İslam Terörü Lanetler!

  • 22 Ocak 2014
  • 668 kez görüntülendi.
İslam Terörü Lanetler!
REKLAM ALANI

Din selamettir

 

Arapça da “seleme” kökünden gelen İslam ve onun müntesipleri için kullanılan Müslümanlık, kişinin teslim olduğunda selamet bulduğu, huzura erdiği şey anlamına gelir. Bu şerefe nail olan her fert, İslam olmakla, kendini Allah’ın ve onun kullarının rıza dairesine çekmiş olur.

REKLAM ALANI

 

Tüm ilahi dinlerde olduğu gibi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ile gelen İslam dini de kişinin dünya ve ahiret saadeti için çabalar. Kişiyi en doğru olana sevk eder. Yanlış ile arasında sınırlar çizer. Emir ve yasakları ile hem akla hem de kalbe hitap eder. Bir karınca ile Kral’ın hakkını aynı mizan terazisinde tartar. Hiç birini bir diğerine üstün kılmaz.

 

Böyle bir anlayış üzere bina edilmiş olan İslam ve o dinin son peygamberi Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, “Müslüman, herkesin elinden ve dilinden zarar görmeyeceği kimsedir” diyerek; Müslüman’ı ve Müslüman beldesini, herkesin esenlikler içerisinde yaşayacağı, kimsenin kimseye zulmetmeyeceği bir belde olarak deklare eder…

 

Öyle ki İslam fıkhımızdaki “Daru’l-Harp” ifadesi de adaletin, ancak İslam gibi bir toplumda zuhur edeceği için küfrün hüküm sürdüğü yerlerde İslami hükümlerin, aynı denklemde yürütülemeyeceğinin bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.

 

Öyle ki, adalete rucû edilen bir dinde, kullara zulmedilmez. Bir karıncanın dahi yuvasını haksız yere yıktığında, o din sizi bundan sorumlu tutuyorsa, yine aynı şekilde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin ifadesi ile “Bir kediye yaptığınız iyilikten ötürü Allah sizi cennetine” koyuyorsa o dinde, kimsenin yaptığı Allah katında karşılıksız kalmaz. Haksızlık olmaz. Haksızlığın olmadığı yerde de kaos (kargaşa) olmaz. Çünkü Faşizm kargaşadan beslenir. İslam ise bunun zıddı olarak, sükûnet, sabır ve teslimiyeti öğretir. Bir vakte kadar, sabretmeyi, yaşanılan şeylerde hikmeti aramayı telkin eder. Kişinin böylelikle selamet bulacağına işaret ederek iyi zanda bulunmayı öğütler.

 

İslam zulüm dini değildir

 

Din savaşlarının sık sık yaşandığı ortaçağda, İslam dini için de çeşitli propagandalar yapılmıştır. İslam’ın bir kılıç dini olduğu üzerinde, sistemli bir şekilde propagandalar yapılmıştır. Daha önce hiçbir Müslüman kimlikle karşılaşmayan diğer din mensuplarına, Müslümanların vahşi birer kan akıtıcı oldukları öğretilmiştir. Fakat İslamiyet hiçbir çağda insanlara zulmetmemiş, aksine kendi raiyeti altında olan gayri Müslimlerin dahi, can güvenliğini kendi sorumluluk dairesine almıştır. Bu yüzden, İslam’ın bir kılıç dini olduğunu iddia etmek, tarih bilmemek ya da hastalıklı kalp ile meseleleri değerlendirmek anlamına gelir. Nitekim Yüce Allah, Sure-i Bakara’nın 10. Ayetinde, kâfirlerin hastalıklı birer kalbe sahip olduklarını bizlere bildirir.

 

İslam’da, ancak meşru savunma hakkı vardır. Nitekim Yüce Allah, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara; 190) “Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir.” (Bakara; 192) diyerek, ancak Müslüman’ın kendi can güvenliğini sağlayıp kendisine karşı silah indirene, kendisinin de silah indirerek karşılık vermesi gerektiği şeklinde, inananlarına öğütler ve emirler vermiştir.

 

Yine, Yüce Allah, savaşta dahi olsa “Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” (Tevbe; 6) buyurarak, öncelikli olanın, hidayet ve merhamet olduğunu vurgular.

 

Nitekim Hz. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, 13 senelik Medine hayatında üç savaş gerçekleştirmiştir ve bu savaşların hepsi savunma savaşıdır. Yani, kendilerini korumaya yönelik bir savaştır. Çünkü İslam dini, inananlarının kendilerini güvende hissettikleri bir dindir.

 

Yine Kuran’da, cana kastetmenin haram olduğu açıkça bildirilmiştir: “Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından, onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.” (Maide; 32)

 

“Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah’a tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir ceza ile’ karşılaşır.” (Furkan; 68) der.

 

Terör insan merkezlidir

 

Yıllarca İrlanda’da, Katoliklerle Protestanlar birbirlerine karşı, sivilleri hedef alan terör saldırılarıyla savaştılar. Fakat hiçbir zaman inandıkları din ile ilgili “Hıristiyanlık bir terör dinidir” denilmedi. Denilmemeli de…

 

Pekâlâ, neden İslam dini için bu rahatlıkla kullanılıyor? Muhakkak bunu cevabı, farklı konu başlıklarında sarih bir şekilde ifade edilebilir. Ama biz şunu diyebiliriz ki, uyarıları bu kadar açık olan bir dinin, kandan beslendiğini söylemek, bir terör dini olduğu söyleminde bulunmak, ancak kalpleri hidayete uğramamışlar için inandırıcı olabilir. Çünkü Müslüman’ın ruhunda düşmanlık, kin, vahşet yoktur. En büyük düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır.

Mümin, “Yaratılanı hoş gördük, yaratandan ötürü” hakikatini kabullenir.

 

İslam dinini terör ile eşleştirenler, o dininin peygamberi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin Veda Hutbesi’ndeki şu manifestoyu iyi bilmelidirler: “Ey insanlar! Kanlarınız(canlarınız), mallarınız, ırz ve namusunuz, tıpkı şu gününüzün, şu ayınızın ve şu beldenizin mukaddesliği gibi mukaddes ve dokunulmazdır.”

 

“Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir; hepiniz Âdem’densiniz. Âdem de topraktan. Allah katında en değerliniz, en muttaki olanınız, yani tavsiyeleri yerine getirmekte en titiz davrananınızdır. Takva dışında kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur.”

 

İslam’ın hiçbir öğretisi terörizm değildir. Unutmamamız gerekir ki, 13. Yüzyılda Fransızlar, sömürge haline getirdikleri milyonlarca Cezayirli insanı öldürürken, bunu kapitalist anlayışın öğretisi olan “Var olabilmek için başka bir var olanı ezmek zorundasın” anlayışı ile yaptılar. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini Rusya’da Lenin, Stalin, Çin’de Mao, Sırp kasabı diye anılan Miladiç ve ismine burada yer vermediğimiz diktatörlerin, hiç biri İslam’dan ilham alarak bu zulümleri gerçekleştirmediler.

 

Öyle ki, birinci dünya savaşını başlatanlar Müslümanlar olmamıştır. İkinci dünya savaşını başlatanlar da Müslümanlar olmamıştır. Üçüncü dünya savaşını başlatacaklar, yine Müslümanlar olmayacaktır. Çünkü Müslümanların inandığı din, onlara bunu telkin etmiyor. Yine aynı şekilde, kavimler göçüne neden olan Haçlı Seferleri’ni Müslümanlar yapmamıştır. Fransız Devrimi’nde, sayıları şuan bile tam olarak bilinmeyen yüz binlerce Fransız’ın ölümünü, yine Müslümanlar yapmamıştır. Daha yakın zamanda, Norveç’te ırkçı söylemle büyüyen Norveçli vatandaş Breivik, o kadar insanı öldürürken, bu direktifi İslam dininden almamıştır. Çünkü aslında tüm bu örnekler şunu gösteriyor ki din merkezli terör yok; insan merkezli terör vardır.

 

İslam’ın rehberliği

 

İslam ve onun öğretileri, müntesiplerine hem yol gösterici hem de ilham kaynağı olmuştur. Nitekim Amerikan yakın tarihinde zencilere ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyordu. Kiliselerde zencilerin arka tarafta kendilerine yer bulduğunu biliyoruz. Yine, şu anda bile o psikolojiyi taşıyıp, bindiği otobüsün en arkasına geçip oturan zencilerin olduğunu da biliyoruz.

 

İşte, böyle bir anlayış içinde bir İslam ferdi olan Malcolm X, İslam’dan aldığı öğretilerle Amerika’nın, belki dünya zencilerinin özgürleşmeleri noktasında bir rehber, yol gösterici olmuştur. Malcolm X, savunduğu davası ile karanlıktan aydınlık damıtmıştır. Bunu da inandığı İslam dininin ahlaki öğretileri ile gerçekleştirmiştir.

 

Peki, ne demek mi istiyoruz? Diyoruz ki, İslam ve mensubu olan müminler, kargaşa ve düzensizlikten beslenmez. Yani, müntesipleri olan müminlere, dünya ve ahiret saadeti sunma gayretini güderler. Bu yüzden dini terör yoktur. Çünkü terörün dini olmaz. Ancak bireyler kendi terörünü meydana getirirler. Hele ki İslam dini, bir kişinin ölümünü, bütün bir insanlığı ölümüne denk görürken, hiçbir bir ferdi, Müslüman dahi olsa iman çerçevesinde, tövbe etmediği sürece muslih (ıslah olmuş) görmez.

 

Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, “(Resulüm!) Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya; 107) buyurmaktadır.

 

Nitekim Hz. Peygamber, güzel ahlakın bütün kısımlarını hayatında en güzel bir şekilde fiilen sergilemiş, hayatı boyunca ashabını fitneden sakındırmıştır. Fevkalade bir ciddiyet ve hassasiyet ile fitneden kaçınmayı emretmiştir. Nitekim efendimiz, “Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, kılıç darbesi gibidir.” (İbn-i Mace)

 

“Şurası muhakkak ki bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak. Bu durum gelince Uhud’a kılıcınla git! Kırılıncaya kadar onu taşa çal. Sonra evinde otur. Hatta sana günahkâr bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden çıkma).” (İbn-i Mace)

 

“Kıyametten hemen önce karanlık gecelerin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mümin olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mümin olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun [ölen olsun, öldüren değil].” (Ebu Davut, Tirmizi)

 

Kendisine yapılan zulümde dahi, fitneye ve umumun sıhhatine halel gelmemesi için telkinlerde bulunan bir dinin, isminin, terörle yan yana anılması manidar bir durumdur. Nitekim yukarıda verilen hadis-i şeriflerde Efendimiz, kargaşa ve düzensizlikten uzak durulmasını tavsiye ediyor. “Ta ki, Yüce Allah’ın sizin için dilediği takdirat vuku bulana kadar” diyerek; mümini iman ve ahlak dairesinde muhafaza ediyor.

 

Cihadın gayesi terör değildir!

 

Ayıca İslam’da meşru olan mücadele, kargaşa yâda terör değil, cihattır. Cihadın gayesi ise yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm’da savaş, intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil; bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm’a sokmak yoktur. Cihat’tan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm’ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır.

 

Allah Teâlâ bu konuda: “Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı.” (Bakara; 216) “Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın.” (Bakara; 193) “Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız.” (Tevbe; 29) “Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız.” (Tevbe; 36) Diyerek, meşru olan savunma hakkının sınırlarını çizmiştir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de “Cihat, kıyamete kadar devam edecek bir farzdır.” (Ebû Davûd) buyurarak, Müslüman fert için meşru dairede bir savunma hakkının olduğu bildirir. Bununla birlikte, fitneye muhal vermemek gerektiğini, bunun da önlemini almanın, sınırları belirlenmiş bir cihat olduğu bildirmiştir.

 

İslam’ın gayesi ve cihad

 

İslâm’ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. Çünkü İslam, yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. O, bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlem-i şümul bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için Müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte, bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşru bütün yollara başvurma gayretine cihad denir.

 

Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir.

 

Bu bakımdan, cihadın İslâm’da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygambere, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, “İman ve Allah yolunda cihad’dır.” (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445) buyurarak, cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihad ile varlığını sürdüreceğine işaret etmiştir.

 

Fakat maalesef, özellikle büyük bir bakkal haline dönüşmüş olan küresel mekanizmalar, tabiri caizse savundukları toplulukların, devletlerin, milletlerin, inanç gruplarının eylemlerini hasıraltı yaparken, dünya insanlarının zihnine ya da dünya literatürüne “İslam terörü” (!) diye bir algı sokmuş durumdalar. Fakat bu duruma yakınmak yerine, karşılık olarak, cihat kabilinde bir mücadeleye girmek gerekir. Bu cihat ise Allah’ın dini İslam’ın ve Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin öğretilerinin, bütün insanlığa doğru bir şekilde anlatılmasını sağlamaktır.

 

Gerek İslam bilginleri tarafından sürekli konferansların düzenlenmesi, bununla ilgili makalelerin yazılması, çeşitli platformlarda söyleşilerin yapılması, muhakkak ki bu algının zayıflaması noktasında Allah katında cihadi bir hamle olacaktır.

 

Fakat diğer taraftan şunu da unutmamak gerekir ki Müslüman birer fert olarak bizlere düşen görev, onların dogmalarını kendimize referans almak yerine; aksine Müslüman ferdi fert yapan Kuran’ın ayetleri ile bir savunma, bir İ’la-i Kelimetullah (Allah’ın adını yüceltme) halkası oluşturmaktır. Böylelikle İslam’a karşı atılan iftiraları, oluşturulan o İslam potasında eritmektir…

 

Unutmamak gerekir ki, İslam’a karşı yakılan ateşler ne kadar fazla ve hararetli olursa olsun, eğer ki Müslüman olan kişilik, kendi sorumluluğu noktasında “Kur’an etraflı bir yaşam modeli” ortaya koyuyorsa ve ümmet olma şuurunu imanıyla aynı yerde taşıyorsa o vakit, tüm şeytani desiselere karşı o iman bir panzehir görevi hükmünde olacaktır bînihaye…

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ