Evliyanın Büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri
Cüneyd-i Bağdadî rahmetullahi aleyh, evliyaların büyüklerinden, tasavvuf terimlerini, usul ve esaslarını tesbit ederek tasavvufun ortaya çıkışını sağlayan büyük sûfîlerden biri olarak tanınmıştır. Onun tasavvuf yoluna dair nasihatleri hem kendi risâleleri hem de kaynak eserler yoluyla sonradan gelen sûfîlerin yolunu aydınlatmıştır.
Asıl adıyla, Cüneyd bin Muhammed 822 (H.207)’de Nehâvend’de doğmuştur. Bağdat’ta büyüyen ve orada devrin alimlerinden zâhirî ve mânevî ilimler öğrenen Cüneyd-i Bağdadî, ilimde yüksek derecelere nail oldu.
Cüneyd’in babası ticaret ile meşgul olan, hâli vakti yerinde ama âlimlere büyük hürmet besleyen salih bir kimseydi. Oğlunu küçük yaştan itibaren ilim tahsiline yönlendirdi. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî’nin talebelerinden Ebû Sevr’den okudu. Onun hadis ilimleri okuduğu çok sayıda alimler arasında Ebû Ali Hasan b. Arefe el-Abdî gibi zatlar da bulunuyordu.
Cüneyd-i Bağdadî’nin tasavvuf yolunda istifade ettiği mürşidi, dayısı Serî es-Sakatî rahimehullah idi. Serî hazretleri, onun önce şer‘î ilimleri öğrenmesini teşvik ederek, “Allah seni sûfî hadisçi değil hadisçi sûfî kılsın” şeklinde dua etmişti.
Cüneyd-i Bağdadî fıkıh ilminde iyice yetişip, hatta hocası Ebû Sevr hazretlerinin ders meclisinde fetva verecek seviyeye gelmişti. Fakat şer‘î ilimleri öğrenirken bir yandan da kendini mânevî olarak da yetiştiriyordu. Ebû Hamza el-Bağdâdî, Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtların sohbetinden de istifade ediyordu.
Küçük yaştan itibaren tasavvufa meyli vardı. Hatta onun daha yedi yaşında iken ariflerin meclisinde bulunduğu anlatılır. Bu mecliste şükrün ne olduğunu soran Serî’ye, “Verdiği nimet ile Allah’a âsi olmamaktır” diye cevap vermesi, onun ileride tasavvuf yolunda kemalata ereceğinin işareti olarak görülmüştür.
Zâhirî ilimlerin yanı sıra mânevî ilimlerde de kendini yetiştiren Cüneyd-i Bağdadî kuddise sırruh, ehl-i sünnet ve tasavvuf yolunun örnek simalarından biri oldu. O devrin zahir uleması da, maneviyat ehli de ondan istifade ederdi. Devrinin meşhur mutasavvıflarından Ca‘fer el-Huldî rahmetullahi aleyh onun hakkında şöyle demiştir:
“İlim ile hâli Cüneyd kadar mükemmel bir şekilde kendisinde birleştiren başka bir sûfî görmedim. Onu gören halinin ilminden üstün, konuşmasını dinleyen ilminin halinden üstün olduğu kanaatine varırdı.”
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, yaşadığı müddetçe cemâate devam etmekte çok gayretliydi. Otuz yıl boyunca namazda ilk tekbiri kaçırmadığı bildirilmiştir. Namazda kalbine dünya düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Gecelerini namaz ve zikir ile ihya ederdi. Geçimini helal yoldan sağlamak için ticaretle de uğraşırdı ama dükkânının bir köşesinde perde ile ayırdığı bir mekanda ibadetine devam ederdi.
Allah-u Zülcelâl’i hiç hatırdan çıkarmamak gerektiğini bildirirdi. Otuz kere yaya olarak hacca gittiği de rivayetler arasındadır. Menkıbe ve nasihat kitaplarından onun kerâmetleri, hikmetli sözleri ve öğütleri, sevenlerine yol göstermiştir.
Cüneyd-i Bağdadî hazretleri daima kendini yetiştirmekle meşgul olup, başkalarını irşad edecek makamda olmadığını düşünüyordu. Dayısı Seri-i Sakati rahmetullahi aleyh ise onu insanları hak yola irşad etmeye teşvik ediyordu. Bu sırada mânevî bir işaret üzerine meclis teşkil edip vaaz etmeye başladı. Bununla birlikte Cüneyd-i Bağdadî tasavvufun ince meselelerini ancak anlayabilecek seviyede olan müridlerine anlatıyordu.
Cüneyd el Bağdadî hazretleri ilim ve tasavvuftaki mertebesi sebebiyle “Tâvûsü’l-ulemâ” ve “Seyyidü’t-Tâife” gibi unvanlarla anılmıştır. İlim irfan şehri Bağdat’ın bütün ilim ehli onun hikmetli sözlerine hayrandı. Asrının kutbu idi, binlerce mürid yetiştirdi. Birçok ünlü sûfî Cüneyd’in sohbetinde bulunmuş, onun müridi ve halifesi olmuştur. Ebû Muhammed el-Cerîrî, Ebü’l-Abbas İbnü’l-Arabî, İsmâil b. Nüceyd, Ali b. Bündâr es-Sayrafî, Ebû Bekir Şiblî, Mümşâd ed-Dîneverî, Abdullah eş-Şa‘rânî, Muhammed b. Ali el-Kettânî, Ebû Bekir el-Vâsıtî, Ebû Amr ez-Zeccâcî rahmetullahi aleyhim ecmeıyn, Cüneyd hazretlerinin sohbetinde bulunan tanınmış sûfîlerdendir. (İbnü’l-Mülakkın, s. 137, Ateş, s. 47)
Tasavvufu, “Her şeyden alâkayı kesip Allah’la olmaktır” diye tarif eden büyük sûfî, 297 (909) yılında vefat ettiğinde cenaze namazını 60.000 kişi kıldı. Bağdat’ın Şûnûziyye Mezarlığı’nda dayısı ve şeyhi Serî’nin yanında toprağa verilen Cüneyd-i Bağdadî’nin çeşitli İslâm ülkelerinde makamları mevcuttur.
Menkıbeleri
Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sırruh yedi yaşındaydı. Bir gün mektepten geldiğinde babasının ağladığını gördü. Sebebini sorunca babası:
“Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî’ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum.” Diye cevap verdi. Cüneyd-i Bağdâdî;
“Babacığım, parayı ver ben götüreyim.” deyip dayısının evine gitti. Dayısı yine almak istemeyince Cüneyd-i Bağdâdî;
“Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allah-u Zülcelâl hakkı için al!” dedi. Dayısı;
“Allah-u Zülcelâl babana neyle adalet etti ve bana neyle ihsân etti?” diye sorunca Cüneyd-i Bağdâdî;
“Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi.” dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî’nin çok hoşuna gidip;
“Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim.” dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.
***
Kalp gözü açık olan bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına gelirken şeytanın ondan hızla kaçıp uzaklaştığını gördü. Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına vardığından simasında onun biraz evvel çok öfkelenmiş olmasının alametlerini görünce, sordu:
“Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat görüyorum ki, bu kadar öfkelenmiş olduğun halde, şeytan senden kaçıyor. Bunun hikmeti nedir?”
Cüneyd-i Bağdâdî;
“Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız. Bir kimse nefsi için kızınca şeytan ona musallat olur. Bizim kızmamız ise sırf Allah için olduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiç bir zaman kaçmaz.” buyurdu.
***
Cüneyd-i Bağdâdî’ye; “İhlâsı kimden öğrendiniz?” diye sormuşlardı. Şöyle anlattı:
“Mekke-i mükerremede bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona; “Allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?” dedim. Berber; “Elbette.” dedi.
O sırada, mevki sâhibi birini tıraş etmekte idi. Hemen tıraşını bırakıp;
“Efendi, kalk. Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır.” dedi. Sonra berber koltuğuna beni oturtup tıraş etti. Ardından da bana birkaç altın verip; “İhtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!” dedi.
Ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra’dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana;
“Sen, Allah rızâsı için beni traş et.” dedin. Ben de o niyetle seni traş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum.” dedi. İşte ihlası ondan öğrendim.
***
Mel’ûn şeytan, hizmetçi kılığında Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına gelip;
“Efendim, size hizmet etmekle şereflenmek, feyiz ve bereketlerinizden istifâde etmek arzusuyla geldim. Lütfen kabûl buyurunuz.” dedi. Cüneyd-i Bağdâdî kabûl etti. Şeytan yirmi sene kadar kendisine hizmet etti, ama bir kere olsun vesvese veremedi. Nihâyet ümidini kesip bir gün;
“Ey üstâdım! Siz beni tanıyor musunuz?” dedi. Cüneyd-i Bağdâdî;
“Ben seni ilk geldiğin gün tanımıştım. Sen iblissin.” dedi. Şeytan;
“Ey Ebâ Kâsım! Ben senin kadar yüksek makam ve derecelere kavuşmuş olan bir zât daha tanımıyorum.” dedi. Cüneyd-i Bağdâdî;
“Ey mel’ûn! Hemen defol git. Şimdi de kendimi beğenme, ucub gibi bir duruma düşürmek ve beni mahvetmek arzusundasın değil mi? Bu çirkin maksadına kavuşamayacaksın. Haydi defol!” buyurdu.
***
Cüneyd-i Bağdâdî, vefât edeceği zaman çok üzgündü. Talebeleri korkup;
“Efendim! Bizim ümidimiz, sizin şefâatiniz bereketi ile kurtulmaktır. Sizin ise ızdıraplı ve üzüntülü bir hâliniz var. Bu hâliniz bizim yüreğimizi parçalıyor.” dediler. Bunlara cevâben;
“Ey dostlarım! Ben, yetmiş senelik ibâdet ve tâatımdan ve sizlere üstâd olmak ile kazandıklarımın hepsini, bir kıl ile asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesi ile bir tüy misâli sallandığını hissediyorum. Bu esen rüzgârın, red rüzgârı mı, yoksa kabûl yeli mi olduğunu bilmiyorum.” buyurdu. Biraz sonra; “Allah!” diyerek rûhunu teslim etti. Vefât ettiğinde 91 yaşındaydı.
Vefatından sonra Cüneyd-i Bağdâdî’yi rüyâsında gören bir zât ona;
“Allah-u Zülcelâl sana nasıl muâmele eyledi?” diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî;
“İlim, mârifet dolu sözlerimin hiç faydası olmadı. Yalnız gece vakti kıldığım namazlar imdâdıma yetişti. Onun için akıllı insan sâlih ameli terk etmemeli, hâllerden, mânâlardan uzak olmamalıdır.” buyurdu.
Nasihatleri
Cüneyd-i Bağdadî hazretleri diyor ki:
“Bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görseniz, İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymaktaki hassâsiyetine bakınız. Eğer bu tam ise ona uyabilirsiniz. Eğer emir ve yasaklara uymakta (çok az da olsa) bir gevşekliği varsa hemen ondan uzaklaşınız, çünkü zararı dokunur.”
***
Bir şahıs, Cüneyd-i Bağdâdî’ye;
“Gözümü yabancı kadınlara bakmaktan nasıl koruyabilirim?” diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî;
“Yabancı kadını gördüğün zaman, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha iyi gördüğünü hatırla.” buyurdu.
***
Cüneyd-i Bağdadî’ye tasavvufun ne olduğu sorulduğunda, şöyle cevap verdi:
“Tasavvuf on hususu içerisine alan bir isimdir:
1. Zühd, yani dünyâdan zaruri olan kısımla yetinmek.
2. Kalbin yalnız Allah-u Zülcelâl’e dayanıp güvenmesi.
3. Yalnız Allah-u Zülcelâl’in rızasına vesile olan tâatlere rağbet etmek.
4. Helâlden yiyip içmeye çok dikkat etmek.
5. Daima Allah-u Zülcelâl’in zikriyle meşgûl olmak.
6. Allah-u Zülcelâl’e gizli olarak ibadet etmek.
7. Bütün amellerinde ihlâslı olmak.
8. İmanda şüpheden uzak şekilde yakin üzere imana sahip olmak.
9. Tam bir teslimiyetle Allah-u Zülcelâl’e yönelmek.
10. İhtiyaçlarını Allah’tan başka kimseden istemeyip, kimseye şikâyette bulunmamak. Kimde bu on haslet bulunursa, tasavvuftan söz etmeye lâyıktır. Yoksa yalancıdır.”