GÖNÜL SOHBETLERİ / Allah-u Zülcelâl Bizi Severse Bütün Hayırları Verir

  • 06 Mart 2024
  • 269 kez görüntülendi.
GÖNÜL SOHBETLERİ / Allah-u Zülcelâl Bizi Severse Bütün Hayırları Verir
REKLAM ALANI

GÖNÜL SOHBETLERİ
Allah-u Zülcelâl Bizi Severse Bütün Hayırları Verir
Seyda Muhammed Konyevî -ks-

Bütün kâinat Allah-u Zülcelâl’in tasarrufatı altındadır, Allah her şeyi idare etmektedir. İnsanın vücudundaki, gerek zahiri olan, maddi vücudu gerek manevi yönü Allah’ın kudreti ve iradesi altındadır.
Bütün zahiri azalarımızı nasıl ki Allah tasarrufatı altında idare ediyorsa ruhumuzu, kalbimizde olan duygu ve düşünceleri de Allah-u Zülcelâl idaresi altında tutuyor, tasarrufat ediyor. Bununla birlikte insan nasıl davranmayı tercih ve niyet ederse Allah-u Zülcelâl de ona o tercihine göre haller veriyor.
İnsan eğer iman etmeyi tercih ederse, Allah-u Zülcelâl’e güzel ibadet etmeye niyet ederse, Allah-u Zülcelâl de ona kendi sevgisini, kıyamet gününde cennet-i âlânın nimetlerini ve kendi rızasını ona nasip ediyor.
İman etmeyi ve amel-i sâlih yapmayı tercih etmezse o zaman da Allah-u Zülcelâl ona gazab edeceğini bize Peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir ve kıyamet gününde de ona cehennem azabı vardır. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“İman edip de sâlih amellerde bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem; 96)
Yani Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki, muhakkak ki, iman eden ve sâlih amel işleyenlerde Allah bir sevgi yaratacaktır hem Allah onları sevecek hem de onlar Allah’ı sevecekler buyuruyor; Allah azze ve celle. İşte iman etmenin ve sâlih amel yapmanın mükâfatı böyledir.
Bu da hepimiz biliyoruz ki Allah’ın taksimatıdır. Allah-u Zülcelâl bize amel sâlih yapmayı ilham ettiği zaman yapabiliyoruz, o ilhamı vermediği zaman da yapamıyoruz.
Allah-u Zülcelâl bir kişiyi sevince ona bütün hayırları süratle veriyor. Eğer o kişi amelini kalple yapıyorsa, sadece zahiri azalarla değil çünkü zahiri azalarla riya da olabiliyor, ama ihlasla, kalbinde samimi niyetle sırf Allah için yapıyorsa, “Allahım senin için yapıyorum,” diyerek yapıyorsa, Allah’ın katındaki bütün hayırlar, ama sayılamayacak kadar hayırlar ona verilir. Bunun yanında insanların kalplerinde de ona karşı sevgi yaratılıyor.
Allah-u Zülcelâl Arş-ı âlâda kullarına bakıyor, bâhusus kalplerine bakıyor. Baktığı zaman, kulunun niyeti Allah için ise o zaman bütün yarattığı kullarına o kulunu sevdiriyor.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil aleyhisselama:
– Ben filanı seviyorum onu sen de sev! diye emreder. Cebrâil aleyhisselam onu sever ve sonra gök halkına:
– Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah-u Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil aleyhisselama:
– Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme! diye emreder. Cebrâil aleyhisselam de onu sevmez. Sonra Cebrâil aleyhisselam gök halkına:
– Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekiler de o kimseyi sevmezler.” (Müslim, Birr, 157)
Buna kesin inanalım, Allah-u Zülcelâl bir şeyin olmasını dilerse ona “ol” der ve o oluveriyor. Onun için her şey kolaydır. Biz, “Nasıl olacak, şöyle mi olacak, böyle mi olacak?” diye şüphe etmeyelim. Allah’ın kudreti için her şey mümkündür. Bitti. Allah’ın kudreti böyledir. Onun için Allah’ı razı edelim. Allah’ı razı ettiğimiz zaman her şey kolay olacaktır.
Uzun Emellere Aldanmayalım
Bakmayın nefsin uzun emellerine… İnsanın bir emeli var, bir de eceli vardır. Emel, sanki beş yüz sene, bin sene yaşayacakmış gibi uzun uzun arzular, istekler beslemektir. “Daha ben bina yapacağım, şunu yapacağım, bunu yapacağım” diye nefis sürekli dünya isteklerini gözünün önüne getiriyor. Bir de eceli vardır, onu Allah bilir tabi ki.
Bir insan, ecelinin ona doğru nasıl süratle geldiğini görseydi, gün gün, saat saat, nasıl yaklaşıp gelmekte olduğunu görseydi, ondan gafil olmasaydı o zaman emeline şiddetle buğzedecekti. Diyecekti ki, “Ey nefsim, bak ecelim hızla yaklaşıyor, ahirete hazırlanmak için zamanım azalıyor ama sen hala benim önüme emel getiriyorsun.” Böyle kızacaktı nefsine. Ama gaflet yüzünden ecelimizin gelişini görmüyoruz, bilmiyoruz, halbuki çoğumuzun kefeni dükkânda hazırdır, Allah o kefeni nasip etmiş ona, ama o nice emeller besliyor. İşte böyledir durumumuz. Buna dikkat etmemiz lazımdır.
İnsan, az çok Allah onu kulluğa kabul etmiş mi, etmemiş mi bilebilir. Cüneyd- i Bağdadi, Sırri Sakati’nin -rahmetullahi aleyhim ecmeiyn- yanına gidiyor. Sırri ona diyor ki,
– Bugün çok mahcup oldum. Cüneyd sordu:
– Niye?
– Bugün camideydim, bir genç önüme geçti ve bana sordu: “İnsan Allah’ın onu kulu olarak kabul edip etmediğini bilir mi?” Ben de ona “Hayır, Allah bilir. Kul nereden bilsin, Allah onu kabul etti mi etmedi mi?” dedim. Genç bana “Hayır bilir,” diye cevap verdi. “Nasıl bilir?” dedim. Şöyle cevap verdim. “Eğer Allah onu günahlardan ve gafletten muhafaza ediyor ve ona sâlih ameller nasip ediyorsa onu kabul etmiş demektir.” Dedi.
Hani biz diyoruz, “Ben filanca makama başvurdum, beni kabul etmediler, benimle görüşmediler. Kapıyı açmadılar veya kapıdan savuşturdular, vesaire…” Aynı bunun gibi… İnsan bir kapıda kabul edilip edilmediğini biliyor.
Eğer bize iman etmek, sâlih ameller işlemek, günahlardan sakınmak, bir günah işlediği zaman da hemen tevbe edip, Allah’tan özür dilemek nasip ediliyorsa demek ki Allah-u Zülcelâl bize kapısını açmıştır. Bizimle görüşmek istedi ve bizi kabul etti. Ama gafletle, önümüze ne gelirse, sanki ahiret yokmuş gibi davranıyorsa demek ki Allah onu kabul etmemiştir.
İslam dininde çok ameller vardır. Bu ameller içinde hangisi Allah katında en makbuldür? Ashab-ı kiram, Peygamber aleyhisselatu vesselama bunu sormuştur:
– Ya Rasûlallah, Müslüman için en hayırlı amel nedir? Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de:
– Yemek yedirmen ve tanıdık tanımadık herkese selam vermendir.” Diye cevap vermiştir. (Buhârî, İman 6, 20; Müslim, İman 63)
İnsanlara yemek yedirmen, çay ikram etmen, elinden gelen neyse onu ikram etmen ve onlara selam vermen, güler yüzlü olman… Çünkü bu ameller insanlara menfaat veriyor. İnsanlara selam verince onlara dua etmiş oluyor, iyiliğini istiyor.
Din Nasihattir
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– Din nasihattir, buyurdu. Ashab-ı kiram sordu:
– Kimin için nasihattir? Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
– Allah için, Kitabı için, Resulü için, mü’minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattir, buyurdu. (Müslim, İman 95)
Biz nasihat deyince, vaaz, öğüt anlıyoruz, sadece öyle değil. Allah’a nasıl nasihat edeceksin? Vaaz veremezsin O’na… Manası şudur: Allah’a şüphesiz bir şekilde iman etmek, O’na samimiyetle itaat etmek, emirlerini yerine getirmek, nehiylerinden sakınmaktır. Kitabına nasihat, onu çok okumak, ilgini kesmemek, içindeki ahkâm ile amel etmektir.
Resulüne nasihat, ona mutabaat etmek, farz amellerden sonra onun sünnetlerine uymak, onun ahlakıyla ahlaklanmaktır.
İnsanlara nasihat etmek de çok mühimdir. Bu ameller çoktur. İnsanlara emr-i maruf nehyi münker yapıp nasihat etmek, bunu güzel bir üslupla yapmak, onlara iyilik yapmak…
İnsanlarla güzel ahlak ile geçinmek çok mühimdir, İslam’da çok yeri vardır. Allah rahmeti herhangi bir kişiden aldığı zaman o şaki bir insan demektir. Şaki, cehennemlik demektir neuzubillah.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı.” (Müslim, Birr 151)
Neden? Çünkü Allah’ın mahlûkatına merhamet yapmadı. Allah’ın mahlûkuna merhamet etmediği için Allah-u Zülcelâl onu cehennemlik kıldı.
Hulasa ne mutlu o kişiye ki kalbini Rabbine bağlamıştır. Çünkü dünya ve ahirette bütün menfaatlerin membaı Allah-u Zülcelâl’in katındaki sevaplardır. Allah’ın rızasından daha iyi bir şey insan için yoktur. Bütün kâinat O’nundur. Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazandığımız zaman her şey bizi sevecek. Kabrimiz de bizi sevecek. “Ehlen ve sehlen, hoş geldin sen bana,” diyecek.
Allah’ı razı ettiği zaman ateş İbrahim’e serin ve selametli olmuştur. Hatta Hz. İbrahim aleyhisselam demiştir ki, “Dünyada en iyi vakit geçirdiğim zaman ateşin içinde geçirdiğim müddettir,” demiştir. Orası bahçe oldu ona, cennet oldu. İşte Allah’ı razı etmek böyledir. Elimizden geldiği kadar onun hizmetinde bulunalım.
Şu hususa çok dikkat edelim. Hepiniz bir yerden geldiniz. Kiminiz şu şehirden geldiniz, kiminiz bu şehirden geldiniz. Geldiğiniz o yerde Allah’ın yolundan habersiz nice kişiler var. Allah onlara nasip etmedi, size nasip etti. Bunun kıymetini bilmek lazımdır. Bahusus gençler, Allah’ın bu lütfunun kıymetini bilip ona göre davranmak lazımdır.
Çünkü Allah-u Zülcelâl ilk önce bir kulunu seviyor, sonra ona tevbeyi nasip ediyor. Çünkü bakıyor kalbine onda bir şey görüyor.
Bir zamanlar bir hırsız, bir yandan hırsızlık yapıyordu ama bir yandan da oruçlu idi. Bir kişi ona dedi:
“Allah razı olsun, sen bu kötü işi yapıyorsun, bir de oruçlusun.” O da dedi ki:
“Ben Allah-u Zülcelâl ile aramda bir kapı açık bırakmak istiyorum. Belki bana merhamet eder.”
Ondan sonra bir müddet geçtikten sonra adam diyor ki, Ben hacca gittim, tavaf yaparken o hırsız genci gördüm, baktım ki nasıl ağlıyor, ibadet ediyor.
“Sen o kişi misin? Bu nasıl oldu?” dedim. Dedi ki:
“Ben sana demiyor muydum, ‘Ben Allah ile aramda bir kapı bırakıyorum, belki Allah bana merhamet eder’ diye… İşte Allah bana merhamet etti.”
Allah azze ve celle, kullarının kalbinde bazı iyi şeyler görmüşse o hoşuna gidiyor ve diyor ki:
“Ey kulum tevbeye gel!” Ayet-i kerimede Allah-u Zülcelâl:
“Allah tevbe edenleri sever…” buyurmuyor mu? İşte sevdiği için tevbeyi nasip ediyor.
Takva Sahibi Gençleri Sevelim
Bir gün Peygamber aleyhisselatu vesselam mescide geliyor, orada şeytanı görüyor.
– Ey melûn burası Allah’ın evidir, senin ne işin var? Diye soruyor.
– Ben de buraya gelmekten memnun değilim ama Allah-u Zülcelâl bir melek vasıtasıyla “Habibim Muhammed sallallahu aleyhi veselleme gidecek ve Onun ashabına insanları nasıl aldattığını anlatacaksın. Sana ne sorulursa doğru cevap vereceksin,” diye emretmesi üzerine buraya geldim.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem:
– Ya mel’un! İnsanlar arasında en sevmediğin kimdir? diye sordu. İblis:
– Sensin ya Muhammed. Sen Allah’ın en sevgilisisin benim de en büyük düşmanımsın, diye cevap verdi. Rasûlullah aleyhisselatu vesselam:
– Benden sonra en çok kimleri sevmezsin? diye sorunca Şeytan:
– Adil devlet reislerini, ilmiyle amel eden âlimi. Bir de kendini Allah yoluna adayan takva sahibi genci sevmem…” diyerek bir kısım faziletli kişileri saydı.
Gençken, gücü kuvveti yerindeyken Allah yolunda olan kişiyi şeytan sevmiyor, Allah ise çok seviyor. Öyleyse biz de kendi kendimize niyet edelim, “Ben de öyle takva sahibi gençleri çok seveceğim,” diyelim.
Her şey Allah-u Zülcelâl’in elindedir, Şeytan da Allah’ın elindedir. Eğer biz Allah-u Zülcelâl’den kuvvet istersek şeytan elimizde bir sinek gibi olur. Cüneyd-i Bağdadi kaddesallahu sırrahu bir gün bir rüya görüyor. Bakıyor ki şeytan lain, insanlar arasında çıplak dolaşıyor. Cüneyd kuddise sırruh ona diyor ki:
– Sen ne kadar hayâsızsın ki, insanlar arasında çıplak dolaşıyorsun.
Şeytan:
– Bunlar insan mıdır ki, ben onlardan hayâ edeyim? Bunların Allah ile hiçbir alakası yoktur, diye karşılık verdi. Ona:
– Peki kimler insandır? Senin utandığın insanlar kimlerdir? diye sordum. Şeytan:
– Filan camiye git, orada bazı insanlar görürsün, işte onlar beni yakıp mahvettiler, diye cevap verir. Cüneyd uyanınca hemen camiye gidiyor bakıyor ki bir köşede gözlerini kapatmışlar murakabede duruyorlar. İçlerinden biri gözünü açtı ve Cüneyd-i Bağdadi’ye dönerek:
– O meluna inanma, dedi.
Yani o rüyadan da haberi vardır. Cüneyd kuddise sırruh onlara sordu:
– Siz şeytanı ne ile yakıyorsunuz? O da şöyle cevap verdi:
– Biz şeytanla uğraşmıyoruz. O bizi aldatmak için yanımıza yaklaşıyor, biz ise “Allah” diyoruz. Kaçıp gidiyor. Biz Allah ile murakabeliyiz, daima Allah diyoruz, Allah da bizi ondan muhafaza ediyor.
Allah hepimize nasip etsin. Bu da nasipdir demek ki, ama istemek lazımdır. Allah-u Zülcelâl daima bizim kalbimizin içine bu halleri yerleştirsin, inşallah.
İnsan eğer ibadette huzurlu olmak isterse daima “Bu benim yaptığım son amelimdir,” diye düşünmesi lazımdır. Diyelim ki bir adamı idama götürecekler. O da diyor ki:
“Müsaade edin de iki rekât namaz kılayım,” ve kılıyor.
İşte o adamın namazı nasıl olur? Hiçbir şey aklına gelir mi o namazda? Çünkü o namazdan sonra bir daha eline başka namaz kılma fırsatı geçmeyecek. İşte bütün amelimiz böyle olması lazım.
İşte insan amelini böyle yaparsa Allah onun kalbini münevver yani nurlu yapacak. Allah müminlerin sahibidir.
Allah Azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor:
“Allah, müminlerin velisidir (sahibidir, koruyucusudur.)” (Âli İmrân; 68)
Bir şeyin sahibi, mesela ev sahibi, o evin halkına nasıl sahip çıkıyor, onlara bakıyor, onların emniyetini sağlıyorsa, Allah-u Zülcelâl de müminlerin sahibidir ve müminleri öyle korur. Öyleyse hakiki mümin olsak yetiyor.
Bir kişi Veysel Karani’ye:
“Bana nasihatte bulun,” demiş. O da şöyle nasihatte bulunmuş:
“Ölümü kendine yastık edin…” Yani bu ne demek? Ölümü böyle kendine yakın gör. Devam etmiş; “kalktığın zaman da ölümü gözünün önünden kaybetme.”
Ne mutlu ona, Allah onu nasip ederse. Çünkü o kişi devamlı sâlih amel yapacak. Günahlardan da kendini muhafaza edecek. Biz ölümden, ahiretten gafil kaldığımız için bu hale geliyoruz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme bir adam gelip:
– Ey Allah’ın Resulü! Bana öyle bir amel göster ki onu yapayım ve cennete gireyim.
– Muhsin ol. Sahabi sordu:
– Ya Resulallah muhsin olduğumu nasıl bileceğim? deyince Efendimiz şu cevabı vermiştir.
– Komşularına sor; eğer onlar senin iyi olduğunu söylerlerse, sen iyi bir kimsenin, yok eğer kötü olduğunu söylerlerse o zaman kötü bir kimsesin.” (Acluni, Keşf-ul Hafa, 1/72)
Demek ki Allah-u Zülcelâl bir kimse hakkında müminlerin şehadetlerini kabul ediyor. Bakın, bir kimse insanlara iyi görünüp gizli saklı hatalar işlese de Allah-u Zülcelâl onların “İyi insandır,” demesini kabul ediyor. Bu sebeple insanlara güzel ahlak ile davranmak çok mühimdir.
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam bir hadis-i şerifinde güzel ahlakın mizanda en ağır gelen amel olduğunu bildiriyor.
“Kıyâmet günü, mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah-u Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizi, Birr, 62)
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam kendisine en yakın müminlerin en güzel ahlaka sahip olanlar olduğunu bildirmiştir:
“Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.”
(Cemaatte bulunan bazıları): “Ey Allah’ın Resulü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular.
“Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi. (Tirmizi, Birr, 77)
Allah-u Zülcelâl bir kişinin cennetlik olmasını takdir etmişse onun canını iyi bir hal üzere alacaktır. Böylece o kişi Allah’a kavuşacaktır. Cehennemlik olmasını takdir etmişse de onu kötü bir hal üzere öldürür, neuzubillah.
Öyleyse daima Allah-u Zülcelâl’den isteyelim o bizi bir an bile nefsimize bırakmasın, bizi hayırlarda kullansın inşallah. Amin.

REKLAM ALANI
REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ