İhlâs-ı Şerifin Kısa Tefsiri

  • 09 Mayıs 2017
  • 927 kez görüntülendi.
İhlâs-ı Şerifin Kısa Tefsiri
REKLAM ALANI

Nüzulü, isimleri ve konusu
Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, iniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır. Mekke’de indiğini söyleyenler; Mekkeli müşriklerin, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gelerek, “Bize Rabbinin soyunu anlat” dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indirdiğini bildiren rivayetleri delil getirirler. (Müsned, V, 133-134)

Medine’de indiğini söyleyenler ise; Yahudilerle Hristiyanların, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere, Cebrail’in Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme gelip, “Kul hüvellahü ehad” sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir. (Taberî, XXX, 221-222; Râzî, XXXII, 175)

Ancak sûrenin üslup ve içeriği Mekke döneminde indiği izlenimini vermektedir.

REKLAM ALANI

Sûrenin kaynaklarda tespit edilen yirmiyi aşkın adı vardır. Ancak yaygın olarak İslâm dininin temel ilkesi tevhîd inancının vecîz bir ifadesi olan “İhlâs” adıyla tanınmıştır. En çok kullanılan isimlerinden biri de “Kul hüvellahü ehad”dır. Ayrıca “Samed, Tevhîd, Esâs, Tecrîd, Necat, Velayet, Mukaşkışe, Muavvize” adlarıyla da anılmaktadır.

Sûrede Allah Teâlâ’nın başlıca sıfatları tanıtılmaktadır.

Sure-i İhlâs’ın fazileti
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur; “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir.” (Buhârî, “Tevhîd”, 1)

Yine Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahabîye, “Onu sevmen seni cennete götürür.” müjdesini vermiştir. (Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân”, 11; “Tefsir”, 93; diğer hadisler için bk. İbn Kesîr, VIII, 539-546)

Tefsiri:
1. İhlâs sûresi, İslâm’ın esası olan tevhîd (Allah’ın birliği) ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah Teâlâ’yı tanıttığı için, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem tarafından Kur’an’ın üçte birine denk olduğu ifade buyurulmuştur. Kelâmın akışı ve konunun Allah’ın nesebini (hangi soydan geldiğini) soranlara verilen cevapla ilgili olması dikkate alındığında birinci âyetteki “O” diye çevirdiğimiz “hüve” zamirinin Allah‘a ait olduğu açıkça anlaşılır.

Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendinden olan, her şeyi yaratan, her şeyin mâliki, mukadderatının hakimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan… Yüce Mevlâ’nın isimlerinin en başta gelenidir. (bk. Bakara 2/255)

Müfessirler bu sûrede ağırlıklı olarak Allah’ın birliğini ifade eden, “Ahad” terimi ile var oluş bakımından, kimseye muhtaç olmadığını anlatan “Samed” terimi üzerinde durmuşlardır.

“Tektir” diye çevirdiğimiz “Ahad” kelimesi, “birlik” anlamına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir. (Ebû Hayyân, VIII, 528)

Sıfat olarak Allah’a nispet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder; bu sûrede doğrudan doğruya, Beled sûresinde (90/ 5,7) dolaylı olarak Allah’a nispet edilmiştir; bu anlamıyla tenzihi veya selbî (Allah’ın ne olmadığını belirten) sıfatları da içerir. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki birliği vurgular. Bu sebeple “Ahad” sıfatının bazı istisnalar dışında Allah’tan başkasına nispet edilemeyeceği düşünülmüştür.

Aynı kökten gelen, “Vâhid” ise “bölünmesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık” anlamında, Allah’ın sıfatı olmakla birlikte Allah’tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe’de de “bir” (vâhid) ile “tek” (ahad) arasında fark vardır. “Bir”, genellikle “aynı türden birçok varlığın biri” anlamında da kullanılır. “Tek” ise “türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olmayan tek varlık” mânasına gelir.

İşte Allah, bu anlamda birdir, tektir. Ahad ile vâhid sıfatları arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah’ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Ahad ile vahidin her biri “ezeliyet ve ebediyet” mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı “ezeliyet”, vahidi de “ebediyet” mânasına tahsis etmişlerdir. Allah’ın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir

2. “Samed” kelimesi “herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç olmayan” anlamına gelir. (Râgıb el-İsfehârn, Müfredata’İ-Kur’ân, “smd” md)

Sûredeki bağlamına göre samed, “Var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu vâcibu’l-vucûd” demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad isminin açıklamasıdır; daha sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” mealindeki âyet de Samed isminin açıklamasıdır.

Taberî, “samed”i, “kendisinden başkası ibadet edilmeye layık olmayan tek mâbûd” olarak tanımlamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de sadece burada geçen “Samed” ismi başta “esmâ-i hüsnâ” hadisi olmak üzere (bk. Tirmizî, “Da’avât”, 83) bazı hadislerde de yer almıştır. (meselâ bk. Buhârî, “Tefsir”, 112; Tirmizî, “Da’avât”, 64)

Zâtında, sıfatlarında, fiillerinde
hiç bir dengi benzeri yoktur!

3. Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu ifade eden bu âyet, “samed” isminin açıklaması olup, Allah’a evlât nispet edenleri ve soy kavramına giren her şeyi; meselâ, “Mesîh Allah’ın oğludur” diyen Hıristiyanların (Tevbe 9/30) ve meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyleyen (En’âm 6/100) müşriklerin bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da ihtiyacı karşılamak için istenilen varlıklardır; Allah ise ihtiyaçtan münezzehtir, ezelî ve ebedîdir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır. (bk. En’âm 6/101)

Âyetin, “O, doğmamıştır” mealindeki ikinci cümlesi Allah Teâlâ’nın doğum veya sudur yoluyla bir ana veya babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur; oysa Allah kadîm ve ezelîdir, yani varlığının başlangıcı, evveliyatı yoktur.

4. Bu âyet hem ilk âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetinde olup; Yüce Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde hiçbir dengi ve benzeri bulunmadığını ifade eder. Kendisinden başka var olan her şeyi O yaratmıştır. Bu sebeple yarattıklarının O’na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif âyetlerde ifade buyurulmuştur. (meselâ bk. Nahl 16/17-22; Şûra 42/11)

Kur’an’ın üçte
birine denktir
İhlâs Sûresinin, Kur’an’ın üçte birine denk olduğuna dair yukarıda geçen hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı, bu denkliği sûreyi okumanın sevabı, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden değerlendirmişlerdir.

İkinci görüşe göre sûre, Kur’an’ın üç temel konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını bu sûrenin öğretisi yönünde oluşturan bir kimse Kur’an’ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. Gazzâlî Cevâhiru’l-Kur’ân isimli eserinde (s. 4748) özetle şu hususlara işaret eder:

Kur’an’daki bilgiler ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi (ma’rifetullah), âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani ma’rifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur’an’ın üçte birine denk görülmüştür. Belirtilen öneminden dolayı îhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yönleriyle ele alınıp incelendiği gibi felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında da meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil tefsir vb. çalışmalar yapılmış; ayrıca süre üzerine tezler de hazırlanmıştır. (Bilgi ve örnekler için bk. Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, DİA, XXI, 538)

* (bk. Diyanet, Tefsiri, Kur’an Yolu:V/689-692.)

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ