DİN ve HAYAT / Geçmiş Yılın Muhasebesi
DİN ve HAYAT
Geçmiş Yılın Muhasebesi
Hatice Kübra Ergin
Bu ayın sonunda Mîlâdî 2023 yılına vedâ edeceğiz. Ömrümüzden bir yılı daha tüketmiş olacağız.
Dikkat ediyor musunuz; “Yılbaşı” diyorlar. Neden yıl sonu demiyorlar?
Hep yeni bir yılın geldiğini düşünür insanoğlu, sanki bir yıl daha yaşayacağına dair garantisi varmış gibi. Hâlbuki kesin olan tek şey, bir yılın bittiğidir.
Geçen yılın muhasebesini ne kadar yaptık?
Hep geleceğe yöneliyoruz. Geçmişi bitirdik ve bugünü aceleyle tüketiyoruz, geleceğe gözümüzü dikiyoruz. Geçmişi nasıl geçirdik ki, geleceği ne kadar değerlendireceğiz?
2023 yılında olup bitenlerden ne kadar ders aldık?
Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor:
“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“–Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”
Orada bulunanlardan biri:
“–O gün sayıca azlığımızdan mı bu durum başımıza gelecek?” diye sordu.
“–Hayır, bilakis o gün siz çok olacaksınız. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” buyurdular.
“–Zaaf da nedir ey Allah’ın Rasûlü?” denildi.
“–Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.” (Ebu Davud, Melahim 5/4297)
Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın haber verdiği gibi, İslam coğrafyası zulüm, kan, göz yaşı ile yoğruluyor. Ama bizler hala ders almıyoruz.
Hızla değişen gündemler, bizi asıl gerçek hâlimize yabancılaştırıyor, gerçek durumumuzu unutturuyor. Bizler Allah-u Zülcelâl’in indirdiği Hak din ile müşerref kıldığı, Habib-i Ekrem’ine ümmet olmayı nasip ettiği ümmetiz. Bu nimetin ne kadar farkındayız? Şükrünü ne kadar eda edebiliyoruz?
Dinimizi aziz kılmak ve böylece biz de izzet ve şeref kazanmak için ne kadar gayret gösteriyoruz?
Bizler gayret göstersek elbette Rabbimiz de yardımını esirgemeyecektir. Eğer birlik olursak önümüzde kimse duramayacaktır. Geçtiğimiz yıllarda bunun işaretlerini gördük. Kardeş Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ı işgalden kurtarmasının sevinci meselâ… İslam dünyasında bu güzel haber yeni ümitler yeşertti.
Mesele sadece bir miktar toprak meselesi değil, uzun bir zamandan beri bir müslüman ülkenin haklı dâvâsında netice alması meselesi. Bu nice coğrafyalara ümit verir, inşâallah.
O zaman Azerbaycan’ın Türkiye’ye güveni boşa çıkmadı. Türkiye, dostlarına ne kadar güçlü bir destek verebildiğini açıkça ortaya koydu.
Birlik Zafer Getirir
Ülkemiz son zamanlarda kendi vatandaşlarını, dostlarını ve kendisine sığınanları hayal kırıklığına uğratmıyor. Karadeniz’de, Doğu Akdeniz’de aktif politikalar izlerken, haklarını koruma konusunda da kararlı bir duruş sergileyebiliyor.
O zaman Karabağ’ın haksız işgali konusunda Azerbaycan’a destek verdiği gibi, mazlum Filistin halkı için de garantör olmayı teklif etti. Eğer İslam dünyası kendi aralarındaki husumetleri sona erdirip birlik olursa bu mesele de pekala çözülebilir.
Nasıl ki Karabağ konusunda Ermenistan’ı kışkırtan Fransa, kendi derdine düştü. İslâm ülkelerinin boykot çağrısı karşısında eli ayağı birbirine dolandı ise ve Rusya Türk dünyasını karşısına almayı göze alamadı ise aynı şey Filistin için de geçerlidir. Zaten ne zamandan beridir ABD ve AB’nin kimse için rahatını bozmaya niyeti olmadığı iyice ortaya çıktı.
O sırada Hıristiyan dünyası Ermenistan’ı yarı yolda bırakırken, sadece Türkiye’nin desteği ve Allâh’ın yardımı ile Azerbaycan’da zafer kazanıldı. Bu da gösteriyor ki, İslâm coğrafyası tamamen birlik olsa karşısında hiçbir güç duramaz.
Bunlar hep ümit verici manzaralar. Ama ne yazık ki bazı gözlere perde inmiş, bir türlü göremiyorlar. Hâlâ Allah’tan değil de şunlardan bunlardan korkuyorlar.
Batıdan Korkmayalım, Allah’tan Korkalım
Hâlbuki boşuna korkuyorlar. Batı âlemi yorgun, bıkkın, kendine güvenini yitirmiş. Artık balon gibi kof bir görüntü. Ne ümit va‘dediyor ne de korkulacak bir yanları var.
Batının teknolojisi; güç kaynağı olduğu kadar, zayıflık sebebi de. Çünkü çok masraflı. Yer altı yer üstü kaynaklara, ticârî münasebetlere, yeni pazarlara muhtaçlar.
Milletler arası ilişkiler uzmanı bir konuşmacıdan duymuştum, İngiltere halkı sadece kendi ürettikleriyle ancak senenin on dört günü karnını doyurabilirmiş. Geri kalanını başka ülkelerden satın alıyorlar. O parayı da geçmiş sömürgeleri sayesinde kazanıyorlar.
Batı ülkelerinin halkları konfora alışık; nefsânî, bencil, âsî ve hattâ yer yer vahşî… Pandemi döneminde Amerika’da silâh satışları kat kat artmış. O silâhları niye alıyorlar?
“Komşum beni soymaya gelirse ondan önce ben onu öldüreyim…” diye.
Böyle bir halk, herhangi bir inanç veya ideoloji için fedâkârlık gösterir mi?
Hâliyle hiçbir konuda halkın fedâkârlığına güvenemeyen idareciler, siyâsî açıdan cesur kararlar veremezler.
Zaten demokratik sistemin kendisi bile bir zayıflık sebebi. Birkaç seneliğine seçilen, tekrar seçilmek için halkın oyuna muhtaç olan bir siyasetçi ne kadar cesur olabilir?
Darbeci, işbirlikçi idareler daha da beter. Onlar korku hegemonyalarını ancak kendilerini o mevkie getirenlere güvenerek sürdürürler. Üstelik kötü idareleriyle halklarının karakterini bozarlar. Ancak halkıyla arasında mânevî bir bağ olan; ortak inancı, ortak dâvâsı olan idareciler halkına güvenebilir.
Bütün bunları düşünerek; ülkemiz için, halkımız için ümitvâr olmamız lâzım. Aşırı tenkit edici, kınayıcı olmak, ümitsizliğe düşürebiliyor, bundan da sakınmalıyız.
Meselâ ümit deyince akla gençler, kadınlar, aile, yeni yetişen nesil geliyor. Bu konuları ihmal etmemeliyiz, daima ıslahına çalışmalıyız ama aşırı endişeye de kapılmamalıyız. Çünkü bu meselelerde fıtratın, tabiatın rolü baskındır. Aşırı mükemmeliyetçi olmamak lâzım…
Genç her zaman gençtir. Kadın her zaman kadındır. Çocuk her zaman çocuktur…
Toplumu arabaya benzetirsek; ön tekerlek idareci durumunda bulunan, güçlü, yetişkin erkekler, babalar, hocalar, idareciler, patronlar ve sairedir. Diğerleri de arka tekerlektir. Ön tekerlek nereye giderse arka tekerlek de oraya gider.
Gençlerimize güzel örnek olmamız lâzım. Bizde bir samimiyet ve fedâkârlık görmeleri lâzım. Önlerini açmamız, imkânlar sunmamız, teşvik etmemiz, fırsat vermemiz lâzım. Güvenmemiz lâzım. Affetmemiz, hoş görmemiz, düştüğünde elinden tutup kaldırmamız, tekrar tekrar denemesini sağlamamız lâzım.
İnsanların dış görünüşüne bakıp acele hüküm de vermemek lâzım. Bir hâfız arkadaşım vardı, beyinin işi îcâbı Mersin’de oturmaları gerekmişti. Orada evinde Kur’ân dersi vermişti. Dışarıdan tesettürsüz olarak gelen hanımlara bir sabahlık ve şal veriyormuş. Kimseye dış görünüşü sebebiyle soğuk davranmadığı için çok gönül kazanmış. Allah râzı olsun.
Nice Az Topluluk
Zafer Kazandı
İnsan bir manzaraya hangi zaviyeden bakarsa onu görür. Mesela bazı semtlerdeki, bazı caddelerdeki manzaraya bakarsa ümitsizliğe düşebilir. Ama bir de görünmeyen bir kitle vardır. Onları belki Ramazan ayında teravih namazları için camilerde görebilirsiniz. Onun dışında evinde, medresesinde, dergahındadır. Ortalarda pek görünmeyen o sessiz yığınların sesi çıktığında o zaman çok şey değişir, inşallah. O sebeple kendimize güvenmemiz lazım. Çünkü nice az topluluklar Allah’ın izniyle çok topluluklara galip gelmiştir.
Tarihte İsrailoğullarının başından geçenler Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Görmez misin İsrailoğullarının ileri gelenlerini? Hani Musa’dan sonra bir zaman geldi ki peygamberlerine, bize bir padişah gönder de ona uyup Allah yolunda savaşa girişelim demişlerdi. Peygamberleri, size savaş farz edilir de savaşmayıverirseniz demişti. Neden savaşmayacakmışız demişlerdi, yurtlarımızdan çıkarıldık, evladımızdan ayırdılar bizi. Fakat savaş farz edilince pek azı katlandı, öbürleri dönüverdiler. Allah bilir zalimleri.” (Bakara; 246)
Allah-u Zülcelâl o zamanın Peygamberine onlara Talut’u komutan ve hükümdar olarak seçtiğini bildirince ona isyan ettiler. Az bir topluluk ona iman etti. Bu ordu da imtihanlardan geçti ve sonunda zafere ulaştılar.
“Talut, orduyla harekete geçince dedi ki: Allah sizi bir ırmakla sınayacak. Kim o ırmağın suyundan içerse benden değil, onu tatmayan benden. Yalnız eliyle bir avuç su alana söz yok. Irmağa gelince hemen hepsi içti, içlerinden pek azı içmedi. Talut ve onunla beraber bulunan inananlar, o ırmağı geçince, bizim bugün Calut’la ordusuna karşı duracak takatimiz yok dediler. Allah’a kavuşacaklarını umanlarsa; “Nice azlık taife vardır ki, Allah’ın izniyle çokluk taifeye üstün gelmiştir. sabredenlerle beraberdir.”
Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’
Allah’ın izniyle onları yenilgiye uğrattılar ve Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona hükümdarlık ve § verdi ve kendisine dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bazılarını diğer bazılarıyla savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Ancak Allah alemler üzerinde lütuf sahibidir.” (Bakara, 249-251)
Allah-u Zülcelâl geçmiş ümmetlerin başına gelenleri bizlere ibret olsun diye haber veriyor. Bizler de benzer durumdayız. Kendimizi daima Allah’ın yardım edeceği bir İslam ordusunun neferleri olmaya hazırlamalıyız.
Allah-u Zülcelâl bizleri iman kuvvetiyle kavi kılsın ve İslam izzetiyle aziz eylesin. Âmin.