıyoruz. Arap kardeşlerimizin yaşadığı Müslümanlığı birçoğumuz beğenmiyoruz ama onların Kuran’a ne kadar düşkün olduklarını da görüyoruz. Kâbe’de, mukaddes topraklarda, diğer ibadetten boşta kaldıklarında, hemen Kuran’a sarıldıklarına gidenlerimiz çok şahit olmuştur. Oysa bizler… Birçoğumuz, maalesef daha yüzünden okumasını bilmiyor! Bilenlerimiz de Kuran’la haşir neşir olmaktan çok uzak.
Kaldı ki sadece yüzünden okumakla değil, Kuran bizim hayat kitabımız. Nasıl olur da satır aralarında kaybolurcasına, o müthiş manalar âlemine dalamayız! Bu ayıp, bu mahrumiyet, bu rahmet fakirliği bize hiç yakışıyor mu a dostlar! …
Ölmüşlerimizi de unutmayalım, onların kabirlerini ziyaret edelim, Fatihalar ve Yasinlerle, dualarla kabirlerini şenlendirelim. Onlar için hayır ve hasenatta bulunalım. Gençlerimizi bilhassa bu konularda şuurlandıralım ki yarın biz de toprağa karıştığımızda, arkamızdan Fatiha okuyacak bir nesil olsun.