Hidayet Etmek Allah’a Aittir
GÖNÜL SOHBETLERİ
Seyda Muhammed Konyevî -ks-
Bunu bilmemiz lazım, insanların hidayete ermesinde, dünyada ve ahirette işlerinin düzelmesinde Fail-i hakikî Allah-u Zülcelâl’dir. Yani her işte hakiki kuvvet ve tesir sahibi, neticeyi Yaratan Allah-u Zülcelâl’dir.
Allah azze ve celle bir şeyi düzelttiği zaman hiç kimse bozamaz. Allah-u Zülcelâl bir şeyi düzeltmeyi nasip etmediği zaman da onu düzeltebilecek kimse yoktur.
Bizim de hidayetin Allah-u Zülcelâl’in elinde olduğuna inanmamız lazımdır. Her şey Allah’ın elindedir. Yalnız kula düşen üzerine düşen tedbiri almaktır.
Peygamber aleyhisselatu vesselamın yanına bir kişi gelmiş, “Ya Rasulallah, devemi bağlayayım da mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sormuştu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de ona, “Deveni bağla da öyle tevekkül et” buyurmuştur (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 60).
Fail-i hakikînin Allah-u Zülcelâl olduğunu bildikten sonra da sebeplere başvurmak lazımdır. Allah-u Zülcelâl’in nazargahı insanın kalbidir. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam buyuruyor ki:
“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9)
O zaman elimizden geldiği kadar kalplerimizin içinde Allah’ın razı olduğu şeyleri bulunduralım. En mühim olan, insana en çok yarayan şey, iman ve Allah-u Zülcelâl’in aşkıdır. İmandan sonra en çok Allah-u Zülcelâl’in aşkı insanları hem dünyada hem ahirette selamete kavuşturmuş oluyor.
Dünya geçicidir, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bakıyorsun, bitiyor. O bittikten sonra yeni bir hayat başlayacak ama o geçici değil, hiç bitmeyecek olan ebedî hayattır. O hayatta eğer Allah-u Zülcelâl senden razı olursa, sana güzel mükafatlar verirse, o çok güzel bir hayattır.
Bu geçici olan dünya hayatında ise ne kadar zengin olursan ne kadar arzu ettiğin şeylere sahip olursan da geçici olduğu için bir işe yaramıyor. Onun için, ilk önce her şeyin Allah’ın elinde olduğunu ve bizim hidayetimize vesile olacak sebeplerin de yine Allah’ın takdirine bağlı olduğunu bilelim.
İlk önce kalbimizde, Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazandıracak sebeplerin niyetini bulundurmamız lazım. Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığı zaman görsün ki, “Benim kulum, Benim rızamı istiyor. Benim rızamı her şeyden üstün tutuyor.” O zaman Allah-u Zülcelâl de bize rızasını nasip edecek inşallah.
İmandan tut, en ufak bir sâlih amele kadar her şeyi Allah-u Zülcelâl nasip ediyor. İşte onun için tevbenin nasip olmasının şükrünü eda etmeniz lazım. Allah’a şükredin ki, Allah size önce iman sonra tevbe nasip etti.
Bazıları da şimdi kötü yerlerdedir. Çünkü Allah-u Zülcelâl onların niyetine göre muamele ediyor. Onlar onu istiyorlar, siz de bunu istediğiniz için bunu veriyor Allah celle celâluhû. Öyleyse Allah’tan hayır isteyelim, çünkü bütün hayır hazinelerinin anahtarları Allah-u Zülcelâl’in elindedir.
Samimi Tevbe Edelim
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“O gün herkes, iyilik ve kötülük olarak ne yaptıysa onu karşısında bulur. Yaptığı kötülükle kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizin Kendisine karşı gelmekten sakınmanızı ister. Allah, kullarına karşı Çok Şefkatli’dir.” (Al-i İmran, 30)
Yani insan, bu dünyada iyi veya kötü ne yaparsa ahirette onu hazır olarak bulacak. Kim kötülük yapmışsa o kötülüğü görünce, “Keşke benimle bunun arasında çok uzak mesafe olsaydı, bunu görmeseydim,” diyecek. Onun için Allah’ın bize merhameti olan bu tevbe için çok şükredelim.
Eğer bir günah işlediysek onun için tevbe ettiğimiz zaman onu kıyamet gününde böyle karşımızda görmeyeceğiz inşallah. Onu yazan omzumuzdaki melekler var ya, Allah-u Zülcelâl tevbemizi kabul ettiği zaman onlara dahi günahımızı unutturacak. Sadece Allah-u Zülcelâl bilecek, Allah da kimseye göstermeyecek. Melekler yazdığı hâlde, Allah-u Zülcelâl onlara unutturacaktır. İşte tevbe böyle sevaptır ve Allah’ın razı olduğu bir harekettir.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor; “Şüphe yok ki Allah, tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
Öyleyse hakiki tevbe edelim Allah-u Zülcelâl’e karşı. Tevbe ettiğimiz zaman, hakiki bir tevbe, samimi bir tevbe, aşk ve muhabbetle tevbe etmek lazımdır.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“İşte (o gün) kimin mizanı (iyilikleri) ağır gelirse, işte o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacak.”(Karia, 6,7)
Ne mutlu, kimin hayır terazisi ağır olursa, o hoşnut ve razı olacağı bir hayat içinde olacaktır. Yani ne isterse Allah verecektir. Tabi, sevaplar ağır olduğu zaman.
O zaman günahlarımıza tevbe edelim, nefsimize mağlup olup bir günah işlediğimiz zaman tevbe edelim. Eğer günahlarımıza tevbe edersek onlar silinecek, o zaman iyilikler ağır gelecek tabiî. Onun için tevbe, tevbe…
Yani tevbe Allah-u Zülcelâl’in imandan sonra en büyük nimetidir. Onun için diyorum, sade kendiniz için değil, arkadaşlarınıza da anlatın, tevbeyi…
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Fakat kimin de mizanı (iyilikleri) hafif gelirse, onun yeri “Haviye”dir. Nedir o (Hâviye) bilir misin? O dağlayan, kızgın ateştir!”(Karia, 8-11)
Bak, Allah-u Zülcelâl buyuruyor, “çok hararetli ateş.” Bakın herhangi bir insan, bir melek demiyor, Allah-u Zülcelâl buyuruyor “çok hararetli,” diye. Neuzubillah, Allah o ateşten bütün müminleri muhafaza etsin. Onun için, bu kısa zamanda düşünmemiz lazım ki, öldükten sonra bir pişmanlık ve keder içinde olmayalım.
Tevbe edelim, tevbe günahları siliyor. Tıpkı çocukların silgisi gibi, çocukların silgisi nasıl ki yanlış bir yazı olduğu zaman siliyor, yok ediyor, onun gibi tevbe de günahları yok ediyor.
Peki bu teraziyi ağır eden şeyler nedir? Sevapları teraziye koyduğu zaman ağır gelmesi için lazım olan şey nedir?
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“İki kelime vardır ki lisanda hafif, mîzanda da ağırdırlar ve Allah Teâlâ’ya sevgilidirler. Bunlar:
سُبْحَانَ اللَّهِ وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللَّهِ العَظِيمِ
‘Sübhanallahi ve bi hamdihi, sübhanallahil azim,’ kelimeleridir.
Manası: Allah’ı hamd ile tesbîh ederim, büyük Allah’ı tesbîh ederim.” (Buhârî, Deavât, 65)
Yolda giderken, otobüste, tesbihini eline alırsın, çekersin. Çok kolay, çok rahat şeyler var, bunları yaparak zamanımızı çok güzel değerlendirebiliyoruz, sevap kazanabiliyoruz. Ama bu dünya manzarasına dalmamız yüzünden gafletle vaktimiz geçiyor, bir şey yapamıyoruz.
Nefsimizi Hesaba Çekelim
Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak isteyen bir şahıs, şöyle yapmalıdır; günde belli bir saati olacak onda kendi nefsiyle hesap görecek. Bahusus, ikindi namazından sonra… “Sabah kalktık, ikindi namazına kadar Allah için ne amel yaptık?” diye, bir hesap görmemiz lazım.
Eğer sâlih amel yapmış isek, “Elhamdülillah ya Rabbi, Sen bana kuvvet verdin. Sen bana nasip ettin,” diye Allah’a hamd ile şükredelim.
Eğer sâlih bir amel yapmamışsak, boş yere zaman geçirmişsek ve hele de bir hata, kusur işlemişsek, “Ya Rabbi, pişmanım, bir daha böyle yapmayacağım,” diyerek tevbe edelim.
Bu şekilde hesabımızı gördüğümüz zaman kıyamet gününde hesabımız hafif olacak, inşallah. Çünkü hesabını gören bir şahsa kıyamet gününde Allah-u Zülcelâl de yardımcı olacak, onun hesabını hafif geçirecektir. Ama eğer hiç nefsini hesaba çekmeyip, önüne ne gelirse yaparsa o zaman kıyamet gününde hesabı şiddetli olacaktır.
Hulasa olarak böyle bilelim, eğer sen bilmek istersen, “Allah’ın yanında makamım nedir?” diye; -ki mümin olarak düşünmemiz lazımdır- o zaman şuna bak, Allah seni nasıl kullanıyor? Ona bak…
Allah seni hangi işlerde vazifelendiriyor, kullanıyorsa Allah’ın katındaki değerin de ona göredir. Eğer sen devamlı olarak namazına dikkat ediyorsun, Allah’ın dininin kuvvetli olması için hizmet ediyorsun, o zaman Allah seni iyi işlerde kullanıyordur, senin Allah’ın katında bir yerin vardır.
Eğer neuzubillah, hep gafletle, vaktini yaramaz şeylerle geçiriyorsan, o zaman Allah seni kendi haline terk etmiş, senin halinden razı değil, demektir. Hepimiz kendi durumumuzun ne şekilde olduğunu anlayabiliriz.
Eğer baktın ki, sen Allah’ın ibadetini, Allah’ın hizmetini, Allah’ın istediği şekilde yapmıyorsan o zaman Allah’tan iste, Allah cömerttir, bütün hayır hazineleri onun elindedir, iste sana verecektir. Ben inanıyorum buna…
“Bana dua edin, icabet edeyim,” (Mümin, 60) buyuruyor Allah-u Zülcelâl. Böyle olduğu için isteyelim ondan. Bunu istemezsek neyi isteyeceğiz? Allah’ın rızasını istemezsek neyi isteyeceğiz? Çünkü dedim ya her şeyden daha üstündür, her şeyden daha kıymetlidir. Bütün dünya senin olsa da bir gün gözünü kapatacaksın ve seni toprağın altına koyacaklar. Hepsi dünyada kalacak…
Ama Allah’ın rızası seninle beraber olursa, dünya da senindir, ahiret de senindir, her şey senindir. Onun için Allah’ın rızasını isteyelim. Bizim isteğimiz, Allah rızası olsun inşallah.
Bilelim ki, Allah-u Zülcelâl’in emirlerine muhalefet etmek, günah işlemek, Allah yolunun üzerinde çok derin engellerdir. Onlardan geçmek mümkün değildir. Ama günahtan sonra tevbe, o engelleri ortadan kaldıracak olan sebeptir. Tevbe ettiğin zaman Allah yolundaki o engelleri kaldırmış oluyorsun.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Mümin, günahını her an üzerine düşmesinden korktuğu bir dağ gibi görür. Münafık ise günahını, burnuna konmuş -ufak bir hareketle uçacak- sinek gibi küçük ve basit görür.” (Buhari, Daavat, 3)
Mümin ile münafık birbirinden nasıl ayrıldı değil mi? Eğer günahını basit görüyorsa mümin sıfatı olmuyor.
Vakit Kılıç Gibidir
Vakit bir kılıç gibi daima sahibini kesiyor, yok ediyor. Eğer günahlarla geçirirse, vakti onun için azaptır. Eğer hayırla geçerse onun için rahmettir.
Allah-u Zülcelâl’in rahmet kapıları daima açıktır. Daima o rahmet kapılarından Allah’a doğru gidelim. Ama bazı insanlar, o rahmet kapılarına kilit vurup kendi önünde kapatıyor.
Neyle? Günahlarla, gafletle, daima Allah’a karşı isyan yapıyor, Allah’ın merhamet kapılarını kendi önünde kapatıyor, neuzubillah.
Halbuki Allah’ın rahmet kapılarının hepsi açıktır, her mümine açıktır. O kapılardan Allah’ın rahmetine giderse, Allah ona rızasını verir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de demiş;
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”
“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de,
“Evet ben de; eğer Rabbim beni denize daldırır gibi rahmetine daldırmış olmasa ben de kendimi kurtaramam.” (Buharî, Rikak,18; Müslim, Münafikîn, 71-73)
Onun için, Allah’ın rahmetine kendimizi müstahak edelim. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz, Allah’ın rahmeti muhsinlere, (iyilik ve ihsan sahiplerine) çok yakındır.” (Araf, 56)
İşte biz de ihsan sahibi olursak, Allah’ın rahmetine kendimizi layık hâle getiririz. Benim tavsiyem size daima bu manzarayı çoğaltın. Camide, sohbet dinlemek için toplanın.
Dünya günah denizi gibi olmuş, denize gir de ıslanma bakalım. Ondan sonra tek kurtuluş çaremiz tevbedir.
Dedim ya, Allah kalplere bakıyor, kalpte hangi şeyin hırsı var?
Bir dünya hırsı vardır bir de Allah’ın muhabbetine hırs vardır. Allah-u Zülcelâl’in imanına, rızasına, muhabbetine hırsımız olsun. Kalbimizde dünya hırsı değil, keyf-ü sefa hırsı değil Allah’ın razı olacağı şeylerin hırsı olsun.
Bazı evliyalar, Allah’ın yolunda eğer bir ateş denizi olsa Allah’ın muhabbeti için o ateş denizine de dalardı.
Ayetlerin, en çok insanın hoşuna gidecek olanı şudur:
“Bu, Allah’ın, inananların Mevla’sı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların Mevla’sı yoktur.” (Muhammed, 11)
O zaman mümin sıfatını kazanalım, Allah bizim Mevla’mız olacaktır. Bak, bir ailenin reisi ailesini, evlatlarını koruyor, besliyor, onlar için elinden geleni yapıyor. İşte biz mümin olursak, Allah bize sahip çıkacaktır, Mevla’mız olacaktır. Bak ayet-i kerimenin devamında, “Kâfirlerin Mevla’sı yoktur,” diyor.
Hz. İsa aleyhisselama sormuşlar,
“Ey Allah’ın nebisi, insanların en üstünü kimdir?”
İki avucuna toprak alıp sormuş:
“Bunların hangisi efdaldir?”
“İkisi de aynıdır,” demişler.
“O zaman insanlardan da hiçbiri diğerinden üstün değildir, ancak kim Allah’a karşı takvalı ise o üstündür.”
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” (Hucurat, 13)
Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.”(Beyhakî, Şuabü’l-İman)
Müminin niyeti daha hayırlıdır, çünkü ona riya girmez. Belki amele riya girebilir ama niyeti Allah’tan başka kimse bilmez.
Başta da söylediğimiz gibi, Allah-u Zülcelâl bu dünyayı isterse düzeltir, isterse düzeltmez. Bizim kalbimize bakıyor, Allah azze ve celle. Eğer biz Allah’ın rızasını istersek, Allah’ın isteklerini yerine getirirsek Allah-u Zülcelâl de bize ihtiyaçlarımızı verecek.
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. O bizi kendi nefsimize bırakmasın, nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.