Ashab-ı Kiram’ın Örnek Teslimiyeti
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Allah’ın vahiy meleği vasıtasıyla gönderdiği ayetleri insanlara okuduğu, dinini tebliğ ettiği gibi; dinin hükümlerini tatbik etmek suretiyle öğretmiş ve Allah’a karşı kulluk edebini bize manevi hayatıyla göstermiştir.
İslam dinini öğrenmek ve anlamak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi tanımakla mümkündür. Şanlı Nebi’yi tanımak ise, onun yetiştirdiği sahabe vasıtasıyla bize ulaşan haberleri ve sahabenin onu örnek alması vasıtasıyla mümkün olmaktadır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, ashab-ı kiramı öyle yetiştirmiştir ki, onlar kendilerine emredilene itaat etmeyi imanlarının gereği bilmişlerdir. İslam dini, sahabe efendilerimizin bu kayıtsız şartsız itaat ve teslimiyeti sayesinde eksiksiz ve tavizsiz bir şekilde hayata geçmiş ve sonraki asırlara bir numune-i imtisal olmuştur.
Ashab-ı kiram radıyallahu anhum hazeratının Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme karşı çok büyük bağlılıklarının sayısız şahidi vardır. Onlardan biri de Urve bin Mes’ud radıyallahu anh’dır.
Ebu Süfyan’ın damadı olan Urve ibni Mes‘ûd, müslüman olmadan önce Hudeybiye’de Kureyş’in Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize gönderdiği elçilerden biri idi.
Peygamber Efendimiz ve Müslümanların umre niyetiyle yola çıktıklarını haber alan Kureyşliler toplanıp, mü’minleri Mekke’ye sokmamaya karar verdiler. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam:
“Biz kimseyle harp etmek için gelmedik. Maksadımız Beytullâh’ı ziyârettir, umredir.” Diyerek Kureyş’ e anlaşma teklif etti. Urve umre ziyaretten vazgeçirmek niyetiyle Mekke dışında konaklamış olan Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam ve ashabının yanına geldi. Bir yandan Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam ile konuşurken bir yandan da ashabının ona karşı bağlılık durumunu anlamaya çalıştı. Döndüğünde gördüklerini Kureyşlilere şöyle anlattı:
“Ey kavmim, iyi dinleyin! Vallâhi ben pek çok kralın huzûruna elçi olarak çıktım; Kisrâ’nın, Kayser’in, Necâşî’nin yanlarına girdim. Ama müslümanların Muhammed’e karşı olan yüksek bağlılık ve hürmetlerini, hiçbir millette görmedim… Bir şey emretse hepsi birden koşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyundan kapmak için birbirleriyle mücâdele ediyorlar. Bir şey konuşsa hemen seslerini kısıyorlar. O’na duydukları tâzîm sebebiyle yüzüne dikkatle bakmıyorlar, başlarını önlerine eğiyorlar. Başından bir saç düşse hemen onu alıp saklıyorlar. Bu zât size mâkul bir teklifte bulunuyor, onu kabûl edin!”(Ahmed ibn Hanbel, IV, 323-324)
Bu elçinin tarihe geçen sözleri gösteriyor ki ashab-ı kiram Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemi, büyük bir sevgi ve bağlılıkla takip ediyordu. Gerçekten de ashab, yanlarında yolcu kılıcından başka bir silah bulunmamasına rağmen Rıdvan biatında Allah Resulüne bağlılık sözü verdiler. Onların bu kararlılığı üzerine müşrikler Hudeybiye sulhuna razı oldular.
Bu barışın bazı maddeleri Müslümanların aleyhine gibi görünüyordu. Bu sebeple Müslümanların biraz yüreği daralmıştı. Ama yine Allah’ın Resulüne teslim oldular ve neticede bu musalaha gönüllerin fethine vesile oldu.
İman ve İtaat Büyük Fedakarlıktı
Peygamber aleyhisselatu vesselamın emirlerine teslimiyet göstermek kolay bir şey değildi. Biraz düşünecek olursak, içinde yetiştiği ailesinden kopmak, toplumun ileri gelenlerinin düşmanlığına uğramak, herkesin ayıpladığı, hakaret ettiği biri durumuna düşmek, kolay göze alınabilecek bir fedakarlık değildi. İlk müslüman olan sahabeleri mümtaz kılan da bu üstün fedakarlığı yapabilmeleriydi.
İman ettiği için, Bilâl-i Habeşî, Habbab bin Eret, Mikdâd b. Esved, Ammâr b. Yâsir, Suheyb-i Rûmî ve Sümeyye bint Habbât radıyallahu anhum ecmeıyn, kızgın güneş altında veya kor ateş üzerinde işkenceye maruz kaldılar. (İbn Mâce, “Muķaddime”, 11)
Hz. Ebubekir, Abdullah b. Mes‘ûd, Ebû Zer el-Gıfârî ve Zinnîre er-Rûmiyye radıyallahu anhum gibi niceleri dövüldüler. (İbn Hacer, el-İśâbe, II, 368; IV, 62, 311)
Hz. Osman, Talha bin Ubeydullah, Musab bin Umeyr radıyallahu anhum gibi nice genç sahabeler yakınları tarafından hapsedilip dininden dönmeye zorlandılar. Yapılan eziyet ve işkenceler tahammül sınırını aşınca, kafileler halinde Habeşistan’a göç ettiler.
Yola çıkarken Habeşistan’da neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Sadece Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme inanıp teslimiyet göstererek yola çıktılar. Nitekim İslam düşmanları onları orada da rahat bırakmadı, onları geri vermesi için Necaşi’ye başvurdular. Fakat Peygamber aleyhisselatu vesselamın haber verdiği gibi, Necaşi Ashame onlara karşı iyi davrandı, teslim etmedi.
Peygamber aleyhisselatu vesselama teslim olmak kolay bir şey değildi. Arap toplumu çöller ve dağlar arasında, zor bir coğrafyada dağınık olarak yaşıyordu. Doğru düzgün bir devlet yapısı ve kanun düzeni yoktu. Sadece kabilecilik anlayışıyla herkes kendi akrabasının can güvenliğini korurdu. Güçlü bir kabileye mensup olmayan garipler, kimsesizler mutlaka güçlülerin himayesine girmek zorundaydı.
Böyle acımasız bir coğrafyada kendi kabilesinin önde gelenlerine, din ve geleneğine karşı çıkmak, ateşten gömlek giymek demekti. Peygamber aleyhisselatu vesselamın emrettiği gibi, kabilecilik dayanışmasının yerine din kardeşliğini koymak, bilhassa Kureyşli güçlü ailelere mensup gençler için büyük bir fedakarlıktı. Çünkü güçlü ve zengin ailelerden kopup, zayıf, fakir ve aşağı tabaka sayılan kişilerle kardeş olacaklardı. O devrin şartlarında çok kolay olmayan bu fedakarlık, onların ashabın en seçkinleri, yani Aşere-i Mübeşşere diye bildiğimiz, sağlığındayken cennetle müjdelenen sahabeler olmasını sağladı.
Bununla da kalmadı. Müşrikler Peygamber aleyhisselatu vesselamı vazgeçirmek için her yolu deneyip, netice alamayınca yıldırmak için boykot uyguladılar. Üç yıl süren o boykot yıllarında Peygamber aleyhisselatu vesselam ve ashabı, açlıkla yüz yüze geldiler. Kuru ot, deri parçaları gibi bulabildikleri şeylerle hayatta kalmaya çalışıp yine de dinlerinde sebat ettiler.
Hicret ve Cihad Emrine İtaat
Boykot kaldırıldığı zaman da çile bitmedi. İslam düşmanlığında en azgın olanlar artık Ebu Talib’in de vefat etmesini fırsat bilip, Nebi aleyhisselatu vesselamı katletmeye cüret ettiler. Ashab-ı kiram Medine’ye hicret emri ile yeniden bir teslimiyet sınavına çekildi.
Hicretten önce Yesrip, köy ile kasaba arası bir yerleşim yeriydi. Burada geçimi sağlamak, Mekke’deki ticaret imkanları ile mukayese edilemezdi. Üstelik Mekke’nin kuru sıcak havasına alışkın olan muhacirler Medine’ye gelince humma hastalığına yakalandılar. Gurbet elde, yokluk ve hastalığa sabrederken bir de cihad emri geldi. Mekke’den gelen istihbarata göre Müşrikler Müslümanların geride bıraktığı malları yağmalamış, ticaret kervanı oluşturmuş, elde ettiği gelirle de ordu hazırlayıp Medine üzerine hücum etmeye hazırlanıyordu.
Cihad emrine itaat etmek de kolay değildi. Savaşacakları kişiler arasında yakın akrabaları vardı. Baba oğullar, kardeşler, amca çocukları birbirine karşı din uğruna savaşacaktı. Üstelik silah, techizat, binek ve azık gibi ihtiyaç maddelerine de sahip değildiler. Ama emre itaat ettiler.
Bedir Gazvesi öncesinde Allâh Resûlü, ashâbının fikrini öğrenmek istedi. Önce Mikdâd bin Esved radıyallahu anh ayağa kalkarak “Yâ Resûlallâh! Ne ile emrolunduysan onu yap, biz Sen’inle beraberiz. Allah’a yemin ederim ki, biz Sana İsrâîloğulları’nın Mûsâ’ya aleyhisselama dediği gibi “…Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız.” (el-Mâide, 24) demeyiz…” (Buhârî, Meğâzî 4, Tefsîr 5/4; Vâkıdî, I, 48) diyerek savaşa hazır olduklarını dile getirdi. Ama Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem asıl ensarın ne diyeceğini merak ediyordu. Çünkü ensar zaten muhacirlere kucak açmış, ev barklarını ve rızıklarını kardeşçe paylaşmıştı. Peygamber aleyhisselatu vesselamı savunmaya söz vermişlerdi ama şimdi Kureyş’in hazırladığı orduyla savaşacaklar mıydı?
Ensarın sözcüsü Sa’d bin Muâz radıyallahu anh ayağa kalkarak:
“–Ey Allâh’ın Resûlü! Bizler Sana inandık, Sen’i tasdîk ettik. Getirdiğin Kur’ân ve Sünnet’in hak olduğuna şehâdet ettik. Bu yolda her sözünü dinlemek ve itaat etmek üzere Sana kesin söz de verdik!
Yâ Resûlallâh! Nasıl dilersen öyle yap! Sen’i hak Peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Sen bize şu denizi gösterip içine dalsan, Sen’inle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse de geri kalmaz! Senin yarın bizi düşmanımızla karşı karşıya getirmenden de hoşnutsuzluk duymayız. Savaşta sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca da sadâkatten ayrılmamak, bizim şiârımızdır. Umulur ki Allâh, Sana bizden, gözünü aydın edecek şeyler gösterecektir! Haydi yâ Resûlallâh, yürüt bizi Allâh’ın bereketine doğru!” dedi.
Onların bu teslimiyeti, İslam tarihinde bir dönüm noktası değerinde olan Bedir Zaferini getirdi. Bedir’de İslam düşmanlarının önde gelenleri bertaraf edilmiş oldu, birçokları müslüman olmaya cesaret edebildi. Bu zaferden sonra Arap yarımadasında Müslümanların itibarı arttı. İşte bu yüzdendir ki Bedir harbine iştirak etmiş olan sahabeler, ashabın efdallerinden sayılır.
Teslimiyet Zafer Getirdi
İslam dininin yirmi üç senede Arap yarımadasına yayılması, ashab-ı kiramın Allah’a ve Rasulullah’a itaati ve teslimiyeti sayesinde mümkün oldu. Abdurrahmân bin Avf radıyallahu anh diyor ki:
“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Resûlullâh ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle bize üstünlük ve zafer bahşolundu (zafer yolları açıldı). Yine Allâh Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de:
“(Onların bu hâli) mü’minlerden bir gurup kesinlikle istemediği hâlde, Rabbinin Sen’i evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki hâlleri) gibidir. Gerçek ortaya çıktıktan sonra bile sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihâd husûsunda) Sen’inle tartışıyorlardı.” (Enfâl, 5-6) buyurarak târif ettiği hâl üzere, Allâh’ın Resûlü’nün maiyyetinde Bedir’e çıkmıştık. Allâh Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lutfetmişti.
Velhâsıl biz, en büyük hayırlara hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)
Allah’ın indirdiği hidayet kaynağı Hak din İslam’ın bizlere ulaşmasına vesile olan sahabeler, insanlık tarihinin yüz akı, şeref levhasıdır. Allah-u Zülcelâl bizleri onların izinden ayırmasın, onların güzel halinden hisse almayı nasip eylesin. Amin.