İRFAN SOHBETİ / Sabırla ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyelim
İRFAN SOHBETİ
Sabırla ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyelim
Seyda Feyzullah Konyevi -ks-
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede buyuruyor:
“Ey iman edenler! Siz Allah’a (yani O’nun dinine ve Peygamberine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve (bu uğurda bulunduğunuz her yerde) ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed; 7)
Yani şaşırmazsınız, istikamet üzere yürümüş olursunuz. Demek ki Allah-u Zülcelâl bizden istikamet üzere olmamız için, ayaklarımızın sabit olması için, bizden O’nun tabiriyle “O’na yardım etmemizi,” istiyor.
Allah-u Zülcelâl’in tabi ki hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Bütün dünya O’nun mülkünün içerisinde bir iğne ucu kadar bile değil. O’nun için Allah-u Zülcelâl bize ihtiyacı olmadığı halde, asıl yardım ve zafer O’ndan geldiği halde buyuruyor ki; “Allah’a yardım edin.” Böyle bir tabir kullanıyor.
Bu tabir bizim anlayabilmemiz için mananın ehemmiyetine vurgu yapıyor. Yani siz İslam davasına yardım ettiğiniz zaman, O’nun Peygamberine yardım ettiğiniz zaman sanki Allah’a yardım etmişsiniz gibi büyük bir iş yapmış olursunuz. Dünyanın en değerli görevini, onun üstünde hiçbir şeyin olmadığı mukaddes bir vazifeyi üstlenmiş oluyorsunuz.
Dinine yapılacak olan yardımı, Peygamberine yapılacak olan yardımı o kadar önemsiyor Allah-u Zülcelâl. Önemsiyor ki biz de önemseyelim.
İnsan tabi birçok badirelerden geçiyor, birçok zulümler görebiliyor insanoğlu. İnsanoğlu dünya var olduğundan beri hak ile batıl arasında cereyan eden mücadelenin içerisindedir. Bu mücadele hiç bitmeyecek ve biz de bu mücadelenin her zaman merkezinde olacağız.
Nice ızdıraplar yaşanır, nice acılar çeker insanoğlu. Hayalleri kırılır, ümitleri tükenir. Ama böyle bir durumda her zaman ümitvar olacak insanoğlu. Yaşayacak bunları.
Dikkat edin, bize buna benzer sorular geliyor. Adamın işi iyi gitmiyordur, hayalleri sürekli kırılıyordur, yıkılıyordur. Ümitvar değildir, karamsar olmaya başlamış. Diyor ki hemen “Bana büyü mü yapılmış acaba?” Hayır, sen imtihandasın.
Hepimizin işleri zaman zaman sıkıntıya giriyor. Çoğu zaman işleri düzgün bir şekilde yürütebilmen için defalarca uğraş veriyorsun. Öyleyse evhama, vesveseye kapılmadan azmetmek lazım, sabretmek lazım. Sabretmek lazım ve sabrettikten sonra da Allah’tan yardım istemek lazım.
Allah-u Zülcelâl ayeti kerimede:
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin,” (Bakara, 153) buyuruyor. Sabretmek, çalışmaktır. Oturup beklemek değildir, çalışmaktır, azmetmektir. Yani pes etmemektir. Pes ettiğin an sabrı bırakmış olursun. İşte o zaman da tembellik olur, Allah korusun. Sonra “Niye işlerim iyi gitmiyor?” der.
Oturduğu yerden hiç kimsenin işi iyi gitmez. Aklı olmayan hayvanlar dahi doymak için sürekli koştururlar. Kuş yuvasından çıkar, akşama kadar dolaşır, sürekli rızkını arar. Demek ki azmetmek lazım, sabretmek lazım. Sabrederek o işin neticesini beklemek lazım.
Bizim de tüm çabalarımız birer sabırdan ibarettir. Çalışacağız, gayret edeceğiz. Ondan sonra neticesini Allah’a havale edeceğiz. Tevekkül de böyle olur. Yani çalışmanın başlangıcından sonuna kadar insan Allah-u Zülcelâl’e hep tevekkül edecek. “Neticeyi ben Allah’a bıraktım” diyecek ve çalışmaya devam edecek.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem de çok zorluklara katlandı. Onurunu kırıcı şeylerle karşılaştı. Sözlü olarak sürekli saldırılara maruz kaldı.
Allah-u Zülcelâl hatta bir keresinde Ayet-i Kerime’de ona hitaben, onu teselli etmek için:
“Onların sürekli ileri geri söyledikleri kötü sözlerinden dolayı da senin kalbinin daraldığını biliyoruz” buyuruyor. (Hicr, 97)
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem onların sözlerinden dolayı kederleniyordu, içi daralıyordu. Allah-u Zülcelâl’den bir yardım bekliyordu ve Allah-u Zülcelal onu bu şekilde teselli ediyordu.
Allah’ın Yardımı Yetişti
Savaş meydanında Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Bedir Savaşı’nda ellerini kaldırıyor. Bakıyor ki kafirler bin kişi civarında. Sahabe-i Kiram ise rivayete göre 313 kişi. O esnada Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemde tabi büyük bir endişe var. Çünkü yeryüzündeki Müslümanlar onlardan ibaret. Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem böyle bir durumda elini semaya kaldırıyor:
“Ya Rabbi!” diyor, “Bu küçücük Müslüman topluğu helak olursa yeryüzünde sana ibadet edecek hiç kimse kalmayacak. Onun için bu topluluğu sen muhafaza et Ya Rabbi. Ve bana vaad ettiğin yardımı gönder,” diye yalvarıyor, Allah-u Zülcelâl’e.
O kadar ellerini kaldırıyor ki artık ridası omuzundan yere düşüyor. O sırada Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh geliyor onun ridasını kaldırıyor omuzlarına koyuyor ve ona sarılıyor.
“Ya Resulallah kendini bu kadar üzme. Anam babam sana feda olsun. Rabbine bu kadar niyazda bulundun, yalvardın, yakardın hiç şübhen olmasın Allah-u Zülcelal sana vaadini yerine getirecektir.”
O kadar büyük bir iman var, o kadar net bir şekilde inanıyorlar ki; “Olacak, kesin” diyor. Zerre kadar bir şüphe yok. “Allah azze ve celle sana vaadini mutlaka yerine getirecektir,” diyor. Ondan sonra Allah-u Zülcelal melekleri yardıma gönderiyor.
Melekleri bazı sahabeler açık bir şekilde de görüyorlar. Hatta bir sahabi diyor ki:
“Ben gidiyordum, düşmanın tam yanında kılıcımı çekiyor, boynuna vuruyordum. Daha kılıcım onun boynuna ulaşmadan boynu kopuyordu,” diyor. “Ben biliyordum ki benden önce onu başkası öldürdü. Yani melek onu öldürdü,” diyor.
Melekler açık bir şekilde yardıma gelmişlerdi. Allah-u Zülcelal bu tür yardımları samimi müminlerin arasına gönderir, nazil eder.
Allah Azze ve Celle için bu tür yardımlar zor değildir. Şu anda bakın bütün dünya Gazze’nin başına üşüşmüş. O samimi mücahid kardeşlerimiz, o melek ruhlu, o bebek kalpli, yumuşak, merhametli o mücahidler olmasaydı Gazze çoktan giderdi. Ama onların o samimiyetinden dolayı bakın bütün dünya onlara güç yetiremiyor. Allah-u Zülcelal onlara yardım ediyor.
Dikkat edin. Kalbinizi iyi verin bu tür şeylere. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem’in dönemindeki bu hadiseleri bu zamana uyarlayın ve o zamanda yaşıyormuş gibi düşünün bunu. Zira eğer bu şekilde yapmazsak bakışımız saf olmaz. Allah-u Zülcelal’in o dönemde sahabelere verdiği o müjde kıyamete kadar devam edecek. Bilin ki Allah-u Zülcelal şu anda diyor ki, “Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”
1400 sene önce nazil olan o ayetin manası bugün de geçerlidir. Böyle bakın olaya. Gazze’ye de öyle bakın. Öyle bakın ki oradaki kardeşleri daha samimi bir kalple görebilesiniz. Yoksa şeytan insanlarla çok oynar.
Zamanında yaşadığı evliyalara karşı da insanoğlu böyledir. Dikkat edin. Ehli tasavvufu çok seven insanlar var ama gidip intisab etmez. “İmam Gazali’ye kurban olurum” der. Vefat etmiş çünkü. “Abdülkadir Geylani Hazretleri başımızın tacıdır,” der. Çünkü vefat etmiş. Mevlâna Hazretleri böyle. İbn Arabi Hazretleri böyle. Ama yaşayan birini gösterdiğin zaman gitmez yanına. İşte şu anda yaşadığımız olaylar da aynen böyledir.
Nefsinizi tamamen bir kenara atarak bakın olaylara. Nasıl ki şimdi biz sahabeleri okuyoruz, hayatlarına hayran kalıyoruz. Diyoruz ki, “Savaş esnasında bile birbirlerini kendilerine tercih ederlerdi.” Biz bunu yapıyor muyuz şu anda?
Müslümanlar Kardeştir
Dünyanın çeşitli yerlerindeki mazlum müslümanların hepsi kardeşimizdir. Müminin görevi mazluma sahip çıkmaktır. Mazlum olduğu için destek vermek lazım. Destek vermesine engel olan nefistir. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu, mümini teşvik ettiği “Büyük cihat” nefisle cihaddır.
Dikkat edelim ve ne olmak istiyoruz ona karar verelim. Zaten öleceksin, ölmek için geldin bu dünyaya. Hamas’ın bir yöneticisi diyor, “Sıcak yatağımda ölmektense bir Apache helikopterinden gelen mermiyle ölmeyi tercih ederim. Nasıl olsa öleceğim, şehit olmayı tercih ederim,” diyor.
Hakikat budur işte. Bakın sahabeler de aynısını söylüyordu ama laf olsun diye söylemiyorlardı. Cihattaydılar, meydandaydılar. Şimdi işte bakın bunları orada görün. Gazze’yi o Bedir’in aslanlarının yanına koyun şimdi. Uhud’a yerleştirin onları ve öyle okuyun orayı. Öyle okuyun, göreceksiniz ki hepsi sahabelerin yolundadır.
Halid bin Velid radıyallahu anh da aynısını diyordu, meydanlarda koştururken söylüyordu yine. “Ben sıcak döşeğimde, yattığım yerde ölmektense cihat meydanında ölmeyi tercih ederim,” diyordu. Hatta ona da o nasip olmadı, yatağında vefat etti. Ağlıyordu bunun için.
Allah-u Zülcelâl bizi sırat-ı müstakimde sabit kılsın ve bizi sahabelerin yolunda samimi bir şekilde, lafla değil hayatımızla her zaman onların yolunda gidenlerden eylesin. Onların yolunda yürüyenlerden.
Bir rivayete göre Sahabe-i Kiram Hendek Savaşı’ndadır. Müslümanlar Medine’nin çevresine hendek kazarak savunma hattı kurmuştu. Düşman giremedi Medine’ye. Fakat çok zorluklar yaşandı. Müslümanlar düşmanın geri gideceğini beklerken düşman direniyordu. Sonunda Müslümanlarda artık açlık da başladı. Yahudiler de ihanet içindeydiler. O zaman Müslümanlarla anlaşmaları vardı ama Mekke müşrikleriyle gizlice anlaşmak suretiyle Müslümanlara ihanet ettiler.
Bakın yine Yahudiler karşımıza çıkıyor. Onun için hayatımız boyunca, kıyamete kadar onlara karşı uyanık olmamız ve onları iyi tanımamız lazım. Onları tanımamız için de Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin hayatını, sahabelerin hayatını iyi okursak, iyi bilirsek onları çok iyi tanırız.
Bugün daha da aşırıya gittiler. Çünkü o zamanlar o vahşetleri yapma fırsatları yoktu, vahşiliklerini gizliyorlardı. Şu anda gizlemiyorlar çünkü güç ellerinde. Bu gücü onlara biz verdik çünkü biz çalışmadık. Halbuki hem çalışıp hem ibadetimizi yapabilirdik.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Öyle erler vardır ki onları ne ticaret ne alışveriş, Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkar onlar.” (Nur, 37)
Allah-u Zülcelâl müminin ticaret de yapmasını istiyor, o ticaretiyle birlikte zikir yapmasını, namaz kılmasını, zekât vermesini istiyor. Ayettir bu bakın. Böyle tüccarları övüyor.
Allah-u Zülcelâl’i zikretmek lezzetlidir. Bazen insan o zikrin lezzetinden hiçbir şey yapmak istemiyor, sadece onu yapmak istiyor. Ama bu dünyada bizim sorumluluklarımız var. Bizim için inzivaya çekilip, sadece kendinden sorumlu bir hayat yaşamak uygun değil.
Hendek Savaşı’nda o kadar zorluklar vardı ki, Yahudiler arka planda Müslümanlara ihanet ediyordu. Müşriklerle anlaşmaya girenler oldu. Çok büyük bir imtihandan geçiyorlardı Müslümanlar.
Nihayetinde Müslümanlar dediler ki:
“Allah-u Zülcelâl’in yardımı ne zaman gelecek?”
Allah-u Zül Celal de onlara dedi ki:
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız! Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve (öylesine) sarsılmışlardı ki sonunda (her) elçi ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Dikkat edin! Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara; 214)
İnsanoğlu çok acele ediyor. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem’in buyurduğu gibi. Hendek Savaşı’nda özellikle bu ayet nazil olduktan sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“(Sahâbîlerim!) Size yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dinini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvârî San’â’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!” (Ahmed b. Hanbel, 5/109; Buharî, Menakıbu’l-Ensar, 29)
Bakın Allah’ın Resulü aleyhisselatu vesselam; “O kadar güven içinde gidecek ki Allah’tan başkasından ve koyunları içinde kurttan başkasından korkmayacaktır,” diyor. Yani bu din hâkim olursa her yerde güven tesis edilir; huzur, selamet olur. “Fakat siz acele ediyorsunuz,” buyurmuştu.
Habbab bin Eret radıyallahu anh anlatıyor. Resulullah Sallallahu aleyhi vesellem’e dedik ki:
“Ya Resulallah bizim için Allah’tan yardım dileğinde bulunmayacak mısın? Bizim için dua etmeyecek misin?”
O kadar eziyetler, zorluklar çekiyor. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dîninden çevirmezdi…”
Allah’ın yardımı gelecek ama siz acele ediyorsunuz. Yani siz kendi istediğiniz zamanda istiyorsunuz. Ama insanoğlu canını çok sevdiği için, bu canına bir şey olmadan hemen zafer gelmesini bekler. Ama bazen zafer, birilerinin kurban edilmesiyle elde ediliyor. O kurbanlar o toplumu zafere taşıyor.
İman Kuvveti Dayanma Gücü Verir
Allah-u Zülcelâl Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmiş ümmetlerin kıssalarını anlatır bize. Bunları boşuna anlatmaz ibret alalım diye anlatır. Bizi İslam yolunda güçlü kılacak, bize şevk verecek kıssalar her zaman bize lazımdır. Her zaman bizim için önemlidir, değerlidir onlar.
Soruyorlar, “Neden bu kadar insanlar öldürülüyor? Sonra hayaller kırılıyor, yıkılıyor, duygular harap ediliyor, insanlar eziyet çekiyor. Neden?”
Bizim içimizde acıları dindiren gizli bir güç vardır, o da bizim imanımızdır. Bu acılara, bu imtihanlara katlanabilecek bir imanımız var ve olmalı. O iman bazılarınınki kuvvetlidir, bazılarınınki zayıftır. İmanımız kuvvetli olursa bu acılara çok daha hafif, daha basit bakabiliriz.
Müslüman yaşadığı her şeyden bir tecrübe sahibi olur, bilgi sahibi olur ve artık aynı kişi değildir; farklı bir kişidir. Misal aleminde birçok ihtimaller uyuyor. Bizim oradaki yaptığımız herhangi bir şeyden dolayı o hadise uyandı.
Dolayısıyla bizim olaylara bakışımızda her zaman bileceğiz ki Allah-u Zülcelal’in yardımı yakındır. Onun yardımının yakın olduğunu bildiğimiz bir yerde, bir zamanda acılar bizim için tatlılaşır. Hiçbir şekilde zor olmaz.
Allah-u Zülcelâl hepimize yardım etsin. Tüm zorluklarımızı kolaylaştırsın. Gazze’deki mücahit kardeşlerimize, dünyanın her yerinde mazlum olan kardeşlerimize yardım etsin.
Bakın şu anda Tacikistan’da Müslüman kardeşlerimizin tesettür giymesini yasaklamışlar. Müslüman ülke ama başında Müslüman yok. Müslüman olan bir insan bunu yapamaz. Mümkün değil. Yine bizim çalışmadığımızı gösteriyor.
Onun için tüm kardeşlerime tavsiye ediyorum. Herkese, mühendis olun, öğretmen olun, bilim adamı olun, akademisyen olun, siyasetçi olun, ekonomist olun. Bununla beraber Allah’ı zikredin. Bununla beraber Allah-u Zülcelâl’in emrettiği şeyleri harfiyen yerine getirin. Böyle fakir olarak değil zengin olarak ibadet edin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Çalışın, çabalayın ki siz kendinizi yönetesiniz. Niye gavurlar bizi yönetsin? Biz niye gavurların kanunlarıyla yönetilelim? Bunu mu kendimize layık görüyoruz? Bu kadar mı değersiziz? Mümin olarak Allah’a iman etmiş insanlar olarak bunu mu hak ediyoruz?
Allah Azze ve Celle hepimize şuur versin, idrak versin. Hepimizi İslam’ın hizmetkarı kılsın. Müminlerin, Müslümanların hizmetkarı kılsın. Tüm Müslümanları birbirimize karşı herkesi kardeş olarak görenlerden eylesin. Öyle lafla değil, kalbimize hepsinin, tüm Müslümanların muhabbetini, aşkını koysun kalbimize.
Hiçbir Müslümana karşı kin ve nefret bırakmasın. Kalbimizden söksün, atsın. Allah Azze ve Celle bizi burada kardeş kıldığı gibi ahirette de her zaman beraber eylesin. Cennette her zaman birbirimizi ziyaret edenlerden eylesin.
Allah-u Zülcelal’in yardımı her zaman bizimle olsun, sizinle olsun. Allah-u Zülcelal hepinizin sıkıntılarınızı gidersin. Sizlere, hastalarınıza şifalar ihsan eylesin. Dünya, ahiret hepinizi mesut, bahtiyar kılsın. Allah-u Zülcelâl rızkınıza, ticaretinize bereket koysun. Yuvanıza huzur, saadet, muhabbet koysun. Allah Azze ve Celle, Tacikistan’daki kardeşlerimize de sabırlar ihsan eylesin, onlara yardım etsin. Onların zorluklarını kolaylaştırsın, onlara azim versin, onlara sabır ihsan eylesin, onlara güç, kuvvet versin. Onlara da yardım etsin. Ve sallAllah-u ala seyyidina Muhammedin Nebi’l-Ummi ve ala alihi ve sahbihi ve sellem.