BEDDUANIN HER ÇEŞİDİNDEN SAKININ!

  • 17 Kasım 2015
  • 13.090 kez görüntülendi.
BEDDUANIN HER ÇEŞİDİNDEN SAKININ!
REKLAM ALANI

Beddua; duanın zıddıdır. Yani birinin aleyhinde ona zarar gelmesi için dua etmek, kötü duruma düşmesini istemektir. O da tıpkı dua gibi içten duygularla yapılır. Bunun içindir ki beddua, yapılan kişi için büyük bir tehlike, en hafif deyimi ile belâdır. Bunun içindir ki Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem müminleri, birinin bedduasını almaktan şiddetle sakındırarak şöyle buyurur: “Mazlumun duasından sakınınız. Zira onunla Allah (Azze ve Celle) arasında perde yoktur.” (Müslim)

 

Hadiste işaret edildiği üzere beddua direkt Allah’a ulaşır. Mazlumun ahından arş sallanır. O, gerçekten beddua yapılan kişi hakkında felakettir. Bu yüzden, müminler, birine beddua etmemek hususunda şiddetle sakındırılmışlardır.

REKLAM ALANI

 

Bedduanın son haddi ise “Lânettir.” O, bir müminin diğerine asla yapmayacağı ağır bir sözdür. Kesinlikle sakınılması gerekir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da kulun kendi aleyhine yaptığı bedduadır. Çok kez insan kendisine beddua eder de bunun farkına bile varmaz. Nitekim bu hususta bizi uyaran Allahu Zülcelâl şöyle buyurmuştur: “İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir.”(İsrâ; 1)

 

Ayette de işaret edildiği gibi insan, aceleciliği, cahilliği ve hırsından dolayı kendi aleyhine beddua eder durur. Hâlbuki belâ, lânet, müminin dilini uzak tutacağı, ağzına kolay kolay almaması gereken iki tehlikeli kelimedir. Dua müminin sürekli kullanacağı silahıysa, beddua ve lânet de mü’minler için en son kullanacağı, belki de hiç kullanmayacağı iki tehlikeli silahtır.

 

Vakidi, “Megâzî”de, Hz. Aişe radıyallahu anhadan rivayet eder: Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Hz. Aişe’nin yanına bir esirle gelir. Ona:

– Bunu gözet, buyurur. Hz. Aişe radıyallahu anhuma der ki; “Bir kadınla lafa daldım. Esir kaçmış, fark edemedim. Allah Resulü gelip esiri sorduğunda:

– Vallahi bilmiyorum. Daldığım bir sırada çıkıp gitmiş, dedim. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bana:

– Allah elini koparsın! Diye beddua etti ve yanımdan çıktı. Sahabesine esiri bulması için seslendi. Sahabe çıkıp, esiri arayıp buldu. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem yanıma geldiğinde elimi düzeltmeye çalıştığımı gördü.

– Ne oldu? Diye sordu. Ben:

– Duan tuttu! Dedim. Allah Resulü ellerini kaldırarak: “Allah’ım! Ben beşerim. İnsanlar gibi üzülürüm, kızarım. Eğer bir mü’min erkeğe yahut kadına beddua edersem, sen onu temizle, bunu onun için zekât kıl!” diye dua etti. Onun duasından sonra elim iyileşti.”(Alusî, 9/35)

 

KİŞİNİN KENDİSİNE YAPTIĞI BEDDUALAR

Doğrudan kişinin kendine yaptığı bedduadır. Çoğu zaman insan sıkıntıya düştüğünde, sıkıntıya sabredemez, bunalır. Ümitsizliğe düşer, sıkıntının hiç geçmeyeceğini sanır ve kendine beddua etmeye başlar; “Allah canımı alsa da kurtulsam…” ya da “Ölmek istiyorum…”

 

Hâlbuki Allahu Zülcelâl, bize sürekli sabrı tavsiye etmekte ve “Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara; 153) buyurmaktadır. Yine ümitsizlikten şiddetle sakındırarak, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!”(Yusuf; 87) buyurmaktadır. Bu ayetleri iyice düşünerek, zarardan başka bir faydası olmayan bedduayı terk etmeli, ümitsizlikten uzaklaşıp sabır kalesine sığınmalı, sıkıntımızın geçmesi için gayret ve duaya sarılmalıyız.

 

Çocuklarının, malının mahvolmasını istemek

Yine insan çocukları, eşi ve yakınları onu rahatsız ettiğinde, bir sıkıntıya veya zora soktuğunda yahut işleri aksadığında, işinden veya malından dolayı bir sıkıntıya girdiğinde beddua eder, belâ okur. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bu hususta bizi uyararak şöyle buyurur: “Kendinize beddua etmeyin. Çocuklarınıza beddua etmeyin mallarınız için beddua etmeyin. Allah’ın kabul ettiği bir zamana denk gelir (de helâk olursunuz. Bilakis) o saatte Allah’a dua edin, kabul olsun (ki sıkıntınızdan kurtulasınız.)”(Müslim)

 

Karşılıklı beddualaşır

Birine beddua eder. O da kendisine beddua eder. Beddua etmeye ağzını alıştıran kişi, sürekli belâ okur. Çoğunlukla karşısındaki de ona belâ okur. Hâlbuki bu hususta Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bu hususta da müminleri uyararak; “Büyük günahların en büyüğü, kişinin anne-babasına sövmesidir.” buyurunca, “İnsan nasıl anne-babasına nasıl söver?” diye sordular. Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem: “Kişi birinin babasına söver de, o da onun babasına söver. Birinin annesine söver. O da onun annesine söver” (Buhari) buyurdu.

 

İnandırıcılık kazanmak için beddua edenler

İnsan aciz kaldığında maalesef hemen belâya sarılır ve “Allah belâmı versin ki, şu işi yapmadım!” der. Sorumluluğunu üstlenmez, özür dilemez de kendisine belâ okuyup durur.

 

Şer olanı ısrarla isteyenler

Nefsinin arzularına yenik düşerek, hakkında şer olacak şeyi ısrarla istemek suretiyle kendisine beddua edenler vardır. Genelde insan bir şeyi arzu eder. Onu elde etmek için çalışır. Ancak bazen onun, kendisi hakkında iyi sonuç vermeyeceğini anlasa da, ısrarla ve inatla onu elde etmeye çalışır. Elde eder veya edemez. Fakat nefsini frenleyemez. Eğer vazgeçmez ve sonuna kadar giderse belâsını bulur. Çoğunlukla bu belânın sonucuna ölünceye kadar katlanmak mecburiyetinde kalır Kendini kontrol etmeyen, nefsini sürekli hesaba çekmeyen insan bir şeyi arzuladığında sanki kör ve sağır olur da, belâdan belâya sürüklenir.

 

İnsan böyle bir duruma düşmemek için, bir iş yaparken iyice araştırıp etraflıca düşünerek yapmalı; dua ederken de kendisi için hayırlı olanı dilemelidir. Nitekim birçok hadiste bu husus açıkça dile getirilmiştir. Şöyle buyurulmuştur: “Allah’tan dünya ve ahirette afiyet dileyiniz.” (Tirmîzi)

 

Başkalarının bedduasını almak

İnsan tembelliği ve boş vermişliği yüzünden çok kere yapması gerekenleri yapmaz. Ailesine, çevresine, işçisine, işverenine karşı sorumluluklarını yerine getirmez. Onları ihmal eder. Bu ihmalinden dolayı da pek çok insan mağdur olur. Bu sebeple eşi veya yakını da olsa insanların beddualarını alır. Allah muhafaza eylesin.

 

Zulüm ve haksızlık ederek, ‘Ahh!’ almak
Nefsine yenik düşen, dünyayı ve malı çok seven insan, zaman zaman çevresindekilere zulmeder, onlara haksızlık ederek canlarını yakar. Ahlarını alır. Kendini de çevresindekileri de mahveder. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu duruma işaret ederek ve bizleri şiddetle sakındırarak şöyle buyururlar: “Mazlumun bedduasından sakının! Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.”(Müslim) Yani doğrudan Allah’a ulaşır, Allah’ın gazabına neden olur.

 

KİŞİNİN BAŞKASINA YAPTIĞI BEDDUALAR

Başkalarına yapılan bedduayı ‘kişinin alışkanlık haline getirmesinden dolayı beddua etmesi’ ve ‘Ciddi bir haksızlığa ve zulme uğramasından dolayı beddua etmesi’ diye ikiye şekliyle inceleyebiliriz.


Bir kısım insanlar ağızlarını küfür etmeye alıştırdıkları gibi, beddua etmeye ve lânet okumaya da alıştırırlar. Yerli yersiz beddua ederler. Hâlbuki beddua neticeleri kötü olabilecek bir iştir. Beddua edilen kişi haketmiyorsa edene dönebilir.

 

Lanet etmek öldürmek gibidir

Beddua, başkasının kötülüğünü istemektir. Beddua, birini, kâinatın yaratıcısına, onu koruyup kollayan sultanlar sultanına şikâyet etmek, Allahu Zülcelâl’den, beddua yapılan kimseyi cezalandırmasını istemektir. Bu, gerçekten ağır bir ceza, asla rast gele yapılmayacak kadar önemli bir olaydır. Eğer beddua edilen kişi, bedduadaki sözleri yeterince hak etmiyorsa bu en hafif tabirle ona zulümdür. Bize kötülük yapan kişinin daha büyük bir cezaya uğramasını isteyerek haklı iken haksız, alacaklı iken borçlu duruma düşebiliriz. Hâlbuki bir haksızlığa uğradığımızda yapılacak olan en güzel şey, hakkımızı almak için güzel ve doğru bir şekilde mücadele etmektir. Sonra sabredip ahirette alacaklı olmaktır. Zira Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem, “Kim bir mümine lânet ederse, onu öldürmüş gibi olur.” (Buhari) buyurur.

 

Bir başka hadisi şerifte ise, “Kul herhangi bir şeye lânet ettiği zaman, o lânet semaya doğru yükselir. Gök kapılan ona kapanır. Bunun üzerine lânet yere iner. Arzın kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola gitmeye çalışır, gidecek bir yer bulamaz. Nihayet lânet, lânet yapılan kişiye gider. Eğer (lânet edilen kişi) buna layık ise ona lânet edilir. Eğer o, buna layık değilse lânet, lânet edenin kendisine geri döner.”(Ebû Dâvud)

 

Haksızlık sebebiyle beddua etmek

Zulme veya ciddi bir haksızlığa uğradığından dolayı bazı kişiler zalime ve haksızlık eden kimselere beddua ederler. Oysa asıl olan mü’minin, diğer mümin kardeşine beddua etmemesidir. Zira beddua, önünde hiçbir engel olmadan zalim de olsa bir mü’mini kâinatın sahibine şikâyet etmek, O’ndan zalimin cezalandırılmasını istemektir. Bu gerçekten ağır bir karşılıktır.

 

Hadisi şerifte “Zulme uğrayanın bedduasından sakının! Zira onunla Allah arasında bir perde yoktur.”(Müslim) buyuruluyor. Bu hadisi şerifi hem beddua eden hem de bedduaya maruz kalacak işler yapan kimseler akıllarından hiç çıkartmamalıdırlar. Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kim kendisine zulmeden kişiye beddua ederse, öcünü almış olur.”(Tirmizi)

 

İmanî bir gayretten dolayı beddua etmek

Yazılanlardan sonra kâfirlerin zalimlerine beddua edilip edilmeyeceği merak ediliyordur. Müslümanlara kan kusturan, onlara zulmeden, Müslümanları bir kaşık suda boğmak isteyenlere Müslüman imânî gayretinden dolayı beddua eder. Nitekim Allahu Zülcelâl, münafıkların tavırları için Resulüne şöyle buyurur: “Sizler işte böylesiniz! Onları seversiniz. Oysa onlar sizi sevmezler! Siz kitabın tümüne inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıklarında “inandık!” derler. Kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki; “KİN ve ÖFKENİZDEN ÖLÜN!” Şüphesiz Allah, sinelerde saklı olanı bilir.”(Âl-i İmrân; 119)

 

Beddua etmek ve lânet okumak câiz midir?

Müfessirler Nisâ suresinin 148. ayetine dayanarak bedduanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Ayet-i Kerimede yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir.”(Nisa; 148)

 

Zulme uğrayan kişi, hakkı gasp edildiği yahut incitildiği için, karşılığında aşırıya kaçmamak kaydı ile kendine haksızlık edene karşılık verebilir. Bu kendinin tercihine kalmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, zulümde ileri giden zalimlerin şerrinden toplumu korumak için tedbir olarak, onun zulmünü ortaya koymaktır. Zalimin zulmünü engelleyecek bir mercî varsa bu mercîe bildirmelidir. Eğer bu mümkün değilse zalimin zulmü çevredekilere, aşırıya kaçmamak şartıyla anlatılarak, onları zalimin zulmünden korumaya çalışılır. Nitekim Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “İnsanların sakınması için fasığın yaptıklarını söyleyin.” (Râzi, Tefsîr-i Kebir, 11/90)

 

Ancak gıybet etmekle, insanları kötünün kötülüğünden sakındırmaya çalışmayı birbirinden ayırmak gerekir. “İnsanları sakındırıyorum” zannı veya bahanesi ile dedikodu yapılmamalıdır.

 

Zalime beddua etmek caizse de ikinci ayette işaret edildiği gibi, onu affetmek daha evlâ ve makbuldür. Kişi zalimin ıslahı için dua eder. Onu bağışlayarak, öbür dünyada Allah’ın kendisini bağışlamasına mazhar olur. Çünkü hemen bir sonraki 149. ayette şöyle buyrulur: “Bir hayrı açıklar yahut gizli tutarsanız veya kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah affedicidir. Güç yetirendir.”(Nisâ; 149)

 

Bu ayet zulme uğrayanlara seslenerek, onları kendilerine haksızlık edenleri affetmeye teşvik ediyor. Ancak bu af hem toplumun, hem kişinin, hem suçlunun faydasına olacak bir af olmalıdır. Yoksa suçluyu suça teşvik edici olmamalı, bilakis onun utanıp hatasını anlayacağı şekilde bir af olmalıdır.

 

İmamı Gazali rahmetullahi aleyhin “İhyâ” isimi eserinde şöyle bir olay nakledilir: “Büyüklerden birinin bir eşyası çalınınca kendisine, “Sana zulmedene beddua etsene.” denince, onlara: “Hırsız aleyhine, şeytana yardımcı olmak istemem.” der. Bir başkası ise kendisine “Sana zulmedene beddua etsene” dendiğinde, “O bana zulmetmedi. Bilakis kötülük yaparak kendi nefsine zulmetti. Bu zulüm ona kâfi değil mi ki, ben de ona beddua ederek onun şerrini artırayım?” demiştir.” (İhyâu Ulûmi’d-Din, 4/283)

 

Lânete gelince o hiçbir şekilde caiz değildir. Allah Resulü birçok hadiste lâneti yasaklamıştır. Zira lânet, kişiyi mahvedecek büyük bir belâdır.

 

Hadis-i şeriflerde şöyle buyurulur:

* “Lânet edenler, kıyamet günü şefaatçi ve şahitlerden olamazlar.”(Müslim)

* “Sıddık olan kişiye lânet yakışmaz!”(Müslim)”

* “Birbirinize karşı Allah’ın lâneti ile lanetleşmeyin! Allah’ın gazap ve ateşi ile birbirinize beddua etmeyin!”(Ebû Dâvud)

* “Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem bir seferde iken Ensar’dan bir kadın, devesi üzerinde yolculuk yapıyordu. Bir ara kadın devenin huysuzluğundan daralıp, deveye lânet etti. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem kadının lânetini duyunca: “Devenin üzerindekileri alın ve onu salıverin. Çünkü o lânetlenmiştir!”(Müslim) buyurdu.

 

Müslim’in şarihi Nevevi hadisin şerhinde şöyle der: “Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem kadını, lânet etme alışkanlığından vazgeçirmek için devenin kafileye katılmasını yasaklamıştır. Zira Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem hayvanlara ve diğer varlıklara lânet edilmesini yasaklamış ve bu hususta pek çok uyarıda bulunmuştur.

 

Hangi durumlarda lanet edilebilir?

Ancak iki şekilde lânet edilebilir:

1- Kişiye yahut bir kavme değil, yapılan işe ve yasaklanan kötü fiillere lânet edilebilir.

2- Müslümanlara büyük zarar veren yahut İslâm’ın mukaddeslerine saldıran kâfirlere lânet edilebilir. Allah ve O’nun Resulünün beddualarında bu açıkça görülür.

 

Kurtuluş Çaresi

Eğer, birisinin bedduasına aldıysak, birisi bize lanet ettiyse önce o kimseden helallik alalım, sonrasında da tevbe edelim. Eğer birisine beddua ettiysek, lanet okuduysak, kahırda bulunduysak kurtulmak için de yine tevbe edelim…

 

 

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ