Allah’ın Rahmeti İhsan Sahiplerine Yakındır

  • 05 Ağustos 2019
  • 3.399 kez görüntülendi.
Allah’ın Rahmeti İhsan Sahiplerine Yakındır
REKLAM ALANI

Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Rabbinin makamından (ona vereceği hesaptan) korkan ve nefsine kötü arzuları yasaklayana gelince, onun barınağı da cennetin ta kendisidir.” (Naziat, 40-41)

“Kim kendi nefsini dünyadayken günahlardan men ederse, cennet onun yeridir,” buyuruyor Allah-u Zülcelâl.

REKLAM ALANI

Ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre mutlaka insan günahlardan ve Allah-u Zülcelâl’in men ettiği şeylerden kendini muhafaza etmesi lazımdır. O zaman Allah-u Zülcelâl de mükâfat olarak kıyamet gününde cennet-i âlâda yer verecektir. Onun karşılığı odur.

Elimizden geldiği kadar kendimizi günahlardan muhafaza edelim. Şayet nefsimize mağlup olursak bir hata yaptığımız zaman, Allah-u Zülcelâl’e karşı özür dilemek ve tevbe etmek lazımdır. Çünkü bunu bilelim, günah insanı Rabbinin gözünden düşürüyor. Kul Rabbinin gözünden düştüğü zaman neuzubillah, onun hâli çok tehlikelidir.

Demek ki günah âfâttır insan için. Öyle olduğu için kendimizi günahlardan muhafaza edelim.

Şu ahir zamanda da görüyoruz, ortam deniz gibi. Yani günahların denizi gibi… İnsan denize girdiği zaman ıslanmaz mı? Islanır. Onun için mutlaka o günahlar da bize bulaşıyor. O zaman çare tevbedir.

Her zaman diyorum, imandan sonra Allah-u Zülcelâl’in nimeti, tevbedir. Tevbe bize nasip olduğu için onun kıymetini iyi bilelim. Bazılarına nasip olmuyor. Anlatıyorsun, dinlemiyor. Hatta duyduğuma göre bazıları diyormuş ki, “Ben ne yapmışım ki tevbe edeceğim.” Cehalete bak.

Peygamber aleyhisselatu vesselam, bir hadisi şerifinde “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” (Buhârî, Daavât 3.) buyuruyor.

Bir başka hadis-i şerifinde ise, “Muhakkak ki kalbime bazı haller olur, ben de günde yüz defa tövbe istiğfar ediyorum.” (bk. Müslim, Zikir, 41; Ebu Davud, Vitir, 26) buyuruyor.

O böyle derken biz kimiz ki tevbe etmeyelim?

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem,

“Ey insanlar! Allâh’a tevbe edin ve O’na istiğfâr edin! Muhakkak ki ben her gün yüz defa, hattâ yüzden daha fazla, Allâh’a tevbe ediyor ve O’na istiğfâr ediyorum.” (Ahmed, IV, 261) diyerek bize teve etmeyi emrediyor.

Ahiret Çok Zordur

Bakmayın, böyle rahatız şimdi, sorgu yok, cevap yok. Bakın sahih-i Buhari’de rivayet ediliyor:

“Kıyâmet günü insanlar Mahşer yerinde öyle terleyeceklerdir ki; dökülen ter, yetmiş zirâʻ derinliğinde yere geçecek, daha sonra yükselerek ağızlarını gemleyecek ve hattâ kulaklarına ulaşacaktır.” (Buhârî, Rikak, 47)

Sahih- i Müslimdeki rivayet de şöyledir:

“Güneş, kıyâmet günü insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır. İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Kimi topuklarına, kimi dizlerine, kimi de kuşak yerlerine kadar ter içinde kalır; bazılarının da ter âdeta ağızlarına gem vurur.” (Müslim, Cennet, 62; Tirmizî, Kıyâmet, 2/2421)

Böyledir işte, eğer Allah merhamet etmezse ahiret günü halimiz çok zordur. Bakmayın, biz bu dünyadayken nefse öyle geliyor ki, bu dünya hayatı bitmeyecek, hep böyle olacak.

Bilelim ki, ahiretin zamanı sanki bir deniz gibi, dünya zamanı ise, hani denize bir iğne batırırsın; iğneyle ne kadar su gelecek? İşte o iğneyle gelen su, dünyada geçireceğimiz ömrümüzün ahirette kalacağımız zamana nisbeti gibidir.

Böyle olduğu için, sanki hep dünyada kalacağız gibi gelmesin, nefs öyle zannettiği için böyle gafildir, rahattır ama biz ona inanmayalım. “Şimdi dünyadan ayrılıyorum, ahirete gidiyorum,” diye düşünelim, öyle gayret gösterelim.

Ebu Hüreyre radıyallahu anh buyuruyor ki,

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem  bir gün şöyle sordu:

Size en hayırlınızın kim olduğunu haber vereyim mi?

“Evet Ya Rasulallah,” dedik.

“Sizin en hayırlınız, kendisinden hayır beklenilen ve kötülüğünden emin olunandır;” dedi ve ilave etti:

“En şerliniz ise kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülüğünden de emin olunmayandır.” (Tirmizi fiten 76)

Daima biz kendimizi mümin kardeşlerimize öyle gösterelim ki, bizden hayır ümit etsinler, şer beklemesinler. İşte böyle olursak insanların en hayırlısıyız demektir.

İman çok kıymetlidir ama sadece kuru bir iman ile, salih amel yapmazsak, günah yaparsak bu ğururdur, yani kendimizi aldatmaktır. Çünkü ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:

“Muhakkak ki Ben, tövbe edenler, iman edenler, salih amel yapanlar ve sonra hidayete uyanlar için mutlaka Gaffar’ım (günahlarını bağışlarım).” (Taha; 82)

Daima iman ile beraber, amel-i salihi de zikrediyor, Allah-u Zülcelâl. İmanla beraber amel-i salih yaparsa, hidayete uyarsa onların hatalarını bağışlarım,” buyuyor.

Başka bir ayet-i kerimede,

“Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti muhsinlere çok yakındır.”(Araf, 56) buyuruyor.

İbadetle beraber insanlara iyilikle, şefkatle, merhametle davrandığı zaman, Allah’ın rahmeti ona yakındır, buyuruyor, Allah-u Zülcelâl. Bunların hepsi bize ibrettir. Elimizden geldiği kadar imanla beraber amel-i salih yapmamız lazımdır.

Bir ikaz vardır, Allah-u Zülcelâl tarafından; ayet-i kerimeden şöyle buyuruyor:

“Zalimlerin yaptıkları şeylerden Allah’ı habersiz sanma. Ancak onları gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

Yani Allah azze ve celle bütün yaptığımız amellerimizden haberdardır, biliyor. Hatta bizden daha iyi biliyor. Biz bazen gaflete dalıyoruz, önümüze ne gelirse yapıyoruz. Allah-u Zülcelâl ise şah damarımızdan daha yakındır. Onun için, ona karşı çok doğru, müstakım olmamız lazımdır.

Hadis-i şerifte şöyle buyuruyor Peygamber aleyhisselatu vesselam:

“Allah sizin mallarınıza ve suretlerinize bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 32)

Onun için elimizden geldiği kadar önümüze ne gelirse, hayır ise, “Ya Rabbi senin için yapıyorum.” Günah ise, “Ya Rabbi senin için yapmıyorum,” diyelim. Niyet böyle olduğu zaman Allah’ın yanında makbul olur inşallah.

Kalbimi Sabit Kıl!

Peygamber aleyhisselatu vesselam daima şu duayı yapardı:

“Yâ Mukallibel kulûb sebbit kalbî ‘alâ dînike”

“Ey kalpleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!”

Hz. Enes radıyallahu anh bir gün sordu:

“Ya Resulallah, Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?”

Şöyle cevap verdi:

“Evet! Kalpler, Rahmân’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir.” (Tirmizi, Kader 7)

Peygamber aleyhisselatu vesselam bu duayı çok okuyordu, “Ya Rabbi, kalbimi dinin üzere sabit kıl. Daima imanla yaşayalım, ölünceye kadar imanımızı muhafaza eyle,” diyordu.

Öyleyse biz de bu duayı çok okuyalım. Namazlardan sonra olsun, sabah kalkınca, sair zamanlarda hep okuyalım. Böyle dua edelim, Allah’a yalvaralım ki, Allah-u Zülcelâl de imanımızı muhafaza edecek inşallah.

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor hadis-i şerifinde:

“Şüphesiz Adem oğlunun kalbi serçe kuşu gibidir, yedi defa döner, çevrilir durur.” (Camiu’s-Sağir, 2342)

Biliyorsunuz serçe kuşu çok hareketlidir. Kalbin halleri de öyle değişiyor. Bir anda Allah-u Zülcelâl’in muhabbeti, bir anda gaflet geliyor, böyle dolaşıyor. İşte onun için Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor: “Kalbimi dinin üzere sabit kıl”

Bir bakıyorsun kalp taate meyilli oluyor, bir bakıyorsun günahlara meyilli oluyor. Böyle olduğu için, ancak Allah-u Zülcelâl bizim kalbimizi dini üzere muhafaza eder ve sabit tutar.

İmanı, insanın kalbinde bir ağaca benzetelim. O ağaç, eğer Arabistan gibi sıcak bir yerde olsa, sulamazsan kurumaz mı? Kurur öyle değil mi?

Bu zamanda da imanı kurutacak sebepler çoktur. Onun için elimizden geldiği kadar, ibadet, zikir, taat yapalım, o zaman o iman ağacına su vermek yerine geçer, imanımız diri kalır.

Günahlar, isyanlar, kalbimizdeki iman ağacını kurutan kuraklık ve sıcaklık gibidir. Onlardan dolayı iman ağacımız kuruduğu zaman ona ibadetle, zikirle, taat ile su verdiğin zaman o ağaç yeşil kalacaktır.

Tevbe de iman ağacı için hayat suyu gibidir, onu kurutmaz. Bahusus işte tevbe için gelmeniz kalbinizdeki imanı diri tutar. Allah-u Zülcelâl, “Allah tevbe edenleri ve günahtan kendini temizleyenleri sever,” diye ayette buyuruyor. Onun için tevbenin kıymetini bilelim, mümin kardeşlerimize de anlatalım.

İtikadı Bozuk Kişilere Dikkat Edin

Duyuyorum, imanın kökünü kazımak isteyenler var. Peygamber aleyhisselatu vesselamdan bu zamana kadar bütün evliyaların, âlimlerin söylediklerini, şimdi çıkan bir kişi, iki kişi veya üç kişi kalkıp, “Onlar yalan söylemişlerdi, doğru söylememişlerdi, ben doğruyu söylüyorum,” diyorlar. Akıl kabul eder mi bunu? Ben onların yerine hayâ ediyorum.

Bazı mümin kardeşlerimiz de cehaletten onlara uyuyorlar. Onlar böyle söylüyorlar, bazı kişiler de ağızları açık onları dinliyor. Bir kişi de çıkıp onların ağzını kapatamıyor mu?

“Sen ne diyorsun? Bu zamana kadar tevatür ile gelmiş bir din hakkında, ne konuşuyorsun?” diyemiyor mu?

Bir kişi demiş, mahsus böyle inancı bozuk olan, insanları ehl-i sünnet alimlerinden uzaklaştırmak isteyen bir kişiye gidip soru sormuş:

“Bana cevap,” demiş. O itikadı bozuk kişi dalga geçmek için demiş ki:

“ Sana Kur’an-ı Kerim’e göre mi hüküm vereyim, imam Malik’e göre mi hüküm vereyim?”

O da diyor ki:

“İmam-ı Malik’e göre cevap ver.”

O itikadı bozuk adam diyor ki:

“Kur’an-ı Kerim dururken İmam Malik’in görüşünü mü istiyorsun?”

O adam da cevap veriyor:

“İmam-ı Malik, Kur’an-ı Kerim’i senden daha iyi biliyor, ondan hüküm çıkarmak hususunda senden daha alimdir. Onun için onun görüşü, senin kendi anlayışına göre vereceğin cevaptan daha çok Kur’an-ı Kerim’e uygundur.”  

Ne kadar güzel söylemiş, öyle değil mi?

Ehl-i sünnet alimlerin hepsi, bu zamanda ortaya çıkan itikadı bozuk bu kişilerden daha iyi dini biliyorlar. Ama maalesef böyle insanlar çıkmışlar.

İşte bunun için diyorum, tevbeyi anlatın. Çünkü Allah’ın sevdiği bir yoldur tevbe, onlar da imanlı olarak dünyadan ayrılırlar inşallah.

Allah’ın Rububiyet Makamı Çok Yücedir

İnsan -neuzubillah, o Rububiyet yani Rablik makamından korkmadığı zaman her şeyi yapabilir.

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:  

“Eğer Allah’ın rahmeti olmasa kimse kendini kurtaramaz, hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”

“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de,

“Evet ben de; meğer ki Rabbim beni deniz gibi rahmetine daldırmış olmasa ben de giremem.”(Buharî, Rikak,18; Müslim, Münafikîn, 71-73).

Manası nedir, demek ki, Allah’ın Rububiyeti çok azimdir, Allah çok kudret ve azamet sahibidir, hiç kimse Allah’ın hakkını yerine getiremez.

Melekler dahi, bak, onlar ne yemek yiyorlar, ne uyuyorlar, devamlı Allah’a ibadet ediyorlar. Ona rağmen “Ya Rabbi, senin hakkını yerine getiremedik,” diyorlar.

Ama insanlar cehaletleri yüzünden Allah’ın Rububiyet makamını bilmediği için, korkmuyorlar. Onun için böyle haddini bilmezlik ediyorlar.

Hani nasıl ki ufak bir çocuk, babasıyla beraber hayvanat bahçesine gitmiş, orada aslanın sırtına binmek istiyor, yılan ile oynamak istiyor. Çocuktur, onlardaki tehlikeyi bilmiyor, istiyor. Ateşi eline almak istiyor, çocuk işte…

İşte biz de Allah’ın hakkını bilmediğimiz için adeta o çocuk gibi kendimizi tehlikeye atmış oluyoruz. Bir baba böyle bir durumda çocuğunu serbest bırakır mı? İşte alimler de bize, dinimizi dosdoğru anlatmak suretiyle, tehlikelerden koruyor.

İşte Allah-u Zülcelâl’in makamı çok yücedir, ona karşı günahın çok tehlikeli olduğunu bilmemiz lazımdır. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:

“O gün, (dünyada iken) haktan sapmış kişi ellerini ısırarak şöyle diyecek: ‘Keşke Peygamberle birlikte aynı yolda olsaydım! Eyvah! Keşke falancayı kendime dost edinmeseydim! Meğer bana uyarıcı mesaj geldikten sonra o dost bildiğim kişi bu mesajdan beni saptırmış!’ İşte şeytan insanı (böyle) çaresizlik içinde yapayalnız bırakır.” (Furkan, 25/27-29)

Elini ısırmak demek, öyle pişmanlık duymak demektir. Çok büyük hasretle, yaptıklarına pişmanlık duymak demektir.

Ata isminde bir müfessir diyor ki, “Hatta ellerini yiyorlar.”

İşte önümüzde böyle günler var. Âlimler bize bunları anlatıyorlar ki kendimizi o hasaretten, pişmanlıktan kurtaralım.

Allah-u Zülcelâl’in Makam-ı Rububiyetine karşı takvasızlıktan kendimizi muhafaza etmek için daima Allah’ın ibadetine sarılalım, günahlardan kendimizi muhafaza edelim, Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirelim.

Allah’ın rahmetine vesile olan şeyleri yapalım, gazabına sebep olan şeyleri yapmayalım. Şayet bir hata yaptıysak da hemen tevbe edelim. Mümin kardeşlerimize de tevbeyi anlatalım.

Bir mümin kardeşimizin tevbe etmesine vesile olursak, kıyamet gününde onunla birbirimize muhabbetle sarılacağız, “Sen bana yardımcı oldun, Allah razı olsun,” diye.  

Birbirlerini günaha sevk edenler de birbirine lanet edecekler, “ Allah sana lanet etsin, sen beni bulaştırdın,” diye.   

Allah-u Zülcelâl cümlemize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. O bizi kendi nefsimize bırakmasın, nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.

REKLAM ALANI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ