İBRET-İ ALEM / Allah’ın İpine Sımsıkı Sarılın!

İBRET-İ ALEM
Allah’ın İpine Sımsıkı Sarılın!
Seyda Feyzullah Konyevî -KS-
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“(Eğer iman ediyorsanız) Allah’ın ipine (Kur’an hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resulüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır” (Al-I İmran, 103)
Hablullah Allah’ın ipi demektir. Burada Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşmaya vasıta olan Kur’ân hükümlerine işarettir. Bu hükümler ki Allah’ın emrini yerine getirip yasaklarından kaçma, bu hususta müslümanların cemaatine uyma, İslam’ın şiarlarına sımsıkı sarılmayı ifade eder.
Nitekim Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Kur’an, Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir.” (Tirmizî, Menâkıb 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 14, 17) buyurmuştur.
“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın,” demek, hep birlikte Allah’ın, insanlığın kurtuluşu için gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’e ve onun üzerine binâ edilen İslâm nizamına uymak hususunda birlik içinde olmayı ifade eder. Bu ayet; İslam toplumunu yücelten bütün emir ve yasakları dikkate alarak yaşamamızı; birbiriyle kenetlenmiş kardeşçe bir topluluk oluşturarak asla ayrılığa düşmememizi emretmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’i terk edenler, fırka fırka ayrılır ve bölünüp parçalanırlar. Her bir grup kendi menfaatinin peşine düşer, kendi aklına uyar. Böylece toplum zayıflar ve birbiriyle dayanışmasını kaybeder. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
“Fitnelerden kurtuluş yolunu gösteren elbette Allah’ın Kitabı’dır. Onda sizden öncekilerin kıssası, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü vardır… O, Allah’ın sağlam ipidir” (Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’an 14) açıklamalarıyla Kur’ân-ı Kerîm’den “Allah’ın ipi” olarak söz eder.
İslâm dini birlik, beraberlik ve kardeşlik üzerine kurulmuştur. İslâm dini, itikat olarak herkesi Allah’ın birliği düşüncesi etrafında toplamayı hedeflediği gibi, cemaatle namaz, Cuma ve bayram namazları ve hac gibi ibâdetlerle amel yönünden de birlik ve beraberliği gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Zira ameller sayesinde oluşan birlik ve beraberlik kalplerin de birliğine sebep olmaktadır. Müslümanların fert veya toplum olarak ayakta kalması, düşmanların maddi ve mânevî baskılarına dayanabilmesi ve İslâm toplumunun üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilmesi için de böyle bir birlik beraberlik şarttır. Çünkü birlik ve beraberliği zayi olmuş toplumların, kısa zamanda dağıldıkları ve her şeylerini kaybettikleri tarihî bir gerçektir.
Ateş Çukuru
Bu ayet-i kerimenin nazil olduğu dönemde Arap yarımadası birlik beraberlikten mahrumdu. Çoğu zaman kabileler arasında kan davaları ve savaşlar çıkardı ve yıllarca sürerdi. İslam’dan önce Medine’de iki büyük Arap kabilesi vardı ve birbirlerine yakın idiler. Bunlar Evs ve Hazreç kabileleriydi. Ancak yıllarca birbirleriyle savaştılar. Ta ki orada İslam sancağı dalgalanana kadar.
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem oraya İslam’a davet için Musab bin Umeyr radıyallahu anh’ı göndermişti. Musab bin Umeyr radıyallahu anh, hem Evs kabilesinden hem Hazreç kabilesinden birçok kişinin Müslüman olmasına vesile oldu. Müthiş, muazzam, tarihi bir olay yaşanıyordu. Çünkü yıllardan beri kimsenin barıştıramadığı o iki kabileyi İslam dini kardeş yapmıştı.
Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem oraya hicret ettiği zaman da artık birbirleriyle sürekli düşmanlık yapan, sürekli birbirlerini öldüren Medine’li o insanlar kardeş olmuşlardı. Medine halkı hem kendi aralarında dost hem de Mekke’den gelen muhacirlere Ensar olmuşlardı. Zaman zaman onları Yahudiler ve Münafıklar kışkırtmak istedi. Bu ayet-i kerime bu kışkırtmalara karşı uyarmaktadır:
“Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resulüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı.”
Allah-u Zülcelâl bu ayet-i kerimede hem Medinelilerin hem de Arap kabilelerinin halini anlatıyor. Bu kabileler bazen uzun süren savaşlar ile neredeyse birbirlerini yok edecek hale geliyorlardı. Bunun yanında şirk inançları sebebiyle de adeta bir ateş çukurunun kenarındaydılar. Hem dünyada felaketlerle karşı karşıya idiler hem de ahirette sonları cehennem ateşi idi. Allah-u Zülcelâl onları İslam ile oradan çekip kurtardı.
Ayet-i Kerimede Allah-u Zülcelâl Müslümanların önceki halleri ile İslam ile şereflendikten sonraki hallerini anlatıyor. Me’alen buyuruyor ki; “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın…”
İslam en büyük nimettir. İman en büyük nimettir. Bugün biz de aynı şekilde, eğer nefsimize aldanırsak, Allah korusun, bizi de birbirimize düşürmeye çalışmıyorlar mı sürekli?
Esasen, Allah’ın insanlara olan nimetleri hem dünyevî hem de uhrevîdir. Daha önce birbirine düşman olan kişi, kabile ve toplumların İslâm nimeti ve imanın birleştirici vasfı sayesinde kalpleri birbirine ısınarak kardeş olmaları dünyevi bir nimettir.
Kardeşlik Nimeti
İslam’dan önce cahiliye çağına baktığımız zaman, adeta bir vahşet manzarası görüyoruz. Her kabilenin kendisinden olanı koruyup kolladığı bu devirde hayatta kalmak için gariplerin kimsesizlerin kuvvetli olanlara sığınmaktan başka bir çareleri yoktu. Kabileler arasında sık sık kan davaları ve savaşlar çıkardı. Hatta savaşmanın haram olduğu Hac aylarında bile kan dökmeye devam eder hale gelmişlerdi. Barış zamanlarında da sürekli birbirlerine üstünlük taslarlardı. Şairlerin birinci vazifesi, kendi kabilesiyle övünmek, rakip kabileleri hicvetmek ve böylece kabile asabiyetini tırmandırmaktı.
İslam dini geldiği zaman ilk müslümanların çoğu zayıflar ve kölelerdi. Ancak Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz.Abdurrahman bin Avf radıyallahu anhum ve benzeri Kureyş kabilesinin ileri gelen tüccarlarından da iman edenler vardı. İslam dini, kökeni ve mevkii ne olursa olsun bütün müslümanların kardeş olduğunu bildirdi. Medine’ye hicretten sonra da hem Medine’de yaşayan ve daha önce birbirine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri arasında hem de Mekke’den hicret eden müminlerle ensar arasında kardeşlik bağı kuruldu. Daha önce birbirlerine üstünlük taslayan, rekabet eden, zaman zaman da savaşa tutuşan bütün bu insanlar, müslüman olunca kardeş oldular. Allah-u Zülcelâl bütün müslümanların gönüllerindeki kibir, haset, düşmanlık duygularının yerine giderek sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma duygularını yerleştirdi.
Bu sadece sahabe-i kirama mahsus bir şey değildir. Her çağda Allah-u Zülcelâl iman ehlinin kalbine bu meveddet ve rahmet hislerini koyacaktır. Rabbimiz bu hususta şöyle buyuruyor:
“İman edip salih işler yapanlar muhakkak, Rahman onlar için bir meveddet (bir sevgi) verecek gönüllere sevdirecektir.” (Meryem; 96)
Demek ki, meveddetin kaynağı, iman ve salih ameldir. İşte insanlar arasındaki iyilik ve kardeşliğin temeli iman bağıyla kurulan ve salih amellerle geliştirilen İslam Kardeşliğidir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27)
İslam dini, Müslümanlar arasında manevi bir kardeşlik bağı tesis etmiştir. Bu kardeşlik nesep kardeşliği, yani ana-baba bir kardeşlikten daha ulvi bir kardeşliktir.
Ancak iman bağıyla bir araya gelenler birbirine karşı sırf Allah için muhabbet besler, birbirinin yardımına koşar. Hatta yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsun, hangi dili konuşuyor, hangi kavme mensup olurlarsa olsun Müminler birbirlerine karşı samimi bir sevgi duyarlar. Müminlere de bundan başkası yakışmaz.
Allah-u Zülcelâl’in müminlere lütuflarından biri de bu kardeşlik duygusudur. Ayet-i kerimede Rabbimiz müminlerin gönüllerini birbirine ülfet ettirmesinin Kendi lütuf ve ihsanlarından olduğunu şöyle bildiriyor:
“Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfâl; 63)
Dinimizin bütün emir ve yasakları bu kardeşliği muhafaza etmek ve geliştirmeye yöneliktir. Dinimiz Cuma namazı ve beş vakit namaz, ilim öğrenmek, Allah’ı zikretmek gibi birçok ibadetleri yerine getirirken cemaat olmayı ve bir araya gelmeyi emretmektedir. Zekatı emrederek zengini fakirden sorumlu tutmaktadır. Hac ibadeti dünyanın her yerinden müslümanları bir araya getirir. Ramazan ayı aynı zaman diliminde ibadet etmeyi, bayram yapmayı, açların halinden anlamayı sağlar.
İslam dini ibadetlerin yanı sıra güzel ahlakı emreder. Güzel ahlak ise kardeşliğe zarar veren bütün kötülükleri yasaklar. Bilhassa tasavvuf yolu, kalbi batıni haramlardan, kibirden, nefretten, düşmanlıktan tezkiye edip arındırmayı emreder.
Eğer Ümmet-i Muhammed Allah’ın bütün emir ve yasaklarına uyacak olsa kalpleri sevgi ve kardeşlik duygularıyla birbirine ülfet edecektir.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede “Mü’minler ancak kardeştirler…” (Hucurat; 10) buyururken işte bunu ifade etmektedir.
Allah’ın dinine sımsıkı sarılan gerçek Müminler birbirlerinin sadık dostlarıdırlar. İçlerinden birine zulüm yapılsa diğerleri onun hakkını müdafaa etmeye koşarlar. Bir kısmının başına bir felaket gelse diğerlerinin hemen onların imdadına koşmaması mümkün değildir.
Bunun yanında bütün insanların Hz. Âdem aleyhisselamın çocukları olduğuna iman ettiğimiz için, hangi milletten olursa olsun her insan diğerinin uzak veya yakın akrabasıdır. Hele yakın akrabalar birbirine karşı daha fazla sorumluluk taşır.
Dinimiz komşu hakkı, akraba hakkı olarak da insanlara karşı mesuliyet taşımamızı emreder. Ancak bu bağların en kuvvetlisi din kardeşliği bağıdır. Yani komşu aynı zamanda müslüman ise hakkı iki kat fazladır. Akraba aynı zamanda din kardeşin ise sorumluluğun iki kattır.
“Kardeşinin Yardımına Koş!”
Dinimizin emrettiği kardeşlik bağı, kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyi gerektirir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah’a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.” (Müslim, İmare; 46)
Bir Müslüman kendisine nasıl davranılmasını isterse mümin kardeşine de öyle davranmalıdır. Esasen bize yapılmasını hoş karşılamadığımız bir şeyi başkasına yapmak vicdana da sığmaz. Peki düşünelim, biz zulme uğrasak, zor duruma düşsek, çoluk çocuğumuz perişan olsa ve müslüman kardeşlerimiz bunu hiç umursamayıp hayatlarına devam etseler bu hoşumuza gider mi? Gitmeyeceği ortadadır.
Demek ki müslüman kardeşimizin yardımına koşmak din kardeşliğinin gereğidir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem müminlerin birbirine sırt çevirmesinin, ilgiyi kesmesinin yasak olduğunu beyan etmiştir:
“Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terk etmesi helâl değildir.” (Buhari, Edeb; 57)
Müslüman’ın Müslüman’a düşmanca bir nazarla bakması, ilişkisini kesmesi, sırtını dönmesi dinen yasaktır.
Kardeşlik Kalbin Amelidir
İmanın bir hususiyeti, kalbe tesir etmesi ve kalbin bütün duygularını yönlendirmesidir. Bu sebeple Müslüman’ın sevgisi de, nefreti de, öfkesi de, hep Allah’ın rızasına uygun olmalıdır. Kalbin amelleri, amellerin en üstünüdür. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buna işaretle buyuruyor ki:
“Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir. ” (Ebû Dâvûd, Sünnet; 2)
Sevgi ve nefretin davranışlara akseden hali, ilgi kurmak veya ilgiyi kesmek şeklindedir. İnsan sevdiği ile ilişki kurar, buğzettiği yani hoşlanmadığı, iyi duygular hissetmediği kişiye sırt çevirir. Müslümanın din kardeşine sırt dönmesi, görüşmemesi, iletişimi kesmesi din kardeşliği bağını koparmak demektir.
Maddî mânevî ilişkileri koparmak, müslüman kardeşinin derdiyle ilgilenmemeyi beraberinde getirir. Din kardeşini yalnız bırakan, alakayı kesen onu düşmanına terk etmiş ve zorluklarla baş başa bırakmış olur. Bu sebeple dinimiz alakayı kesmeyi bile bir günah olarak tarif etmektedir.
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam Müslümanlar arasında bulunması gereken kardeşliği bize şöyle bildirmektedir:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezalim; 3)
Dinimizin emrettiği ahlak, müslümanlar arasında adaleti, iyiliği ve ihsanı emreder. Bunun için gerekli müesseselerin oluşturulması da Müslümanlara düşen bir görevdir.
Dinimizin emrettiği şekilde İslami ilimleri öğrenmek ve İslam’ı hayata tatbik etmek birçok anlaşmazlığın çözülmesini sağlayacaktır. Bunun yanında Allah’ın rızasını kazanmak için nefsi kötü duygulardan temizlemek ve din kardeşlerinin hatalarını bağışlamak da İslam’ın emrettiği birlik ve beraberliği sağlamanın yegâne yoludur.
Rabbimiz Ümmet-i Muhammed’i razı olduğu üstün nizama, yüksek ahlaka ve kardeşlik şuuruna eriştirsin. Âmin.