İslam Âleminin Hâli
İslâm dünyasının hâli hepimizin malumu… Her kıtadan ah-u enin yükseliyor…
Filistin’de müslümanlar açık hava hapishanesinde yaşıyor. Terörist İsrail; Gazze’yi abluka altında tuttuğu gibi her bahaneyle de hava saldırısı yapıyor. İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da ise, ağır vergiler, keyfî tutuklamalar, kontrol noktalarında sürekli eziyet, zulüm…
Doğu Türkistan’da Müslümanların dinlerini öğrenmeleri yasak… Gençler toplama kamplarında esir tutuluyor.
Arakan’da mülteciler katliam korkusuyla evlerine geri dönemiyor.
Yemen’de koleradan çocuklar hayatını kaybediyor. Dünyanın zaten umurunda değil. Şiî İran ile Vehhâbî BAE ve Suudî hükümetleri bölgede güç savaşı yaparken masumların çektiği acıları umursamıyor.
Mısır’da cuntacılar 60.000 ihvan-ı müslimin üyesi hapishânelerde tutuluyor. Geçenlerde sessiz sedasız bir şekilde 9 genç idam edildi. Güya bir savcıya sûikast tertiplemekle suçlanıyorlardı. İşkenceler altında alınan sözde itiraflarla, hayatının baharında gençlere kıydılar.
Afrika’da yoksulluk, cehalet, salgın hastalık, kabile savaşları ve kötü yönetimlerle halk eziliyor.
Hemen hemen bütün dünyada halkların talepleri bastırılıyor. Sahte DAEŞ tehdidiyle yayılan İslamofobi, her yerde müslümanların şuurlanmalarına ve faaliyetlerine karşı baskı aracı olarak kullanılıyor…
Bilad-ı Şam sekiz senedir perişan vaziyette… Üzerinde nice plânlar kuruluyor. Haçlı seferlerinden bu yana hıristiyan âleminin göz diktiği Kudüs ve çevresi aynı zamanda, işgalci İsrail’in de arz-ı mev‘ûd hayallerinin sınırları içinde.
Dünyanın jandarmalığına soyunan ABD İsrail’in her türlü tecavüzünü destekliyor. Aynı ABD, Türkiye’nin İslam âlemiyle bağlantısını koparmak için Suriye sınırında Marksist bir terör örgütüne tırlar dolusu mühimmat ve askeri eğitim veriyor.
Her yerde ızdırap, her köşede çile, meşakkat ve bin bir musîbet… İnsan sadece bahsetmeye bile dayanamıyor.
Ümmetin bunca büyük dertleri varken Müslümanların dünyevi endişeleri kendine dert etmesi yakışır mı?
Biz bu dünyaya misafir olarak geldik. Rabbimiz yaşadığımız müddetçe rızkımızı muhakkak vereceğini vaad etmiş. Öyleyse asıl derdimiz, “Allah’ın bizden istediği kulluğu yapabiliyor muyuz?” olmalı, değil mi?
Ümmetin birçok büyük problemi olsa bile, onlar karşısında dahi karamsarlığa kapılmamalıyız. Çünkü bizim kudreti sonsuz olan Rabbimiz var.
Cenab-ı Hakk; “Nûrumu tamamlayacağım!” diye vaad etmiş.
Rabbimiz Hz. Musa’ya iman edenleri Firavun’un zulmünden kurtardığını bildirirken şöyle buyuruyor:
“Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı.
Biz ise, yeryüzünde güçsüz hale düşürülenlere lütuf ve rahmetimizle yardımda bulunmayı ve onların dinde öncüler olmalarını sağlayıp, Firavun ve yandaşlarına varis kılalım istedik.” (Kasas, 4-5)
Allah-u Zülcelâl isterse zalimleri bir sayha ile yok eder, tıpkı Firavunu ordusuyla beraber Kızıldeniz’de boğduğu gibi…
Bize düşen Allah’ın kudretinin her şeye yeteceğine inanıp, güvenerek, Allah’ın emirlerine sarılmaktır. Eğer biz Allah-u Zülcelâl’in istediği gibi davranırsak bizi hem şahsi dünyevi dertlerimizden, hem de ümmetin başındaki bu büyük felaketlerden kurtarmak Allah’ın kudreti için hiçbir şey değildir.
Birinci dünya savaşından beri İslâm âleminin en büyük derdi, başsızlık. Yeniden birlik beraberliğe kavuşmamız için doğru itikada sarılmamız, kardeş olmamız lazım. İslam âlemi olarak birbirimizden daha fazla haberdar olmamız, sorunlarımız için daha çok istişare etmemiz ve ortak hareket etmemiz lazım.
Eğer bizler Allah’ın emirlerine ve İslâm kardeşliğine sarılırsak Rabbimizin yardımına kavuşuruz.
Allah-u Zülcelâl bizleri şu âyet-i kerîmenin muhtevasına göre yaşayan müminlerden eylesin:
“O (mü’min)ler, Rablerinin davetine icâbet ederler ve namazı kılarlar.
Onların işleri, aralarında danışma iledir.
Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infâk ederler.
Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” (eş-Şûrâ, 38-39)