Mahşer Günü Pişman Olmamak İçin…
SOHBET
Seyda Muhammed Konyevî -KS-
MAHŞER GÜNÜ PİŞMAN OLMAMAK İÇİN…
Allah-u Zülcelâl biz dünyadayken ahirette önümüze ne geleceğini bize beyan etmiştir.
Allah-u Zülcelâl bu konuda bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“(Ahiret gününde) Onların hepsinin, o gün (izin günü), kendilerini meşgul eden bir şe’ni (işi başından aşan bir hali) vardır.” (Abese, 37)
Yani o gün herkes kendi işiyle meşguldür, kendi nefsinin derdine düşmüştür. Hiç kimseden haberi yoktur, kendi başındaki işle uğraşmaktadır. Devamla buyuruyor:
“O gün bazı yüzler vardır ki, pırıl pırıl parlar. Müjdelenmiş, gülen yüzler…” (Abese, 38, 39)
O gün bazılarının yüzü gülüyor, ferahlanıyorlar. Allah-u Zülcelâl’in onlara verdiği nimetlerle ferahlandıkları için, güzel amelleri sebebiyle ona müjde verildiği için ferahla yüzleri parlıyor.
“Ve o gün (izin günü), üzeri tozlu (toza toprağa bulanmış) yüzler vardır. Onları bir karanlık kaplamıştır. İşte onlar, onlar kâfirdir, facirdir.” (Abese, 40, 41, 42)
O gün bazı yüzler üzerinde duman gibi siyahlıkla, çirkin bir şekilde haşir meydanına geliyorlar. İşte böyledir, bizim önümüzde bu hal vardır, herkes bunu görecektir. Ama çocuk gibi, sanki bize sorulacak bir hesap yokmuş gibi önümüze ne gelirse yaparsak o gün işimiz çok zor olacak. Bunun için o gün gelmeden evvel kendi nefsimizin hesabını görmemiz lazımdır.
Eğer biz kendi nefsimizi hesaba çekersek Allah-u Zülcelâl de bunu görüyor, “Bu kulum Benim için, Benden korktuğu için kendi nefsini hesaba çekiyor,” diyecek, bizi zararlı şeylerden muhafaza edecek, menfaatleri şeyleri bize nasip edecektir inşallah.
Ama gaflete dalarsak, hep önümüze ne gelirse yaparsak bundan mahrum oluruz. Biraz düşünürsek görüyoruz ki, biz Allah’a muhtacız, Allah bize muhtaç değildir. Onun için şu ayet-i kerimeyi düşünelim:
“Kim salih bir amelde bulunursa, faydası kendisinedir; kim de kötülük ederse, zararı yine kendinedir. Rabbin, kullara zulmedici değildir.” (Fussilet, 46)
İşte bunu düşünüp, kendimizi Allah’a muhtaç ve fakir görelim, o zaman Allah-u Zülcelâl de bize merhamet edecek inşallah-u Teâlâ.
***
Öldüğü zaman, o dehşetli kıyamet manzarasını gördüğü zaman, her insan ama her insan, mutlaka pişman olur, “Ya Rabbi beni dünyaya geri gönder de ben salih ameller işleyeyim,” der.
Herkes bunu söyleyecektir. Dünyada salih ameller yapanlar, “Keşke daha fazla yapsaydım,” diyecekler. Yapmayanlar da “Keşke tevbe etseydim de salih ameller yapsaydım,” diyeceklerdir.
İşte o pişmanlık daha gelmemişken sanki ölmüşüz, ahiret âlemini görmüşüz gibi, o şekilde düşünelim, ibadete sarılalım ki Allah-u Zülcelâl de kıyamet günü bize rahmetiyle muamele etsin. Biz elimizden geldiği kadar gayret edersek, bilhassa Allah-u Zülcelâl’den istersek, bu Allah’ın bize mağfiret etmesine, affetmesine vesile olacaktır, inşaallah.
***
Bir insanda iman varsa mutlaka ahiret için hazırlık yapmak ister. Herkes bunları yapmak istiyor ama nasıl ki insan zahiri, ağır bir hastalığa müptela olduğu zaman ayağa kalkmak istiyor ama kalkamıyorsa, yürümek istiyor ama yürüyemiyorsa aynen manevi olarak da hasta olunca öyle oluyor. İnsanda manevi hastalık olunca da amel-i salih yapmak istediği halde yapamıyor. Allah’ın muhabbetinden, Allah’ın emir ve nehiylerine uyarak itaatinden geri kalıyor. Öyleyse biz zahiri olarak hasta olunca nasıl tedavi oluyorsak manevi olarak hasta olunca da öyle tedavi olalım.
Eğer tedavi olursak öyle olur ki, insan ibadet, taat, zikir, İslam hizmeti yapıyor ama haberi bile olmuyor. Ama hasta olunca ne kadar istese de, gayret göstermek istese de yapamıyor.
Kalbimizin tedavisi de tevbedir. Tevbe her tedavinin başıdır. Tevbe, serumdur, iğnedir, çok büyük manevi tedavidir. İnsan önce tevbe ederse ondan sonra ibadete başlarsa kalbinin iyileştiğini hissedecektir. Onun için tevbeyi büyük fırsat bilelim, mümin kardeşlerimize de anlatalım. İbadet ve taatimizden geri kalmayalım.
***
İnsan bütün kötülükleri nefsine uyduğu zaman yapıyor. Halbuki insanda Allah korkusu olsa bir karıncayı bile ezmeye cüret edemez. “Acaba Allah-u Zülcelâl gazaba gelir mi?” diye endişe ederek karıncanın üzerine bile basamaz.
Her zaman ölebiliriz. Biliyorsunuz, trafik kazası olur, kalp krizi olur, görüyorsunuz, insanlar aniden ölüyorlar. Öyleyse sen bak, ölüme hazır mısın? İnsanın düşünmesi lazımdır.
Ebedi bir yolculuğa hazır mısın? İnsan yola çıkarken yolculuğun uzunluğu kadar azık alır yanına. Öyleyse ebedi bir yolculuğa hazırlanmak için de ona göre azık hazırlamak lazımdır. Ahiretin azığı da Allah’ın rızasıdır.
Sekerat esnasında, kabirde, haşir meydanında, mizanda, sırat köprüsünde, nerede olursa olsun, hep senin yanında Allah-u Zülcelâl olacak. Senin ihtiyacını Allah-u Zülcelâl temin edecek. Ne mutlu o kişiye, Allah’ın rızasıyla meşgul olur ve Allah’ın rızasını kazanır. Allah’ın rızasını kazandıysan o uzun yolculuk sana kolaydır.
***
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir.”
Ashabı kiram sordu: “Ya Rasûlallah, Ya sadaka verecek bir şey bulamıyorsa?” Peygamber aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdu:
“Eliyle çalışsın, (emeğinden hem kendisi) istifade etsin hem sadaka versin.” Yine sordular:
“Eğer çalışacak imkân bulamazsa ne buyuruyorsunuz?” Peygamber aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdu:
“Hüzün sahibi bir muhtaca yardım etsin.”
“Eğer bunu da yapamıyorsa ne buyuruyorsunuz?”
“İyiliği emretsin.”
“Eğer bunu da yapamıyorsa ne yapsın.” Bu sefer de Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Kötülükten sakınsın ki bu da sadaka sayılır.” (Buhari, Zekat 30, Edeb 33; Müslim, Zekat 55, )
İnsanın dünyadayken verdiği sadaka, ateşle insanın arasına giriyor, bırakmıyor ateş onu yaksın. İşte sadaka böyle menfaatlidir insan için.
Sadaka yalnız mal değildir, bakın görüyorsunuz, insanlara yardım etmek, iyiliği emretmek, insanlara doğru yolu göstermek de sadakadır. Bunların hiçbiri olmazsa kendi nefsini kötülükten korumak da sadakadır. Böyle buyuruyor, Peygamber aleyhisselatu vesselam. Kendiyle Allah-u Zülcelâl’in arasını muhafaza etmek, kendini hatalardan muhafaza etmek de sadakadır.
***
Niyet çok mühimdir. Bakın bir misal vereceğim. Bir kişi gece yatarken saatini kuruyor, “Ben inşallah seher vaktinde kalkacağım, teheccüd namazımı kılacağım,” diyor. Ama bir sebepten kalkamadı, namaz kılmadı, ancak sabah namazına kalktı. Onun niyeti sebebiyle sanki kalkmış namaz kılmış gibi sevap vardır. Uykusu da ona Allah’ın sadakasıdır.
Bir kişi de gece namazına kalkmaya hiç niyeti yok, ama sabah namazı vakti girmiş zannetti. Kalktı namaz kıldı, bir baktı ki daha sabah ezanı okunmamış, “Bilseydim saatin erken olduğunu, kalkmazdım,” dedi. Ona namazından sevap yok.
Allah’a karşı doğru olalım. Bu dünyada insan başka insanları bir şekilde kandırabilir, başka türlü görünebilir ama Allah’a karşı doğru olmak lazımdır. Zahirin nasılsa kalbin de öyle olması lazım. Ancak böyle olduğu zaman insan kendini kurtarabiliyor.
***
Bazıları başkalarının günahlarıyla meşgul oluyorlar, kendilerininkini unutuyorlar. Kıyamet gününde herkes ne yaptıysa kendinden sorulacak, başkasının ne yaptığı sorulmayacak. Öyleyse elimizden geldiği kadar kendimizle meşgul olalım, başkalarıyla meşgul olmayalım. Çünkü bazı kişiler kendini düzeltmek yerine başkalarıyla meşgul oluyorlar. “O niye böyle yapıyor, bu böyle yapıyor.” Diye…
Hz. Ebubekir sıddık radıyallahu anh şu ayeti okuyor ve tefekkür ediyordu:
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide, 105)
Yani Rabbimiz diyor ki, “Kıyamet gününde size başkasının günahından sorulmayacak, siz kendinizi düzeltirseniz, onlardan sorumlu olmayacaksınız.”
İnsanlar kendini düzeltmek yerine başkasıyla meşgul olunca sıkıntılar oluyor. O onunla, o onunla, o onunla meşgul olup sıkıntı yapıyor, dünya bozuluyor. Eğer herkes kendisiyle meşgul olursa, kendini düzeltirse o zaman dünya düzelecek, yaşantımız da güzel olacak o zaman.
***
Her sabah vakti, başlayan yeni gün, Allah’ın izniyle insana şöyle seslenir:
“Ya Âdemoğlu ben yeni bir günüm, Allah’ın yeni bir mahlukuyum. Bugün akşama kadar yaptıklarının üzerinde şahidim.”
Yani her gün sabah vakti bize hal diliyle böyle sesleniyor. O yeni gün, diyor ki: “Bugün ne yaparsan ben Allah’ın huzurunda senin hakkında şahitlik yapacağım.”
Biz etrafımıza bakıyoruz Allah’ın mahlukatı sessizdir, sakindir. Ama onların hepsi kıyamet gününde dile gelecek, bizim hakkımızda şahitlik yapacak. İşte bu yüzden her yeni gün bize seslenir ve der ki:
“Ey Âdemoğlu, bugün yaptığın ameller üzerinde ben şahidim. Onun için bugünün içinde salih ameller yapın. Bugün bittiği vakit ben kıyamet günü şahitlik için geleceğim o ana kadar bir daha dönmeyeceğim, bitti gitti.”
Yani günler geçip gidince bir daha elimize geçmeyecek, geri gelsin diye ne kadar istesek de gelmeyecek.
Bizim her günümüz bu şekilde bize sesleniyor. Ve o gün geçip gittiği zaman ancak ahiret günü, bizim hakkımızda şahitlik yapmak için gelecek. Ama o gün, amellerimiz ortaya çıktığı ve yerimiz cennet mi, cehennem mi, belli olduğu zaman, öyle bir pişmanlık ve hasret çekecek ki o kişi. Çünkü anlayacak ki, o ebedi olan hayatı bu fani dünya için kaybetmiş, büyük bir ah-u figan çekecek.
***
Rabbimizin dinine sahip çıkalım. Allah azze ve celle ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sağlam kılar.” (Muhammed: 7)
Allah’ın dinine namusumuz gibi sahip çıkalım ki, Allah-u Zülcelâl bizi görsün, O da kıyamet gününde bizi başarılı kılacaktır.