Duaya Muhtacız
Abdullatif Acar
Çağırmak, davet etmek, yardım istemek anlamlarına gelen dua, dini terim olarak kulun dileklerini Allah’a iletmesi, bir konuda onun yardımını dilemesidir.
Belaları def eden, İlahi rahmeti üzerimize çeken, gam ve gussayı gideren, ümit tellerini demet demet titreten dua, müminin silahı ve korunağı, dinin direği, yer ve gökyüzünün nurudur. Açılmayan kapıların tokmağı, ulaşılmayan menzillerin aracı, ihtiyaç ve dileklerin anahtarıdır. Mücrimler onunla salaha erer, müminler felaha onunla kavuşur, miskinin refaha ulaşması da onunla mümkündür.
Dua, Rahmet-i Rahman’ın eşiğinden asla dönmeyeceğiniz bir referanstır, elinizde. Dua, beşeriyetin kapısından, zilletin zincirlerini kırıp izzet ve şerefe ulaşmanın adıdır. Gerçek izzeti elde etmiş bahtiyarlar bilirler ki yardım kimin elinden gelirse gelsin asıl veren Allah’tır.
Kimsesiz hiç kimse yoktur/ Herkesin var bir kimsesi/ Kimsesiz kaldım ey medet/ Ey kimsesizler kimsesi, diyebilme bilincine ulaştıran dua, kulluğu, acizliği ve yakarmayı ifade eden, pişmanlığın bazen söz kalıbına döküldüğü bazen de azalarla kendini gösterdiği bir sığınak ve ümit yüklü ibadetlerin kendinde anlam bulduğu eylemdir.
Bir Arabî Rabbini bilmek istemiş ve Rasûlullah aleyhisselatu vesselama sormuş:
“Rabbimiz bize yakın mıdır ki ona münacatta bulunalım? Uzak mıdır ki nida edelim?”
İşte bu soru üzerine şu ayeti kerimeyle kendisinin kullarına çok yakın olduğunu bildirmiştir Yüce Allah:
“Kullarım (Ey Habibim) beni sana sorduklarında (söyle onlara) Ben çok yakınım. Bana dua edince dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara, 186)
Allah-u Zülcelâl bize çok yakın. Ancak biz O’na uzağız. Kendi uzaklığımızı aştıkça, hayvani ve nefsani engellerimizi geçtikçe O’nun yakınlığını hissedecek, hakkımızda takdir edilen nice hikmetleri görebilme derecesine yükseleceğiz. Çünkü ayeti kerimenin ifadesiyle, O bize şah damarımızdan daha yakındır. (bkz, Kaf,16)
Kulun Değeri Duası Kadardır
Bir kulun değeri duasıyla ölçülür. İnsan dua edebildiği kadar Allah katında değerlidir. Yüce Allah buyuruyor ki:
“(Habibim) De ki, duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 77)
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de:
“Allah katında duadan daha değerli bir şey yoktur.” (Tirmizi, Deavat, 1; İbni Mace, Dua,1) buyuruyor.
Her kul için semadan arşa açılan kapılar vardır. Tevbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı ve amellerin arz kapısıdır. Yeter ki insan o kapılardan girmeyi becerebilsin.
Ümit gecesine hayırlı bir sabah, bela çemberinden kurtuluş olan dua, bütün rahmet kapılarına açılan ana giriş kapısı mesabesindedir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah’a taleb edilen (dünyevî şeylerden) Allah’ın en çok sevdiği afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir.” (Tirmizî, Daavât 112)
Dua kapısından girebilene rızık kapısı da hikmet ve rahmet kapısı da açılmış demektir. Bu nedenle dua aynı zamanda her nimetin anahtarıdır.
Duayla ellerini açamayanların şeytan ellerini kelepçeler. Dua nuruyla aydınlanmayan kalplere imanın nuru da yerleşmez, amelin faydası da dokunmaz.
Duasız gönüller talihsiz insanlarda bulunur. Kayıp edenlerin hepsi istemeyi beceremeyen ve duadan mahrum olanlardır. Allah gazap edeceği insanı ilk önce dua etmekten mahrum eder.
Yalnız Allah’a Dua Edilir
Elimizi lokmaya uzattığımızda, kendi lisanı içerisinde, doymayı istemiş olmaz mıyız?
Gitmek istediğimiz menzil için ardı ardına attığımız adımlar, peşi peşine sıraladığımız dua kelimelerinden ibaret değil midir?
Tedavi için hastaneye koşuşturduğumuzda duamız şifa bulmak içindir. Tarlaya tohumu atmakta, onun bakımını yapmak da duadır.
Farkında olalım veya olmayalım aldığımız ve verdiğimiz her nefeste hayata tutunmanın çağrısı vardır. Hayat isteklerden oluşan bir olgudur. Bu nedenle her an dua halindeyiz.
İsteklerimizi veren de O, sahip olduklarımızı elimizden alan da… Ancak irademizi ve niyetimizi Rabbimize has kılmalıyız ki, istenecekse de ondan istemeliyiz ki bu davranışımız kıymet ifade etsin. Ve isteklerimiz ibadet adıyla değer kazansın.
Allah’a yönelen hiçbir şeyden mahrum olmaz; Allah’tan uzaklaşan neye sahip olursa olsun yine de fakir, güçsüz ve çaresizdir. Bunun için Allah-u Teâlâ başkalarına değil, kendisine dua etmemizi emir buyuruyor:
“Öyleyse sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.” (Şuara, 203)
Günde kıldığımız beş vakit namazın her rekâtında: “(Allah’ım) ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz,” ayetini okuyarak kulluğumuzu yeniliyor, ibadet ve itaati dua ve niyazı O’na has kılıyoruz.
Dua İbadetin Özüdür
Evet, dua ibadet olduğu gibi, her ibadet de içerisinde duayı saklayan öze sahiptir. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam bunu ifade babından: “Dua ibadetin özüdür.” (Tirmîzî; Deavat, 1) ve “Dua ibadetin ta kendisidir.” (Ebû Dâvûd, Vitir 23;) buyurmuştur.
Bütün ibadetler mahiyeti itibariyle bir şekilde duadır. Namaz Kur’ân-ı Kerim’de dua anlamındadır. Allah, namazla kendine dönen kulunu fuhşiyattan ve münkerattan alıkoyarak karşılık verir. Kurban ibadetiyle Allah’a yakınlık peyda edilir. Oruçla şükür sahibi olma isteği, nimetlerin kıymetini anlayabilme terbiyesi söz konusudur. Karşılığında azgın nefsin terbiyesi bahşedilir. Bütün ibadetler yoğunluk olarak o ibadetin manasında saklı olan istekler ve talepler içermektedir.
Dua Allah’tan Korkup Yine O’na Sığınmaktır
Korku ve ümit, insanı rıza-i ilahiye ulaştıran, kulluğu dengede tutan iki kanat gibidir. Birini kayıp ettiğinizde ahiretinizi kayıp edersiniz.
Bir çocuk annesinden korktuğu halde yine onun koltuğu altında teselli bulur. Kaçacağı, sığınacağı tek yer annesinin kucağıdır çünkü.
Kul Allah’tan korkmalı, korktuğu kadar da ümitle yine ona koşmalı. Korku da ümit de O’nu sevmenin bir göstergesidir. Korku insanı dizginler, ümit insanı motive eder. Korku tutar, ümit iter.
Sadece ibadetlerimiz de değil her işimizde onun korkusuyla hareket etmeliyiz.
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerime de: “Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir” (Hadit, 4) buyurarak bizi uyarıyor.
“O bizi her an görüp gözetiyor, yapıp ettiklerimizi kaydediyor. Zerre hayır yaptığımızın mükâfatını da verecek zerre şer işlediğimizde de hesabını soracak,” inancıyla, O’nu görür gibi korku ve ümit arasında bir hayat sürmeliyiz.
Allah-u Zülcelâl’in azabı çetin olduğu gibi merhameti de sınırsızdır. O’nun kapısı ümitsizlik kapısı değildir.
O, rahmeti gazabını geçen, Kadir-i Mutlak olandır. Bu denge içerisinde dua etmemizi emir buyuruyor yüce Allah: “Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin.” (Araf, 56)
İhlasla Dua Etmeliyiz
Yüce Allah buyuruyor ki:
“(Ey kullarım) Rabbinize yalvara yalvara, gizlice dua edin. Şu bir hakikattir ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Araf, 55)
Duaya muhtaç olduğumuz kadar nasıl ve ne şekilde dua etmemiz gerektiğini de bilmemiz gerekir. Duaların zahiri edepleri olduğu gibi batınî edepleri de vardır. Zahiri edepler şekillerden ve suretlerden ibarettir. Asıl olan iç dünyamıza ait olanlardır. Bunlar kalple alakalı şeylerdir, duanın ruhunu oluştururlar.
Kalpler duaya hazır olursa dillerde edep hâkim olur. Sözlerin ibadeti, onların ahlak ve edep içerisinde sarf edilmesiyle mümkündür. Bu nedenle kalp inceliği, gönül huzuru ile kabul edileceğine inanarak ve bilerek, meşru isteklerle Rabbimizin kapısına varmalıyız.
Dua ettiğimiz Allah, bizim kalbimizden geçeni bilmektedir, hiçbir şeyimiz ona gizli değil. Sessizce yakarış dolu bir edayla yapılan dualar makbuldür.
Allah-u Teâlâ önce gönle bakar. Gözyaşları gözden gelse de gönüldür asıl membaı. Allah için ağlayanın gözyaşlarını da cehennem ateşi yakmaz.
Gönül katı olunca dildeki şatafatlı ve ihtişamlı istekler temenniden öteye geçmez. Dil çabukluğu yalancılığa işarettir. Gönlü dolu olanın dili yavaşlar, dilin yavaşlığı ne için ne istediğini bilen samimi müminlerin hasletidir.
Duanın kabulü için en önemli hususlardan biri de her an ve her zaman ibadet ve itaat halinde olmaktır. Sıkıntıya düştüğü zaman bir insan, teselli bulmak, bir rahatlık hissetmek, ihtiyacını gidermek için çeşitli şekillerde dua ipine zaten sarılıyor. Bu insanın fıtratına yerleştirilmiş bir ihtiyaçtır. Asıl olan; varlık ve ferahlık zamanında da Rabbimize muhtaçlığımızın farkında olmaktır. Bolluk ve mutluluk zamanında Allah’ı bilmiyorsak sıkıntı ve güçlük zamanında bilmenin faydasını göremeyiz. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.”(Tirmizî, 2382; Hâkim, Müstedrek, 1/544) buyurarak bizleri uyarıyor.
Yüce Allah da:
“İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman da yalvarmaya koyulur.” (Fussilet, 51) buyurarak dua hususunda insanın ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor.
Mümin Allah’ın kendisine güvendiği ve kendisinin de Allah’a güvendiği insandır. “Duam kabul edilir mi edilmez mi?” diye tereddüt içerisinde olmak, kalbi Allah’tan gayrı şeylerle meşgul etmek de duamızın kabulüne engel olan bir davranıştır.
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Dualarınızın kabul edileceğine inandığınız halde Allah’a dua edin. İyi biliniz ki Allah, gafil olan ve gönlü Allahtan başka bir şeyle meşgul bulunan kimsenin duasını kabul etmez.” (Tirmizi, Daavat, 66)
Hayrımıza Olanı Verir
Bizim ille de olsun dediğimiz birçok şeyin aslında hayrımıza olmadığına şahit oluruz. “Keşke de istemeseydim,” diye isteklerimizi bile sorgularız.
Bazen şer zannettiğimiz şeyi Allah hayır olarak karşımıza çıkarır. Burada neyin faydamıza neyin zararımıza olduğunu bilemeyişimiz bile her şeyi bizim hayrımıza döndüren, bizi bizden daha iyi bilen, merhamet eden Allah’a teslim olmamız gerektiğini göstermesi açısından yeterli bir nedendir.
Teslimiyette rahatlık vardır. Teslimiyette huzur ve saadet vardır. Teslim olan emniyettedir. Teslim olanın yükü hafif, gönlü huzurla doludur.
Dua ibadet olduğundan asıl mükâfatı ahirette verilir. Bu dünyada kavuştuğumuz nimetler sınırlı ve geçicidir ancak ahirettekiler ebedi ve çok kıymetlidir. Öyleyse mümin yaptığı ibadetlerinin mükâfatının ahirete ertelenmesini asıl kazanç olarak telakki etmeli.
Ayrıca dua belki hali hazırda başımızda olan ya da ileride başımıza gelecek belaları da def eder. Bu nedenle “dua ettim kabul edilmedi” diyemeyiz.
Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Allah-u Teâlâ yeryüzünde dua eden hiçbir Müslüman’ın isteğini boş çevirmez, muhakkak ki bir karşılık verir. Ya kulun istediği şeyi verir ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü kaldırır ya da istediğinin karşılığını ahirete saklar.” (Tirmîzî, Dua; 15)
Başkalarının Duasını Almak
Müminin kendi ihtiyacı için yaptığı duadan daha makbul olan duası mümin kardeşleri için gıyabında yaptığı duadır. Allah Resulü aleyhisselatu vesselam:
“Kişinin din kardeşi için gıyabında ettiği dua makbuldür. O kişinin başucunda duasına âmin diyen bir melek bulunur. O kişi (din kardeşine hayır dua ettikçe (görevli) melek ‘âmin’ (din kardeşin için istediğin) hayrın misli sensin içinde olsun der.” (İbni Mace, Menasik,5) buyuruyor.
Bu sebeple kendimize dua ettiğimiz gibi birbirimize de dua edersek Allah-u Zülcelâl katında makbul olacaktır. Bilhassa Peygamberimiz aleyhisselatu vesselam hastanın duasını almamız gerektiğini, onların duasının meleklerin duası gibi olduğunu bildirmiştir. Ve yine evine dönünceye kadar hacının ve gazinin, iftar edinceye kadar oruçlunun, adaletli devlet başkanının duasının kabul edileceği vaad edilmiştir. (Tirmizî, Cennet 2,)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem özellikle şu üç zümrenin duasının da reddedilmeyeceğini bildiriyor:
“Üç dua (ve beddua) -şüphesiz- müstecaptır / makbuldür. Mazlumun (zalim hakkında) yaptığı dua / beddua, misafirin (ev sahibi için) yaptığı dua ve babanın evladı için yaptığı dua.” (Tirmizî, Bir, 7)
Hele bir dua vardır ki, “Onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.”(Buhari, Mecazi, 59) buyurulmuştur. O da mazlumlardır, haksızlığa uğrayanlardır.
Allah-u Zülcelâl zalimin hasmı mazlumun dostudur. Mümin Allah’ın yanında olduğu kişinin yanında, karşısında olduğu kişinin karşısında olduğunda Rabbine yaklaşmış olur. Mazlumlar buruk ve yaralı kalpleriyle el açarlar, intizar ve gönülden isterler, bu iniltiler hiçbir engele takılmadan Rabbimiz katında özel bir karşılık bulur.
Mümin ne zulmeder ne de kimseyi zulme teslim eder. Kötülük ve haksızlık karşısında dimdik durur. Hiçbir şey yapamayacak durumdaysa da kalbiyle buğz ederek mazlumun yanında olur ve onun duasına mazhar olur. Aksi takdirde mazlumun bedduası da çetin ve şiddetlidir. Mazlumun ahı kimsede kalmaz. Mazlumun bedduasından kimse kurtulamaz.
Dua ederken Esma-ul Hüsna, salih ameller, Peygamberler ve diğer Salih zatlar vesile edilerek yapılan dualarında makbul dualardan olduğunu söyleyebiliriz.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yaptığı ve bizlerin de yapmasını istediği şu duayla bitirelim:
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlığın bunaklığından, kabir azabından Sana sığınırım.
Allah’ım! Nefsime takvasını ver, nefsimi günahlardan temizle. Sen temizleyenlerin en hayırlısısın sen o nefsin dostu ve mevlasısın.
Allah’ım! Doymayan aç gözlü nefisten, korkmayan kalbten, faydasız ilimden ve kabul olunmayan duadan Sana sığınırım.” (Buhârî, Deavat: 38; Müslim, Zikir Dua: 18)
Selam ve dua ile…