GÖNÜL SOHBETLERİ / Allah’a Karşı Gafil Olmak Hatadır
GÖNÜL SOHBETLERİ
Allah’a Karşı Gafil Olmak Hatadır
Seyda Muhammed Konyevî -ks-
Bunu hepimiz bilmemiz lazımdır, yeryüzünde insanlar ve cinler ne yaparlarsa, hepsini kendisi için yapmış olurlar. Ne ibadetimizle Allah’a bir menfaat veriyoruz ne de hatalarımızla bir zarar veriyoruz. Hepsini kendimiz için yapıyoruz.
Günah yaparsak vebal bizim üzerimizdedir, ibadet, tâat yaparsak menfaati gene bizedir. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Her kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlere muhtaç değildir.” (Ankebut, 6)
Yani kim nefsiyle mücahede yaparsa, Allah için zikir, ibadet tâat yaparsa kendisi içindir buyuruyor Allah azze ve celle. Başka bir ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor:
“Kim sâlih bir amel işlerse kendi iyiliğine, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine işlemiş olur.” (Casiye, 15)
Allah-u Zülcelâl alemden müstağnidir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
“İman edip sâlih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Ankebut, 7)
Kim Allah’a iman ederek zikir, ibadet tâat yaparsa onun hatalarını affedeceğiz, amel-i sâlihleri o hatalara kefaret olacak diye beyan ediyor Allah azze ve celle.
Fakat Allah için ibadet yaptığımız zaman sadece Allah için olsun. Onda gösteriş olmasın. Amel ihlaslı olursa az olsa da Allah’ın yanında çok kıymetli olur.
Çünkü bir şey yaptığımız zaman, “Bu amel-i sâlihi yaptım, bu günahtan kendimi muhafaza ettim. Ama bu alemi tasarruf eden kimdir? O Allah’tır azze ve celle,” diye düşündüğümüz zaman o insana menfaat verir. Allah’tan gafil bir şekilde yapılan amel menfaat vermez.
Bir kişiye iyilik yaptığımız zaman gene Allah için yapalım. O kişi için yapmayalım. Çünkü o zaman ihlaslı olmaz. Allah için yapalım. Allah için yapınca o iyilik de tâat sayılır.
Eğer insan derin olarak düşünürse Allah’ın yoluna uymanın insan için ne kadar menfaatli olduğuna hayran kalır. Herkes Allah’ın yoluna uysa yeryüzü cennet olur.
Herkes Allah-u Zülcelâl’in istediği şekilde davransa bu dünya cennet gibi olur. Allah için ve Allah’ın yolu böyledir işte. Çünkü Allah’ın emir ve nehiyleri, İslam ahlakı, insanlar için dünyada çok menfaatlidir. Yani insan bunlara tam uymaya güç yetirirse dünya ve ahiret, her ikisi de insan için cennet olur.
Öyleyse ilk önce Allah-u Zülcelâl’e karşı tevbe edelim. Çünkü Peygamber aleyhisselatu vesselam dahi günde bir rivayete göre yetmiş kere, bir rivayete göre ise ben yüz kere tevbe ediyorum, demiştir.
Abdullah ibn-i Ömer radıyallahu anhuma demiştir ki;
Resulullah’ın bir mecliste, yüz kez şöyle istiğfar ettiğini saydık:
“Rabbiğfirli ve tüb aleyye inneke entettevvebül ğafûr”
Meali: “Rabbim, beni bağışla; tevbemi kabul buyur. Kuşkusuz sen tevbeleri çokça kabul buyuran ve günahları çokça bağışlayansın.” (Ebu Davud, Vitir, 26)
Peygamber aleyhisselatu vesselam böyleydi işte. Böyle olduğu için onun mutabaatını yapalım, kendimize örnek alıp yoluna uyalım.
Gafletten Tevbe Edelim
Daima Allah’a yalvaralım. Gafletimiz için de Allah’a tevbe edelim. Çünkü Allah’a karşı gafil kalmak da doğru bir şey değildir. Nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. O bizimle olduğu halde bizim gafil kalmamız doğru bir şey değildir. Onun için her gafil kalışımızdan tevbe edelim ve ona karşı tevbekar kullar olalım.
Allah azze ve celle gece kudret elini açıyor, gündüz günah yapanlar için, gündüz elini açıyor gece günah yapanlar için. İstiyor Allah-u Zülcelâl, “Tevbe edin sizi affedeyim,” diyor. Böyle olduğu için Allah’ın sevdiği şeye, tevbeye daima gayret gösterelim.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
Allah-u Zülcelâl tevbe edenleri sever ve tevbe ile günahın pisliğini temizleyenleri sever. Kendisi buyuruyor böyle.
Sen tevbe ettiğin zaman dost oluyorsun Allah’a… Allah’a dost olursan, azab etmez sana. Dost dostuna zarar vermez. Onun için elimizden geldiği kadar hem kendimiz tevbenin kıymetini bilelim, daima tevbemizin üzerinde duralım hem de nerede oturursak insanlara tevbeyi anlatalım.
Çünkü Allah’ın sevdiği bir şeyi anlatmış oluyoruz. Biz Allah’ın sevdiği bir şeyi anlatınca Allah da bizi sevecektir, inşallah.
Şunu da bilelim, Allah-u Zülcelâl daima zahiri ve batını hallerimize, kalbimizden geçenlere muttalidir, haberdardır. Zahiri azalarımızı herkesin gördüğü gibi Allah-u Zülcelâl de görüyor. Bunun yanında Allah azze ve celle içimizi de görüyor.
Allah’a Taraftar Olalım
Allah-u Zülcelâl içimize baktığı zaman, ki bakıyor zaten, içimizde şunu görsün: Allah’a taraftar olalım. Allah’ın istediği şeyleri içimizde bulunduralım. Allah-u Zülcelâl’in istediği şeyleri yapmak için azimli olalım, kast edelim onlara, niyetli olalım onlara… Eğer bu niyetimizi tam yapmaya güç yetiremezsek de, Allah bizi bırakmaz. Allah kendi kuvvetiyle bize nasip edecek inşallah. Yeter ki kalbimize baktığı zaman kalbimizde Allah-u Zülcelâl’e ibadet yapmak için çok azim, kuvvetli bir niyet ve istek görsün.
Allah’ın rızasını kazanmak için azimli bir istek görürse, “Benim kulum zayıf olduğu halde Bana kulluk etmek için kalbinde böyle bir niyet vardır,” diyecektir.
Bir ayet-i kerimede buyuruyor ki Allah azze ve celle:
“Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.” (Nisa, 28)
Allah-u Zülcelâl böyle söylüyor. Allah kendisi bizi yaratmıştır. Öyleyse biz kalbimizle niyetli olalım, elimizden gelmese de Allah bize kendi kuvvetiyle nasip edecektir, inşallah.
İnsanlarda bulunan kalpler üç hal üzeredir:
Ölü kalpler: Kâfirlerin kalpleridir.
Hasta kalpler: Günahkâr Müslümanların kalpleri.
Sağlam ve diri kalpler: Salih müminlerin kalbi.
Allah-u Zülcelâl’e karşı daima halis ibadet yapanın kalbi, sağlamdır, diridir. Günahkâr ve gafil müminlerin kalbi ise hastadır. İnsan çok ibadet ve zikir yaparsa onun kalbi sıhhatine kavuşur, sağlam olur.
Elhamdülillah müslümanız ama kalbimiz hastadır. Onun için tevbe ettikten sonra da elimizden geldiği kadar ibadetle, zikirle kalbimizi kuvvetlendirelim inşallah.
Velhasıl, kalbimizin hastalıklarını Allah’ın razı olduğu amelleri yaparak tedavi edelim. Kalbimizin içinde daima Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine itaat, Allah için sevmek ve buğz etmek, yemek yerken Allah’a kulluğa güç kazanma niyetiyle yemek yemek, uyurken Allah’a ibadete kuvvet olsun diye uyumak niyeti bulunsun. O zaman inşallah sağlam bir kalp sahibi olacağız. Yeryüzünde Allah’ın ibadetini yapan sağlam bir mümin olacağız. Başka mümin kardeşlerimize de menfaatli olacağız.
Kalbimizi Islah Edelim
Kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e karşı ıslah edelim. Kalbimizde daima Allah’ın razı olacağı halleri bulunduralım. Kalbimiz ve sırrımız böyle ıslah olduğu zaman azalarımız da daima hayırla meşgul olacaktır.
Çünkü zahiri azalar, kalbin hareketiyle oluyor. Kalbimiz ne kadar hareketli olursa, Allah’ı severse, o kadar zahiri azalarımızı çalıştırıyor, hayra götürüyor.
Kalp bozulduğu zaman da bütün azalar onun arkasından gidiyor. Onun için elimizden geldiği kadar diyelim, “Ya Rabbi, bu senin mahlukundur, Sen onu yaratmışsın, bunu ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle diyerek kalbimizi Allah’a teslim edelim, Allah her şeye kadirdir. Onu ıslah etmesi, Allah’ın yanında hiçbir şey değildir.
Allah-u Zülcelâl bir şeye ol dedi mi, oluverir. Onun için Allah’tan isteyelim. Allah’a yalvaralım ve hatta diyelim ki, “Ya Rabbi seni seviyorum, Sen’den başka hiçbir şey istemiyorum, ama elimden Sana tam kulluk etmek gelmiyor. Sen beni ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle daima yalvaralım. Çünkü insanın sermayesi kalbidir ve ömrüdür. Kalp ve zaman… Zaman geçtiği zaman senin sermayen bitiyor, bir de kalp öldüğü, bir şey hissetmez hale geldiği zaman bu ikisi bitiyor.
Her zaman diyorum, bir kişi dilenciler gibi kapı kapı dolaşıyor: “Bana merhamet edin! Ben sermayemi kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar: “Senin sermayen neydi? Ne kaybettin?” “Benim bir kalbim vardı, Allah içindi, içinde Allah sevgisi vardı onu kaybettim!” diyordu.
Ne kadar güzel düşünmüştü. İnsan dünyada iflas ederse kaybettiği malı gene geri gelebilir. Ama ahirette iflas ederse, bir daha amel yapma imkanı geri gelmez. Onun için ahirete düşkün olalım, ahiret için salih amel yapalım, Allah’a yalvaralım, Allah da bize verecektir inşallah.
Bizim imanımız var elhamdülillah. Ahirete hazırlık için bunları yapmamız gerekiyor, buna iman ediyoruz. Biz dünyanın zahirini böyle cansız gibi görürüz, halbuki maneviyat bakımından öyle değildir. İnsanoğlunun Allah’a asi gelmesi sebebiyle mahlukat rahatsız olmaktadır.
Allah’ın Dostu Olmak İçin
Allah, Allah azze ve celle… Allah’tan başka kim aziz ve üstün olmak istiyorsa o zelil olacak.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“…Allah, kimi alçaltırsa ona şeref kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (Hacc, 18)
Yani Allah-u Zülcelâl ancak kuluna ikram eder veya hor hakir yapar. Diyor ki, “Yalnız Ben insanı yükseltirim veya aşağı düşürürüm!” öyle diyor Allah azze ve celle…
Her şeyin melcei, sığınağı Allah-u Zülcelâl’dir. Kendimizi Allah’a dost yapalım, kendimizi Allah-u Zülcelâl’e bağlayalım, her şey O’nun elindedir. Dünya da, ahiret de, kabir de, mahşer de O’nundur.
Eğer Allah-u Zülcelâl’in yanında kıymetin yüksek olursa, Allah-u Zülcelâl sana kulluğunu nasip eder, seni hayırlarda kullanır. Eğer bize tevbe nasip olduysa, Allah’ın evine misafir olduysak bu sadece Allah’ın lutfudur. Bunu kendimizden bilmeyelim. Allah’a hamd edelim, şükredelim. Demek ki Allah-u Zülcelâl bizi iyi kişilerden seçmiştir. Allah-u Zülcelâl size ilham etmese siz gelemezdiniz buraya.
Ataullah İskenderi hazretleri şöyle demiştir:
“Allah katında değer ve kıymetini öğrenmek istiyorsan seni hangi işte çalıştırdığına, seni hangi halde bulundurduğuna bak.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de buyuruyor ki:
“Allah katındaki hissesini öğrenmek isteyen kimse, Allah’ın kendisinin yanındaki hissesine baksın.” (Suyuti, Camius Sağir 6/49, Hadîs No: 8386)
Eğer senin yanında Allah’ın sevapları kıymetli ise, ona rağbetin varsa, senin de Allah’ın katında kıymetin var demektir.
Allah-u Zülcelâl’in bize ibadetini nasip etmesi, bu camiye gelmeyi, bu tevbeyi nasip etmesi bize mükafat olarak yeter. Bakın, bunları size vermeyi, siz annenizin karnındayken takdir etmiştir.
Senin rızkını, senin imanını, senin amelini, her şeyi Allah-u Zülcelâl takdir etmiştir. Öyleyse bunlara şükretmemiz gerekir. Melaike anne rahmindeyken geliyor, “Ya Rabbi, senin bu kulunu şaki mi, said mi, yani cehennemlik mi yoksa cennetlik mi yazayım ya Rabbi?” diye soruyor.
O sırada daha sen ne amel yapmışsın, ne dua etmişsin, ne bir şey… Yalnız Allah nasip etmiş bize bunu… Elhamdülillah, Allah’a şükrederiz ki, ta o zamandan beri Allah bizi mümin olarak yaratmış.
Allah-u Zülcelâl hepimize tevbeyi nasip eylesin, bizi rahmetiyle şefkatiyle muamele etsin, bizi nefisimize teslim etmesin. Amin