Derdi Dünya Olanın Dünya Kadar Derdi Vardır
Aldanma dünyaya fani cihandır bu,
Kendi aşikâr ateşi gizli külhandır bu,
Giden gelmez iki kapılı handır bu,
İnsafı terkeyleme makamı imtihandır bu.
Arifler Allah-u Teâlâ’nın hikmetine âşıktır. İşlerin görünen tarafına değil, sonucuna bakarlar.
Rabbü’l-Âlemin dünyaya değil, âhirete kıymet verir. Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun nasıl bir imtihan sürecinden geçtiğini ortaya koyuyor: “İçinizden mücahede edenler, sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz.” (Muhammed, 31)
Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyhisselatu vesselam:
“Hidayet nasip edilmiş, yeterli miktarda da geçimi olup buna kanaat edene ne mutlu!” (Tirmizi, Zühd, 35) diyerek, kanaat edenleri, sabır gösterenleri müjdelemiştir. Bu müjdeye mazhar olabilmek için çaba göstermemiz gerekir.
Yine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde:
“Mümine eza veren her şey ona musibettir.” buyurmuşlardır. Her türlü eziyet, sıkıntı, cefa, zarar birer musibettir ve başa gelen küçük büyük bütün sıkıntılarla insanlar imtihandan geçerler.
Musibetler karşısında müminlerden beklenen ise sabırdır. Nitekim Cenab-ı Mevlâ Kur’an’da “Müjdele o sabırlıları ki, onlar başlarına bir musibet geldiği vakit ‘Biz Allah’a aidiz, nihayet O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 156)
İşte o sabırlılar, Allah’a tam bir güvenle teslim olup teselli bulurlar. Allah-u Teâlâ da onları müjdeler: “İşte Rableri tarafından mağfiret ve rahmet onlaradır. Hidayete erenler de onlardır.” (Bakara, 157)
Allah celle celâluhû da Esma-i Hüsna tabir edilen güzel isimlerinin rahmet hazinelerini, çeşitli eserlerinde bizzat kendisi görmek ve seyretmek, başkalarına göstermek ve tanıttırmak, sevdirip hamd-ü sena ettirmek istemiştir. İşte bu muhteşem kâinat sarayını, Sonsuz kudret ve hikmetiyle yaratmayı irade etmiştir.
Hatta Kudsî Hadiste; “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek, tanınmak istedim. Bu sebeple de Beni tanımaları, gizli kemalat ve cemalimi bilmeleri için mahlûkatı yarattım.”
Ayette de; “Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat; 56)
Mademki yolcuyuz ve her an çağrılacak durumdayız, neden çantamız hazır, amellerimiz derli toplu değil?
Neden içimizdeki kin ve nefreti silip sevgi ve merhametle doldurmuyor, amel defterlerimizi gözden geçirip, eksiklerimizi tamamlamıyoruz?
Ölümü hatırlamak da bizi korkutmasın, çünkü ömrünü ve rızkını tamamlamadan hiç kimse ölmez
“Mutlak hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”(Mülk; 1-2)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:
“Her kul öldüğü hal üzere diriltilir” (Müslim, cennet, 83)
Hepimiz dünya hayatında birer başrol oyuncusuyuz. Bu oyunumuzu en güzel şekilde oynamalıyız. Sonunda da oyunumuzu çok güzel bir şekilde bitirmeliyiz.
O halde…
İnsan dünyaya bir defa gelir. Kendisine verilen yaşama fırsatını iyi veya kötü bir şekilde kullanır, sonra da bu âleme veda edip gider.
Bizler bu dünya hayatımızda Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem’i tanırsak, yarın mahşerde O da bizi tanır.
O’nu görecek kıvamda olursak, O da bize nazar kılar.
O’nu duyar ve sözünü tutarsak, O da bizim feryadımızı işitir, elimizden tutar. Bu yüzden günümüzde bizlerin dikkat etmesi gereken Hak dostları gibi Allah Rasulü’nün muhabbetiyle dolup O’nun yüce ahlakına talip olmalıyız.
Ayette bildirildiğine göre; “Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır…” (Tevbe; 111)
Rıza-ı İlâhîyi kazanmak için, Hakk’ın istediği bedelleri (can, mal, mülk vesaireyi) seve seve O’nun yolunda feda etmek, imanın kemaline vesiledir.
Hayat insanın sermayesidir, diye boşuna söylenmemiş.
Akıllı insan bu dünyadan ziyade, “nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır.” (Tirmizî, Kıyamet 25)
Yüce Allah celle celâluhû buyuruyor ki:
“Kim âhiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun âhirette hiçbir nasibi olmaz.” (Şura; 20)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin soyundan gelen, altın silsilenin halkalarından Cafer-i Sadık kaddesallahu sırrahu şöyle rivayet etmiştir:
‘Allah-u Zülcelâl dünyaya şöyle vahiy etti:
“Ey dünya! Bana hizmet edene sen de hizmet et. Sana hizmet edeni de yorup yıprat.” (bk. Ebu Nuaym, el-Hilye, 3; 194)
Yaşadığımız bu dünya da yok olmaya mahkûmdur. O’da zâyî olacak.
Uzun emel, kalpleri karartır. Günahları unutturur. Ahireti akla getirmez. Çünkü uzun emellerin peşinde koşan kimse ne günahlarını hatırlar, ne ölümünü ne de mezardaki halini düşünür.
Bu gibilerin düşüncesi, konuşması hep dünya, kazanç, halkla sohbet gibi boş şeylerle vakit geçirmektir. Tabiatıyla bu hal, kalbin kararmasına, katılaşmasına, ahiretin unutulmasına, günahların hatırlanmamasına sebep olur.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak;
“Bunlar, uzun ömürlü olduklarını düşünerek dünyaya sarıldılar. Kalplerin kararmasının sebebi budur,” buyuruyor.
Hz. Ali radıyallahu anh de;
“Sizin için en çok korktuğum iki şey vardır: Biri uzun emel, Diğeri hevayı nefse uymaktır. Çünkü uzun emel, ahireti unutturur. Hevayı nefse uymak da doğru yoldan saptırır Allah’tan uzaklaştırır.”
Demek ki dünya için uzun emel beslersen, gaflete dalıp tövbe etmeyi ihmal eder ve çok günah işlersin.
Sonuç Olarak
Kardeşlerim, derdi dünya olanın sonu da dünya ile olacak. Ancak dünya’ya önem vermeyene dünya hizmetçi olur. O halde derdi “ İlâhî Ente maksûdî ve rıdaike matlûbî” olan dostları ile beraber olmayı Mevlam celle celâluhû bizlere nasip etsin. Selam ve dua ile…